Cuma, Mart 29, 2024

“Millî Beka” sells but who is buying?[1]

Sağ’ın belirli bir entelektüel arka planı yoktur. Çünkü ilke yoksunu, pragmatist, oportünist ve etikten uzaktır. Sağdan belirli bir fikri temel beklemek bir kaplandan vegan olmasını beklemek gibidir. Doğasında yoktur ki teorisi olsun.

Hepimizin zihin bulanıklığı ve malihülya geçirdiğimiz şu neptünyan günlerde artık neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair fikirlerimizi de yavaş yavaş yitiriyoruz. Daha doğrusu, şöyle demek lazım; zihnimizdeki doğru ve yanlışı ayırmaya yönelik kabiliyetimizi yöneten şema öyle duruyor ama o şemayı başka ufuklara açan kapının önünde üç başlı bir kara köpek bekliyor.

Kafamız karışıyor. Örneğin kime sorsanız göçmenlerin Türkiye için tehlike teşkil ettiğini söyler iken, birkaç soruşturmada aniden çözülüyor (elbette kontrol edilmeyen bu kadar geçiş bir tehlike teşkil ediyor, bu ayrı bir konu). Ekonomide ve hukuk konusunda ileri sürülen fikirler için de aynı şey geçerli. Günümüzün siyaseti, gerçekte hiçbir çözüm üretmeyen dilemmalar sunduğu için. Çünkü hiçbir karşılığı yok. Yahu hayvanseverler ile köpek saldırısına uğrayanlar bile anlaşamıyor ortak bir çözümde.

Dünyada da böyle olduğunu sanıyorum ama ispat edemem. Çünkü benim nostaljik tozlu taşplak zihnimde, Art Deco mimarili yapıların olduğu bir evrende her şey 1929 krizini ve sonrası çıkan II. Savaş’ı işaret ediyor. Benzerlikler çok şaşırtıcı. Dünyanın her yerinde pıtrak gibi türeyen despotluklar, bunların ittifakları ve arada kaynayan halklar.

Bu kafadan kontak rejimlerin ortak noktaları Millî Beka. Elbette bu muğlak kavram ülkeden ülkeye ve bu ülkelerin otoriter pratiklerine göre değişiyor. ABD’de zenciler ya da Almanya’da azınlıklar belki artık görünürde bir Millî Beka sorunu değil. Ama bu Yezidler her an avuçlarını okşayan The Simpsons’taki Mr. Burns gibi hazır bekliyorlar. Tıpkı Almanya’da geçen yapılan soruşturmada yakalanan binlerce kişinin IV. Reich’ı tekrar kurmak için darbe planlaması gibi.

Bizim ülkede de aynı şey geçerli. İronik, sınırdan binlerce kişiyi sorgusuz sualsiz geçiren naçizane hükümetimiz, ülkenin sınırları içindeki kendi vatandaşlarını düşman ilan etmekte gecikmiyor. Çünkü bu siyasi bir kazanç iştiyakının bir sonucu. Plus, bir endikasyonu da günü gelince ülkenin karışmasını sağlayarak çıkarını korumak.

Elbette beka ve güvenlik bir illüzyon. Dünyada hiçbir şey sizi ölüme ve çöküşe karşı koruyamaz. Buna ülkeler de dahil. Tabii ki bu illüzyonun arkasında hangi Freudyen güvensizlik hissinin yattığı toplumsal bir nevroz vardır kim bilir…Adorno’ya falan sorun onu. Ama en azından kısa vadede sürdürülebilir bir politika. Zaten buna çok güveniyorlar. Eh, ekonomide artık günü kurtarma hedefinde olan bir iktidarın bu kadar vizyonsuz oluşu şaşırtıcı olmaz.

Hegel diyor ya dünya ruhu (Weltgeist). İşte şu sıralar dünyanın ruhu nelerden besleniyor? Kendi kuyruğunu yiyen yılandan. Çünkü, dışarıya, reel dünyaya hiçbir değer katmayan, bir çıktısı olmayan bir sistem üretimi bu. Instagram “influencer”larının, şaşkaloz youtuberların insanların kanaat önderi olduğu bir düşünce dünyasında her şey geçerli. Her şey mübah. Hani şu eski şarkıda dediği gibi, “anything goes.”

Dünyanın eskiden beri belki de bir direği var ile yok arasındaydı, birisi çıkıp o direğe doğru yarışırdı (bak yine Kristeva bak yine Freud). Ancak şimdi böyle bir direk yok; belki de dünyanın çivisinin bu şekilde çıkması iyi bir şey olabilirdi. Lâkin hiç de öyle olmadı. Bu zıvanadan çıkma Misfits ya da Sex Pistols gruplarının arzuladığı anarşiyle sonuçlanmadı. Özgürlük rüyası otoriter rejimlerin, sağ fikirlerin sığlığı altında ezildi. Tarihte hiçbir zaman özgür bir ülke olmayan ancak yine de iyi kötü idare eder demokrasisi olduğunu sandığımız ABD’nin Beyaz Saray’ına rustik/pagan Odinistler girdi ya…Onlar da otoriter bir zihniyeti temsil etmemiş olsaydı sorun yoktu, değilse paganlarla ne derdimiz olabilir? Irenaeus ya da Athanasius değiliz şunun sırasında. Ama olmadı, onların ragnarökünde Portakal Kafalı’nın ve tüm beyaz ABD’lilerin “milli beka” problemi vardı.

Şimdi bu işte bir problem. Milli Beka’nın temelinde yatan konsept sağ fikirlerin ateşinin harlandığı kazan.  Polemik yapmak istemem ama PolitikYol’da yazan Tarık Çelenk adında değerli bir yazar büyüğümüz var. Yazıları keyifli. Okuyun derim. Ama Tarık abimiz “Kutsal Kupa”yı arıyor.

Devamlı “sağın entelektüel bir derinliğinin Türkiye’de inşa edilemediğini” söylüyor kısaca. Buna biraz değinelim, bu da zaten meselenin özüne doğru gidiyor. Sağın böyle bir derinliği olmadı dünyada. Dünyanın hiçbir yerinde. Burke’den, Hayek’e oradan Leo Strauss’a çeşitli örnekler var ama onlar sadece muhafazakarlığın entelektüel bir yanını temsil ediyorlar.

Tarık hocamız diyor ki “sağdan büyük yazarlar ve filozoflar çıkmadı.” Esasında bu dünyanın hiçbir yerinde olmadı. Rudyard Kipling muhafazakârdır, Thomas Mann veya Henri Bergson muhafazakardır ama muhafazakârlıkları ile değil, sanatları ile bilinirler. Heidegger’in Nazizm’ini örnek alın. Eğer Heidegger’in fikirlerine katılmıyorsanız o Nazi olduğu için değil, fikirlerine katılmadığınız içindir. Elbette ontolojisine şöyle bakılacak olursa belki Nazizm’i taltif eden bir yapı bulabilirsiniz ama bu bir öncül değildir. Sonuçtur.

Hasılı, böyle bir örnek değil sadece Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde bulunmaz. Çünkü formüle edilebilir bir öncülü yoktur. Neye dayanabilir? Teorize edilemez. Mantıklı herhangi bir soruşturma karşısında duramaz. Leo Strauss en korkunç örneklerinden birisidir. Belki bugün Hayek gibi örnekler hâlâ var ama ibret olmalıdır.

Sağ’ın belirli bir entelektüel arka planı yoktur. Çünkü ilke yoksunu, pragmatist, oportünist ve etikten uzaktır. Tarık hocanın yaptığı gibi sağdan belirli bir fikri temel beklemek bir kaplandan vegan olmasını beklemek gibidir. Doğasında yoktur ki teorisi olsun.

“Benim memurum işini bilir” diyen Özal’ı, gencecik çocukların idamında iki elini birden gülerek kaldıran Demirel’i, evinde en klas beyaz şarabını içerken halka din satan toprak ağası Menderes’in görüşlerini temellendirmeye çalışmak, bir sirk ahalisine, Shakespeare’in Kral Lear’ını oynatmaya çalışmak gibi olsa gerek.

Hoş, bunu Necip Fazıl gibiler yapmaya çalışmıştır. Aklı başında olan biri o dönemin mecmualarına dönüp bakınca gülüp geçecektir zaten.

“Vre cahil sen dönüp sola bak” diyecek olanlara zaten söyleyecek de pek sözüm yok. Solu herhalde soldan daha fazla eleştiren biri çıkmamıştır -ki bu da büyük bir problemdir. Hatta öyle büyük eleştiriler yöneltilmiştir ki sağolsun sağın iki yakası bir araya gelmeyen teorik pejmürdeliği karşısında sol bu eleştiriler sonucunda anadan üryan, biçare ağlamaklı kalmıştır. Adorno’dan, Lukacs’tan, Althusser’den Foucault’ya. Seçin birini. Ha bir de bizde Roni Margulies var ama o bir sitcom dizisi bölümünün adı. Boşverin.

Ezcümle, Millî Beka bu yüzden artık tüm dünyada satamıyor. Artık alıcısı kalmadı bir avuç “ben bilirimci” yaşlı insan hariç. Onların da ölmesini bekliyoruz ama ne yazık ki modern tıp yüzünden ömür uzuyor.

Bir de üstüne erken de emekli ediyorlar şimdi bizi. Kendi sicilime bakıp benim de erken emekli olabileceğimi mümkün olduğunu fark ettiğimde içimdeki tüm Peter Pan şalterlerinin nasıl attığını anlatamam. “Canım yaşım 45 ama ruhen hâlâ gencim.”

Aman neyse ne…EYT’den para gelsin yapacağım ilk iş bilgisayarımın ekran kartını değiştirmek olacak.

EYT de Beka’nız da sökmez. Satın almıyoruz. Bedava para… Bugüne kadar bu ülkede bize yaşattığınız acılara sayın, ki o bile telafi etmez.

[1] Millî Beka satar, ama kim satın alır?

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI