CHP'li Öztrak, TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada "Vatandaş çift haneli enflasyon ve çift haneli işsizlik arasında ezilirken, Türkiye’de serveti 500 milyon doları aşan ultra zenginlerin sayısı 76’ya çıktı." ifadelerini kullandı.

CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, TBMM’de 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu tasarılarının geneli hakkında Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına söz aldı.

Öztrak'ın konuşmasında öne çıkan yerler şöyle: Eski Çin’de “İlginç zamanlarda yaşayasın” diye beddua ederlermiş. "POST-TRUTH ÇAĞI" Bugün, ülkemiz de, dünya da bu bedduaya uğramış gibi “ilginç zamanlardan” geçiyor. Yaşadığımız zamanın ilginçliğini en iyi, 2016’da Oxford Sözlüğünün yılın sözcüğü olarak seçtiği, “post-truth” yani gerçek-ötesi kelimesi anlatıyor. Neo-liberal politikalarla yönlendirilen küreselleşme ve ekonomide hızlanan dijitalleşme dünyada ciddi sosyo-ekonomik sorunlara neden oldu. İşsizlik, borç, gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlikler, kitlelerde çaresizlik, korku ve öfke duygularını uyandırıyor. Bu durum komplo teorilerinden, korkulardan beslenen, düşman yaratarak toplumu kutuplaştıran, gerçek yerine yalanı ikame eden gerçek ötesi popülist siyasetçiler için uygun bir zemin hazırlıyor Bu siyaset tarzı, demokrasinin imkân ve araçlarını kullanarak demokrasiyi tahrip ediyor. Aristotales’in deyişiyle “demagogların küstahlığı” demokrasileri yozlaştırıyor.Bu politikaların en güncel örneği Trump yönetiminin Kudüs kararıdır. İçeride sıkışan yönetim, seçmenlerinin desteğini alabilmek için halkın dini duygularına ve korkularına hitap eden bir karar aldı. Tarihi, sosyal ve hukuki hakikatleri yok sayan bu karar, dünyanın huzurunu kaçırdı. Peki; bu küstahlık ve yozlaşmayla nasıl mücadele edeceğiz? Vaclav Havel’in ifadesiyle “Eğer sistemin temel direği yaşayan bir yalansa; sistemi tehdit eden şeyin gerçekler olması şaşırtıcı değildir.” Demek ki bu mücadeleyi gerçeğin gücünü kullanarak yapacağız. Bu gerçek-ötesi (post-truth) siyaset yöntemi, Türkiye’de de iktidar tarafından uzunca bir süredir kullanılıyor. AKP ve artık AKP siyasetinin tek belirleyicisi olan Saray kadroları “üst akıl”, “operasyonel akıl” gibi ne olduğu belirsiz ve arızalı kavramlarla, komplo teorileriyle, vatandaşlarımızın zihnini bulandırıyor. İç ve dış düşmanlar göstererek, halkın korku ve kuşkularını tahrik ederek, kutuplaştırarak ülkeyi yönetmeye çalışıyor.

GERÇEKLE FANTEZİ ARASINDAKİ MAKAS AÇILIYOR

Halkın günlük yaşamındaki gerçeklerle, iktidarın kurguladığı fantezi dünyası arasındaki makas giderek açılıyor. Doğru olmayanı gerçekmiş gibi sunan ve insanımızın duygularını istismar eden siyaset tarzının faturası halkımıza çıkıyor. İktidarın “Kardeşim Esad” diye başlayan, ardından “Katil Eset” diye devam eden, şimdilerde de yeniden başa dönmek için dolaylı görüşme aşamasına gelen, Emevi Camii’nde Cuma namazı kılma fantezisi; Cumhuriyet tarihinin en büyük dış politika facialarından birine neden oldu. 4 milyona yakın mülteci kaçarak ülkemize geldi, büyük bir sosyo-ekonomik sorun Türkiye’ye taşındı.

FATURA HEP HALKA ÇIKIYOR

Sınırlarımızda emperyalistlerin himayesinde terör derebeylikleri oluştu. En önemlisi, bu süreçte can güvenliğimiz tehdit altına girdi; yüzlerce masum vatandaşımız terör saldırılarında hayatını kaybetti. Fatura milletimize çıktı. Bunların sorumlusu olan iktidar ise sıkılmadan “Suriye’de milli çıkarlarımızı, güvenliğimizi ve milletin refahını ne kadar iyi koruduğuna” dair başarı hikâyeleri anlatıyor. Gerçekmiş gibi sunulan kurmacalarla, duygusal ve ideolojik söylemlerle gerçeklerin karartıldığı önemli alanlardan biri de ekonomi.

SAMANI ÇOK DANESİ YOK

Bakın bu yılın üçüncü üç aylık döneminde kaydedildiği söylenen yüzde 11’lik büyümenin normalde herkesi sevindirmesi gerekirdi. Ama bu büyüme, hükümetin onca alayişine rağmen ne piyasalarda ne sokakta ne de evlerimizde coşku yarattı. Neden? Çünkü büyümenin “sapı samanı çok, millete dağıtacak danesi yok”. Yani bereketsiz bir büyüme. Büyümenin yarıdan fazlası, iktidarın yağan yağmurda beraber ıslandığı yol arkadaşının darbe girişimi nedeniyle ekonominin geçen yıl küçülmesinden, yani baz etkisinden kaynaklanıyor. Kalanı da hükümetin gayrimeşru referandumdan “evet” çıksın diye, kamu dengelerini bozarak, mali piyasalarda riskleri görmezden gelerek gaza basmasından geliyor. Sonuçta şişen ekonomi cari açığı ve enflasyonu coşturarak riskleri artırıyor ama işsizlik çift hanelerde kalmaya devam ediyor. Gençlerimizin dörtte biri ne çalışıyor ne de okuyor, aylak geziyor. Bu büyüme halka yansımıyor, bir avuç zengini daha zengin ediyor.

BÜYÜMEDE RANT VE SERMAYE KESİMİ KAZANDI

Yılın üçüncü çeyreğinde enflasyonu da kattığımızda büyüme yüzde 24 olmuş. Aynı dönemde rant ve sermaye kesiminin gelirindeki artış yüzde 30; emeğiyle geçinenlerin gelirindeki artış ise sadece yüzde 14 olmuş. Emekçinin gelirindeki artış rant ve sermaye kesiminin gelirindeki artışının yarısından daha az olurken, milli gelir artışının da 10 puan altında kalmış. Çift haneli büyümenin nasıl bereketsiz olduğu; neden sokağı, aileleri mutlu etmediği buradan görülüyor. AKP’nin sıcak paraya yaslanan büyüme stratejisi zengini daha zengin ediyor ama halka bir şey vermiyor. Büyümenin nimetleri millete adil bir biçimde dağılmıyor.

VATANDAŞ EZİLİYOR, ULTRA ZENGİNLER ARTIYOR

2017 yılının “Küresel Servet Raporuna” göre Türkiye’de serveti 500 milyon doları aşanların sayısı 76’ya çıkmış. Dünyanın 17. büyük ekonomisi olan Türkiye, dünyanın en çok ultra zengine sahip 10 ülkesinden biri. Dünyanın 3. büyük ekonomisi Japonya bile bu yarışta bize yetişemiyor. Diğer taraftan Türkiye’de; 29 milyon vatandaşımız, iki günde bir sofrasına bir kap et yemeği koyamıyor; 19 milyon vatandaşımız soğuk kış günlerinde evini yeterince ısıtamıyor. Son 15 yılda vatandaşın borcu 4 milyar dolardan 129 milyar dolara çıkmış; 30 kattan fazla artmış. 17 milyon yurttaşımız, “borcumu ödemekte zorlanıyorum” diyor. Alın teriyle geçinen, verginin ve borcun altında ezilen vatandaşımız bu haldeyken, iktidar sahiplerinin yakınlarının vergi cennetlerinde şirket kurup vergiden kaçınmaları, benim de vatandaşlarımızın da içini acıtıyor. Ne demiş çeşmesinden su içmekle övündüğünüz şair Necip Fazıl: "Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul." Kurt kuzulara şah olsa böyle taksim yapmaz. İşte milletin durumu bu.

IMF’YE VERİLEN BİR BORÇ YA DA BORÇ SÖZÜ YOK

Ama bakıyorum AKP Genel Başkanı meydanlarda ekonomide işler tıkırında, IMF’ye borç verecek duruma geldik diye konuşuyor. Ben de merak ettim, IMF’ye borç veren veya vermeyi taahhüt eden ülkelerin listesine baktım. Listede iflas eden Yunanistan bile var ama Türkiye yok. AKP iktidarında Türkiye’nin IMF’ye verdiği bir borç ya da borç sözü yok. Ama ülkede finans dışında kalan tüm kesimlerin, 15 yılda yüzde 313 artarak 857 milyar dolara ulaşan iç ve dış borcu var. Hadi sizin sevdiğiniz haliyle milli gelire oran olarak söyleyeyim. 2002’de yüzde 94 olan borcun gelire oranının, 2017’de yüzde 100 sınırını aşarak 107’ye çıkması var. Millete anlattığınız: IMF’ye borç veren Türkiye… Gerçek: Geliri borcuna yetmeyen Türkiye… Hızla artan borçların ve yüksek dış finansman ihtiyacının artık yatırımcıların daha çok dikkatini çekeceği bir döneme giriyoruz. 2018’de ekonomide çarkların dönmesi için 210 milyar dolar dış finansmana ihtiyacımız olduğunu Sayın Mehmet Şimşek söyledi. Bu, Türkiye’nin “dolarkolik” bir ekonomi haline getirildiğinin itirafıdır. AKP döneminde sıcak paraya yaslanan büyüme stratejisinin dövizle borçlanmayı TL’ye göre daha ucuzlatması, dövizle yapılan kamu ihaleleri, Kamu-Özel İşbirliği projeleri, döviz geliri elde etmeyen şirketlere dövizle borçlanma imkânlarının getirilmesi ülkeyi dolar bağımlısı yaptı. Dünyada sermayenin risk iştahı azalıyor. 2017’de ABD Merkez Bankası faizleri üç kez artırdı. Gelecek yıl da faizleri en az üç kez artırması ve 400 milyar doların üzerinde bir fonu küresel likidite havuzundan çekmesi bekleniyor. Dolayısıyla küresel sermayeyi gelişmekte olan ülkelere iten “risk iştahı” artık kayboluyor. Yeni dönemde, iştahın yerini ülkelerin sermayeyi kendine çekmek için yaptıkları doğrulara odaklanan “seçicilik” alıyor. Gelecek yıllarda bize benzer ekonomilerle gireceğimiz güzellik yarışı çok daha zorlu geçecek. Kusurlar çok daha dikkat çekecek. Böyle bir dönemde kim iktidar olursa olsun hata yapma lüksü yok. Bu nedenlerle son dönemde şirketleri aşırı borçlu ve dolarkolik olmuş, OHAL rejimiyle yönetilen Türk ekonomisi; benzer ekonomilerden negatif ayrışıyor. En kırılgan beş ekonomi listelerinin değişmeyen oyuncusu oluyor. Sadece TL’nin değer kaybına bakmak bile bunu görmek için yeterli. Yılbaşından beri TL, Dolar karşısında yüzde 8 değer kaybetti. Bize benzer pek çok ülke para birimi dolar karşısında değer kazanırken, TL en fazla değer yitiren para birimlerinden biri oldu. Rusya, Brezilya gibi pek çok benzer ekonomi faizleri aşağı çekti. Amerikan tahvil faizinin yüzde 1,8 olduğu bir konjonktürde, biz aynı vadedeki tahvile yüzde 13,4 faiz veriyoruz. Vatandaşa faize karşıyız hikâyesi anlatıp sıcak paracıya tefeci faizi vermenin başarısı da bu iktidara ait. Ama bu bile sorunları örtemiyor, TL’deki değer kaybını engelleyemiyor. Türkiye’ye sıcak para getiren yatırımcıların ülkemize dönük risk değerleme vadelerinin 1 aya kadar düştüğü duyumları var. Ama Saray hala TCMB’nin araç bağımsızlığını vesayet altına alarak sorunları çözebileceğine inanıyor. Gelecek yıl da bütçe dengelerini gevşeterek, Kredi Garanti Fonuyla kredileri şişirerek ekonominin çarklarını döndürebileceğini düşünüyor. Denizin bitmekte olduğunun farkında değil. Borcu devletin sırtından alıp milletin sırtına yüklerken özel kesimin dediğiniz bu borç bir gecede devletin olur diye sizi uyardığımızda “paradigmalar değişti” dediniz. Ama şimdi Hazine kefaleti olmadan ekonomide çarklar dönmez oldu. Bu yıl Kredi Garanti Fonu kefaletiyle, 221 milyar TL kredi kullandırıldığını açıkladınız. Demek ki bankalar millete verdikleri her 100 liralık kredinin 11 lirasına devletin kefaletini alarak kredi vermeyi sürdürebilmişler. Kamu-Özel İşbirliği projelerinde dış borçlara, geçecek araca, gelecek yolcuya, yatacak hastaya Hazine garantisi verdiniz. Bunu bir de dövize endekslediniz. Sonunda “Hazine kasasından tek kuruş çıkmadan yaptık” dediğiniz bu projelere verdiğiniz garantileri ödemek için 2018 bütçesine 6,2 milyar TL ödenek koymak zorunda kaldınız. Geçmeyen aracın, gelmeyen yolcunun, yatmayan hastanın parasını milletten alacaksınız. “İstihdam seferberliği” diyorsunuz, iş adamlarına ilave işçi çalıştırma talimatı veriyorsunuz, teşvik üstüne teşvik veriyorsunuz ama işsizlik çift hanenin altına düşmüyor. Millete ekonomide işler tıkırında hikayesi anlatıyorsunuz ama gerçekler çok başka. Türkiye’nin yaşadığı en derin ekonomik krizlerinden birini yöneten takımın Hazine Müsteşarı olarak gördüğüm temel bir zaafı ifade etmek isterim. Bugün ülkeyi yöneten kadrolar, küresel sermayenin kıt olduğu, risk iştahının azaldığı bir dönemde hiç çalışmadı. Bu nedenle, ekonomide işler kötüye gittiğinde hemen birilerinin kendilerine kumpas kurduğunu düşünme eğilimindeler. Bu, gerçek-ötesi popülist siyaset tarzlarına da uygun düşüyor. Ancak dünya ve Türkiye örnekleri bize şunu gösteriyor: Bu yaklaşım milletin cebindeki yangını büyütür, dış politikada elini zora sokar. Diğer taraftan böyle dönemlerde demokrasiye dönük tehditlerin artacağını, iktidarların sertleşeceğini, hatta demokrasinin namusu denilen “sandığın namusuna” bile göz dikilebileceğini, kaos, kavga ve göz yaşının milletin ufkunu karartabileceğini yaşanmış acılardan biliyoruz.

ZAMAN KAYBETMEDEN YAPILMALI

Hem “AKP Genel Başkanı” hem de “Cumhurbaşkanı” şapkalarını taşıyan Sayın Erdoğan milletin görevlendirdiği ana muhalefet partisini vatana ihanetle suçlama noktasına kadar gidebiliyor. Bu çok tehlikeli bir söylemdir, sonu çıkmaz sokaktır. Bu gidişi yatırımcılar da görmektedir. Ülkenin yabancı paraya bu kadar bağımlı hale getirildiği bir ortamda bu siyaset tarzı sürdürülebilir değildir. Herkes şunun idrakinde olmalıdır: Ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti Sayın Erdoğan’dan ibarettir; ne de 80 milyonluk milletimiz yandaşlardan ibarettir. Sıfatı ne olursa olsun herkes toplumda kutuplaşmayı önleyecek özenli bir dil kullanmak zorundadır. Konuşmamı milletimin huzuru daha fazla kaçmasın, borcun altında ezilmesin, evinin tapusunu arabasının ruhsatını bankalara kaptırmasın, refahı, aşı, işi azalmasın diye iktidara bazı tavsiyelerde bulunarak tamamlamak istiyorum: Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, seçim güvenliği, demokrasinin kalitesi iyi işleyen bir ekonomi için vazgeçilmezdir. Bunun farkına varın ve Cumhurbaşkanının aynı zamanda partisinin genel başkanı olmasından, tek adam rejimi sevdasından vazgeçin. OHAL’i hemen kaldırın, ülkeyi normalleştirin; Değişen küresel iklimi görmezden gelmeyin, ekonomide çapaları gevşetmek yerine sıkılaştırın, ekonominin çekiciliğini ve rekabet gücünü artıracak önlemleri alın; Ekonomide gerçek üstü siyaset, felakete götürür. Ekonomideki oyuncuların gözünü çok uzun süre boyayamazsınız. Gerçekleri gizlemek yerine sorunları hızla çözmeye başlayın. Bunu yaparken sadece Sarayın aklından değil herkesin aklından yararlanın. Sözlerimi tamamlarken, 2018 Bütçesinin ülkemize milletimize hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurul’u ve bizleri izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.