Cuma, Mart 29, 2024

Mahmut Üstün yazdı | Yeniden “büyük anlatı” ihtiyacı ya da tarihin sol’a sahne daveti…

Bugün dünya bir yanda işçi ve emekçilerin diğer yanda sermayenin örgütlü ve eylemli olduğu, politik gelişmelerin görünür açıklıkta bu temel üzerine seyrettiği bir dünya değil. Sosyalizm ve kapitalizm kutup başları epey zamandır eski açıklıkta ve netlikte siyaseti şekillendir(e)miyor.

Daha amorf, kaygan/akışkan, gerçeklerin yerine imajların/gölgelerin sahnede olduğu bir siyaset alanı ile yüzyüzeyiz.

Bu tablo kimilerine göre kapitalizmin siyaseten dikensiz gül bahçesine kavuşması demekti.Kategorik olarak yeni ve bambaşka bir döneme girilmişti. Başta sol, tüm siyasi aktörler bunu idrak edebildikleri ölçüde varolabilecekler, yoksa ruhlarına el fatiha okunacaktı vb.

Ne var ki işçi/emekçi hareketinin/örgütlenmesinin minimize olması, solun neredeyse maaile liberal bir mahalleye ikametgahını taşıması, kapitalizmin derdine derman olmadı. Kapitalizmin önündeki sınırların kalkmasının orta vadedeki sonucu kapitalizmin tahrip edici dinamiklerinin önündeki sınırların kalkması ve kendi içine daha dolaysız yönelmesi oldu. Kuralsız, pervasız bir hal aldı. Giderek sistemin dengeleyici ve bütünlük sağlayıcı siyasal, toplumsal, kültürel ve ideolojik mekanizmalarını aşındıran, sistemsel bir dağılmaya yol açan sonuçlar yaratmaya başladı.

Sol partilerin, sendikaların ağırlıkla liberalizme, kısmen de sosyal faşizme yönelmeleri ise, sol ve emekçi tabanı olumsuz etkiledi muhakkak ki. Ama umutsuz, nihilist bir paslanma/aşınma yaşasa da, sol ve emekçi taban ne liberalizme, ne faşizme entegre edilemedi. Sürecin sol partilerle bu taban arasındaki stratejik anlamda daha önemli ve derinlikli sonucu, sol/emekçi taban ile sol partiler arasındaki ideolojik/örgütsel ilişkinin ve güven bağının zayıflamasıydı.

Bugün kapitalist dünyanın manzarası tam da budur.

Kapitalizmin bu genel sorunlarının yanı sıra çok ağır tarihsel sorunlarla da boğuşan, dünyanın en çok barut ve kan kokan bölgesinde bulunan Türkiye’de ise bu aynı manzara çok daha belirgin çizgilere sahiptir.

Zira kapitalist dünyanın gelişmiş ülkeleri hala nispeten güçlü ekonomi, siyasi kültür ve geleneklere sahipler. Benzer bir aşınma ve dağılmayı yaşasalar da, merkez kaç eğilimleri kontrol ve konsolide kabiliyetleri zaafa uğrasa da, eski denge kurumları merkezi rollerini yerine getiremez bir acziyette değil. Güç yitirdiler ama yıkılmadılar.

Türkiye’de ise merkez partiler dağıldı. Ordu paralize oldu. Yargının denetleyici/dengeleyici kimliğinden eser yok. Basın, üniversite vb. tüm kurumların içi boşaltılıp “majestesinin kurumları” haline getiriliyor. Bir kurumlar kompleksi olan devlet, o kadar sadeleşiyor ki (liberallerin gözü aydın) neredeyse bir şahıstan ibaret  çadır devleti haline geliyor.

Kapitalizme/neo liberalizme büyük bir “iman” ile bağlı olmasına karşın sistemin devlet ve siyaset terbiyesinden geçmemiş, diplomasi ve bürokrasi kültürüne yabancı AKP, Türkiye’yi zücaciye dükkanındaki fil gibi yönetiyor.

Toplumsal ve siyasal kurumları yıkıyor, dağıtıyor, parçalara ayırıyor. Ama Sünnilik dışında yıktıklarının yerine önerdiği/önerebileceği hiç bir toplumsal tutkal yok.

Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-dindar, merkez-taşra vs. tüm fay hatlarındaki yarılmalar her geçen gün telafi edilemez bir boyuta doğru ilerliyor. Zaten uzun süredir Kürt sorunu merkezli iç çatışma yaşayan ülke, diğer faylardaki kırılmalarında eklenmesiyle son yıllarda giderek belirginleşen çok boyutlu bir iç savaş atmosferi içinde…

Bu durumun sürdürülemez niteliği, gecikmeli biçimde de olsa sistem içi çözüm ve yeniden yapılanma arayışlarını da acilleştiriyor. Hem de o denli acilleştiriyor ki, -dünyanın en munis partilerinden olan- ülkenin ana muhalefet partisi CHP ve -dünyanın en munis siyasetçilerinden olan- Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bu gidişatı durdurabilmek için “sokaksa sokak, bedelse bedel” demek zorunda kalıyor.

Türkiye bir çözülüş ve yeniden kuruluş momentinde…

Sol ise bu aynı momenti kendi içinde çok daha önce yaşamıştı. Yeniden kuruluşu sağlayamasa da çözülüşün sarsıcı, tasfiyeci etkilerini büyük ölçüde atlattı. Şu an yeniden çıkış için uygun momente kulak kesmiş durumda. İşte bugünkü moment sola bizde ve her yerde “haydi yeniden sahneye” çağrısıdır. Duymak ve gereğini yerine getirmek şartıyla tabi…

Neo liberalizmin toplumsal ve siyasal dokuyu çözücü, parçalayıcı etkisine ve bu temel etkenin beslediği gettolaştırıcı ve lümpenleştirici çürümeye karşı yeni bir bütünleştirici hikaye, yeni bir “büyük anlatı” gerekiyor.

Bütünlük ve kimlik, özgürlük ve eşitlik, dindarlık ve laiklik, yurtseverlik ve evrenselcilik vb. ikiliklerini çatışmalı bir ikileme dönüştüren postmodernizme karşı, bu ikilikleri yek diğerini yok saymadan/düşmanlaşmadan kardeşleştirecek, kaynaştıracak bir adalet, barış, eşitlik ve özgürlük “manifestosu”na ihtiyaç var.

Bu görevi içsel olanakları itibariyle başarmaya namzet tek akımdır sol…

Ayrıntılandırarak devam edeceğiz.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER