Çarşamba, Nisan 17, 2024

Mahmut Üstün yazdı | TAK+AKP+MHP = Cehenneme Koşan Ülke…

Az çok siyasetin her türünden anladığıma inanırım.

Siyasetin her türü derken parlamenter olanıyla olmayanını, barışçıl olanıyla militer özellikler taşıyanını vb. kastediyorum.

Bir siyasal olaya, tutuma katılırım ya da eleştirel dururum ya da açıktan karşıt olurum… Bu ayrı… Ama bir yere oturtmakta zorlandığım bir siyasal tutum pek olmamıştır.

Erdoğan’ı/AKP’yi anlamak mümkün… “Ya daha fazla iktidar ya yok oluş” ölümcül ikileminde daha fazla iktidar sahibi olmak için epeydir “her yol mubahtır” güzergahına girmiş durumda…

Bahçeli için kişisel iktidarını koruma kaygısı başat… Kürt sorununda savaş politikasına dönüş de ikincil etmen bugünkü siyasetinde…

Ya TAK ne? Ne yapmaya çalışıyor?

Ya şu TAK? Bu tür katliamlarla neyin peşinde? Ne tür bir amaca sahip? Piyasada dolaşan söylem ve açıklamalar ikna edici olmaktan uzak… Görünür gerekçeler anlamak ve açıklamak bakımından yetersiz. Sanki bir Çapanoğlu var bu işin içinde…

TAK denilen yapı ile ilgili bilgiler alt alta sıralanınca, bu yapının PKK ile ortak rezonansa sahip ve/fakat örgütsel/eylemsel anlamda kısmi bir serbestisi olan bir oluşum olduğu sonucu çıkıyor ortaya.

Eylemsel serbestisi, dediğimiz gibi kısmi… PKK dur deyince duruyor… Ama dur emri gelmedikçe, kendi inisiyatifiyle ve doğrudan kitlesel ölümleri amaçlayan, çoğunluğu da canlı bomba tarzı eylemlere yöneliyor.

TAK’ın çözümün konuşulduğu süreçlerde sessizliğe gömüldüğü; savaş politikasının devrede olduğu ve derinleştiği dönemlerdeyse yeniden sahneye çıktığı görülüyor. Yani barışla sönümlenen savaşla  yeniden dirilen bir yapı var karşımızda.

Peki TAK gerçekten stabil, kendi iç kurumlaşması ve hiyerarşisi olan ayrı bir örgütlenme mi gerçekten? Mevcut bilgiler bu konuda yeterli değil. Hatta daha çok TAK’ın bir ayrı örgütlenmenin ismi olmaktan çok ayrı bir eylem mantığının adı olduğu yönünde.

TAK’ın varoluş sebebi “intikam” sözcüğünde ifadesini buluyor. Kendi etnik kimliğine saldırdığını/ katlettiğini düşündüğü çevrelere aynı yöntemle ve misliyle karşılık vermeyi, yani intikam almayı amaçlıyor. Bu yapının görülebildiği kadarıyla başka bir siyasi iddia ve misyonu da yok zaten.

Nasıl bu topraklarda yaşayan insanların çıkarını değil de bağnaz bir Türk milliyetçiliğinin kanlı ve irrasyonel amaçlarını temsil eden örgütler varsa, TAK’ın eylemleri içinde, Kürtler arasındaki tepkisel milliyetçi körleşmenin dışavurumu diyebiliriz.

Sonuçta Kürt siyasal hareketi de homojen değil… Laik ve sola yakın kesimler daha baskın olsa da, içinde pür milliyetçi olanı da var pür dinci olanı da. Fakat sonuçta etnik talepler üzerinde yükselen bir hareket olduğu için az çok milliyetçi damar ve pragmatik siyaset anlayışı tüm bu unsurlara sirayet etmiş durumda. Özellikle savaş politikasının pik yaptığı, kan ve ölümün siyaseti boğduğu dönemlerde Türk cenahında olduğu gibi Kürt cenahında da milliyetçi hezeyan yaygınlaşıyor. TAK’ın öç alma duygusunu besleyen bu milliyetçi hezeyanın  bir tür dışavurumu olduğunu söyleyebiliriz.

 

Kendi siyasi akılları olmasa da, bu yapılar her derin yapılanma gibi bir üst siyasal akıl doğrultusunda hareket ederler.

Üst siyasal akılların bu yapılarla ilişkisi “saldım çayıra mevlam kayıra” türünden bir ilişki olmaz. Normali budur.

Dolayısıyla TAK’ın  “kısasa kısas” mantığıyla  gerçekleştirdiği  kitlesel kıyımları, sadece “öfkesine ve öç alma duygusuna esir düşmüş” bir gurup gencin işi olarak değerlendirmek doğru olmaz. Arkasında bir siyasi akıl ve amacın varlığı kesindir.

Ama bu nedir)

Kural olarak “karşıt siyasal hedefi” zora sokmak, gücünü ve etkisini azaltmak gibi bir mantığa sahip olmaları beklenir  bu örgütlerin ve eylemlerinin…

AKP hükümeti savaş politikası başlattıysa, bu yapının mantıksal olarak AKP iktidarını zora sokacak bir çabanın içinde olması gerekir.

Bir değil, iki değil, üç değil…

TAK’ın son bir kaç yıldır tüm yaptıkları aksine AKP iktidarını tahkim eden, güçlendiren, en son MHP örneğinde olduğu gibi AKP’nin ittifak arayışlarını kolaylaştıran türden…

Peki TAK eylemleri PKK’nin değil de, farklı güç odakları ve istihbarat örgütlerinin iradesini yansıtıyor olabilir mi? Bu mümkün ama son eylemlere ilişkin PKK’nin tutumuna baktığımızda, PKK’nin bu eylemlerle arasına sınır koymadığını, dolaylı biçimde ama herkesin anlayabileceği açıklıkta TAK eylemlerine sahip çıktığını görüyoruz.

Sonuçları AKP iktidarını ve  AKP-MHP ittifakını güçlendirmek, HDP’nin tasfiyesi, Kürt ve Türklerin eşit, özgür, çağdaş, barışçı ve yüzü sola dönük bir ülke yaratmak doğrultusundaki ittifak ve eylem girişimlerini boşa çıkarmak olan bu kör şiddet eylemlerini, bu sonuçları görmeden ve göze almadan PKK’nin salt intikam duygusuyla desteklemesi akla hiç uygun bir açıklama olmaz.
Bu işin görünür olmayan kısmında başkaca bir mantık işliyor olması çok daha kuvvetli ihtimaldir.

Kandil muhatap biziz diyor…

Öncelikle Kandil’in  sorunun çözümünde devletin kendilerini İmralı ve HDP üzerinden baypas etme girişimlerine karşı “Kürt sorununun çözümünde devletin asli muhatabı biziz” mesajını uzun süredir ısrarla verdiğini hatırlamakta fayda var.Kandil “Öcalan’a saygımız var. Ama o şu an esir durumda. Dolayısıyla çözüm iradesini temsil edebilme olanaklarından yoksun. HDP ise Kürt sorunun asıl temsilcisi değil. Asıl temsilci ile devlet arasında bir diyalog kanalı sadece… Bu sorunun asıl muhatabı biziz.” diyor.

Bu yüzden HDP’nin Kürt sorunun asli temsilcisi yapılmaya çalışılmasından, HDP ile Kandil arasında irade farklılığı ve çatışması yaratılmaya çalışılmasından -ve hele de HDP içinde de bu yönde eğilimler görmüşse- rahatsız olması şaşırtıcı değil.

Kandil için HDP olmazsa olmaz değil ve bu nedenle politikalarını oluştururken belli ki HDP’nin tasfiyesi olasılığını azaltmak birincil kaygıları arasında yok.

Politikada asıl öncelik HDP dışı alanlara kaymış gözüküyor.

İnsanın aklına birbirine bağlı iki soru geliyor:

Birincisi,  Derin PKK (TAK)+AKP + MHP= Başkanlık mı?

Ve ikincisi, Derin PKK (TAK)+AKP + MHP= İç savaş ve sınır değişikliği beklentisi mi?

Bu tüm bu aktörlerin bir masa etrafında toplanıp ortak bir strateji de anlaşıp rol paylaşımı yaptığı anlamına gelmez. Hayatın kendisi bazen farklı amaç ve kaygılarla yola çıksalar da, aktörlerin aynı yöne rüzgar üflemelerine neden olabilir.

Bunları açalım biraz…

Elde çok fazla somut veri yokken doğru sonuçlara varmak için, bu tür durumlarda siyaset biliminin imkanlarını kullanmak mecburidir.

Eğer bütün bu olaylar apaçık belirli sonuçları besliyor, o sonuçlara hizmet ediyorsa, aktörlerin bu sonuçları öngöremediğini değil, bu sonuçlardan kazançlı çıkacaklarını umduklarını düşünmek gerekir.

Bu durumda PKK’nin  başkanlık sistemi isteğinin gerçekleşmesini engellemek  gibi bir derdi olmadığı gibi bir çıkarsama yapabiliriz.

Peki neden böyle bir tutumu almış olabilir? sorusunun ise iki olası yanıtı var:

Ya başkanlık sisteminin ardından dillendirdiği siyasal taleplerin siyasal iktidarca daha rahat karşılanabileceği düşüncesindedir…Bu oldukça zayıf bir ihtimal olarak gözüküyor.

Ya da çok daha büyük olasılıkla başkanlık sisteminin ülkede daha güçlü yarılmalara ve iç çatışma ortamına neden olacağı ve bu iç çatışma ortamında -Erdoğan karşıtı dış güçlerin de desteğini kuvvetli biçimde alarak- amacına sınır değişikliği yaratacak tarzda ulaşabileceği gibi bir beklenti içindedir.Ortadoğu’da değişen dengeler önceliğin değişmesini ve Türkiye içinde bir çözüm beklentisini zayıflatmış olabilir. Çözüm alanı ve olası çözüm muhataplarını da…

Bu sonuncu şık bize,PKK’nin bugüne kadar dillendirdiği demokratik cumhuriyet ve özerk yönetim hakkı temelinde Türklerle birlikte yaşama isteği ve iradesinde bir kırılma ve yön değişikliği olduğuna işaret eder. Bu ise Kürt sorunu açısından ciddi bir tehlike çanıdır.

Zaten M.Karayılan’da  yakın geçmişte  ANF ile yaptığı röportajda  bu değişimin ipuçlarını apaçık vermekteydi:”

” Erdoğan, Erdoğan’ın yandaşları ve danışmanları bu konuda yanlış hesap içindedirler. Biz sorunu barışçıl diyalog yöntemiyle çözmek istedik, teslim alınmayla değil. Ama onlar bunu, bizim zayıflığımıza yorarak, “biz sonuç alırız” dediler. Bunu daha zengin yöntemlerle yani bir taraftan “biz Kürt sorununu çözeceğiz”, vb. söylemlerle toplumu beklentiye sokarak, ardından ise dönüp-dolaşıp “biz aslında Kürt sorununu çözdük şimdi PKK sorunu var” diyerek yapmaya çalışıyorlar.”

Biz her zaman seçeneklerimiz olduğunu ifade ettik. İşte şimdi yine söylüyoruz. Bizim tek seçeneğimiz AKP’nin merhametine sığınmak değildir ya da illa mutlaka işte diyalogla çözüm değildir. Eğer diyalogla çözüme gelmezlerse, bizi yok etmek isterlerse biz o zaman direnerek, kendi bağımsız demokratik çözümümüzü ortaya koyarız.

Ve açıkça söyleyelim; şimdi Ortadoğu bölgesi kaynıyor. Kürtler de bu bölgede artık bir faktördür, bir güçtür. TC Devleti Kürt halkını bir halk olarak, bir millet olarak tanıma temelinde çözüme yaklaşır, demokratik özerklik ekseninde çözerse, biz ona varız. Ama buna gelmezse, bunu kabul etmezse elbette ki biz bağımsız bir biçimde bu sorunu çözmek üzere tüm gücümüzü ortaya koyacağız. Gerekirse Güney Kürdistan ile birleşerek, bağımsızlığımızı da ilan ederiz. Daha başka birçok yol var.

Eğer bu gönüllü birliktelik gayretleri ihanet olarak algılanır ve cezalandırma gerekçesi haline getirilirse, o zaman birlikteliğin önü alınmış olunur. Biz Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak tek seçeneğe mahkum değiliz.”

Böylesi bir tercih belirlemişse Kandil  açısından, ancak barış eksenli politikalarda etkin bir rolü olabilecek HDP’ninde, “ülkenin batısındaki güçlerle ittifak arayışı”nın da, “Türk halkıyla duygusal bağı güçlendirme kaygısı”nın da artık eski önemini yitirmiş olması daha anlaşılır oluyor.

 

Sonuç yerine…

Gerek AKP hükümetinin gerekse PKK’nin karşılıklı olarak Kürt sorununu Türkiye içi mesele olmaktan öteye, sınır ötesi bir sorun, bir Ortadoğu sorunu haline getiren yönelim içine girdiğini ve oradan kalkarak sonuç almaya çalıştıklarını görüyoruz.

Güç dengelerinin hızla değiştiği Ortadoğu gerçeği içinde bu yönelimin PKK açısından da getirisi olacağını söylemek zor. Ama Türkiye açından bu yörelimin sonucunun hem genel olarak hem de Kürt sorunu açısından bir felaket olacağı kesindir. Sorunu sınır ötesine taşımak ve oradan kalkarak sonuç üretmeye çalışmak hem sorunu çok aktörlü ve muhataplı hale getirmek hem de Ortadoğu’yu çok daha fazla Türkiye içine taşımak anlamına gelecektir.

Ortadoğu’yu Türkiye’ye taşımak kanı, şiddeti, bombaları Türkiye’ye taşımak demektir. Bu takdirde son birkaç yıldır yaşananlar, yaşanacakların yanında  bir “fragman” olarak kalacaktır yalnızca.

Kürt sorununu Türkiye içinde ve “Türkiyeli Kürtlerle” diyalog temelinde çözmek dışında bir seçenek olmadığını anlamak konusunda  gösterilen her gecikme,hem Kürtler, hem de tüm ülke için cehenneme doğru atılan büyük bir adım olmaktan başka bir anlama gelmemektedir; gelmeyecektir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER