Çarşamba, Nisan 24, 2024

Mahmut Üstün yazdı | Şerif Mardin’den “sol”a kalan ders – 2

Geçen haftaki yazımızın ilk bölümünde Türkiye’de kır kent çelişkisinin aldığı özel boyutun nedenlerini sorgulamaya başlamıştık.

Özetle Kurtuluş Savaşı’na kırın/köylülüğün aktif bir kitlesel katılımının olmamasının ve devrim sonrası dönemde de kırın/köylülüğün devrimin getirilerinden pek düşük düzeyde yararlanırken devrimin zorluklarını önemli ölçüde omuzlamak zorunda kalmasının genelde cumhuriyetle, özelde ise sol ile arasında mesafe oluşmasına yol açtığını belirtmiştik.

Dahası solun kır kent çelişkisinin aldığı bu boyutu değiştirmek, kır ile kent arasına yüzü emeğe, çağdaşlaşmaya ve ilerlemeye dayalı bir siyasal  köprü kurmak konusunda başlangıçtan bugüne belirgin bir isteksizlik içinde olduğunu görmekteyiz.

Bu isteksizliğin arkasında solun bu sorunu bir köylülük sorunu olarak ele almaktan ziyade bir irtica ve bağımsızlık sorunu olarak ele alması vardır. Yani nedenlerden ziyade sonuçlardan kalkılarak politika oluşturulmuştur. Zaman zaman toprak reformundan, ağa- eşraf kesiminin köylü üzerindeki gerici tahakküm ve nüfuzundan söz edilmesine karşın, solun siyasal önceliği kırdan gelen irtica, bölünme ve emperyalizm tehdidine karşı güvenlikçi yaklaşıma destek vermek biçiminde şekillenmiştir.

Yalnızca Kemalistlerin değil aynı zamanda o günün sosyalistlerinin de köylülüğü devrime kazanmanın siyasal önemi üzerinde net, kararlı ve tutarlı bir yaklaşım içinde olmadıklarını görüyoruz. Her iki kesimin de yaklaşımı bu sorunun iktisadi ve toplumsal gelişmeye (artan sanayileşme ve kentleşmeye) paralel biçimde zaman içinde çözüleceği yönündedir.

Kır sorunu temelde bir köylülük sorunu olmakla birlikte Türkiye’de laiklik ve Kürt sorunu alanında da önemli uzantıları olan bir sorundur. Bu sorunları ya yok saymak ya da irtica ve bölücülük parantezine almak sol açısından kırın dışsallaşması sonucunu doğurmuştur.

1968-80 dönemi ters rüzgarlar…

Dünya da 60’lı yıllarda yaygınlık kazanan köylü tabanlı sosyalizan ulusal kurtuluş hareketlerinin Türkiye’deki sol yükselişi de etkilemesinin bir ürünü olarak bu tarihlerde solun kıra halkçı bir perspektifle yaklaşmaya başladığını görüyoruz. Solcu gençlerin tütün mitinglerinin, fındık eylemlerinin organizasyonunda  rol almaya başladığı bu dönem, CHP’nin de eski devletçi/pozitivist yaklaşımdan daha halkçı/sosyal demokrat bir çizgiye doğru bir evrim yaşadığı yıllardır. “Modern” köylü kepiyle kitlelerin karşısına çıkan Ecevit’in sloganlaşan en önemli vaatlerinden biri “Toprak İşleyenin, Su kullananındır”dır. Aynı yıllarda sol içinde laiklik ve Kürt sorunu alanında da sorunu irtica ve bölücülük parantezinden çıkaran, daha halkçı, özgürlükçü ve eşitlikçi bir zemine oturtan yeni bir söylem görülmektedir.

Tüm bunların sonucu olarak 1968-80 aralığında sosyalist ve sosyal demokrat kanatlarıyla sol, kırda Alevi nüfus içine sıkışmış olan etki alanını Sünni nüfusa ve Kürt nüfusa doğru yaygınlaştırmaya başlamıştı.

Sol dalganın çekilmesi ve iki yönlü savruluş…

Bugün sol da, ikisi de sol olmayan iki ayrı uca savruluş söz konusu… İlki geçmişin pozitivist ve kırı değişmez bir gericilik deposu olarak gören, sorunu irtica ve bölücülük parantezi içine yeniden alan yaklaşımdır… İkincisi de kırla barışmayı önemseyen ama bunu kırın ekonomik, siyasal ve kültürel dönüşümünü hedefleyen sol bir stratejiden yoksun biçimde, verili duruma teslim olarak yani sağcılaşarak yapmaya çalışan yaklaşımdır.

Oysa kırla ilişkilerin sol değerler temelinde nasıl geliştirilebileceği sorusunun yanıtı bizatihi Türkiye solunun kendi tarihi içinde bulunmaktadır.

Sonuç olarak…

Şerif Mardin’in merkez çevre yaklaşımı tarihsellikten ve sınıfsallıktan uzak niteliğiyle sorunu aydınlatmak ve çözmekten ziyade, statükoyu meşrulaştıran ve kabule davet eden bir nitelik taşımaktadır. Çevreyi yekpare ve merkezi de yekpare bir bütün olarak gören bu yaklaşımın örneğin çevrenin tarihsel olarak en istikrarlı ve kitlesel temsilcilerinden olan Alevi nüfusun siyasal davranışlarını ya da “çevre”nin bir başka bileşeni olan Kürtler içindeki güçlü modernleşmeci muhalefeti açıklaması mümkün değildir. Mardin’in kültür temelli açıklaması, hem kültürün insan evladının eylemleriyle oluşan ve değişen tarihsel yanını atlaması, hem de çevre kültürünü geleneksel Sünni İslam’a indirgemesi nedeniyle sorunludur.

Ayrıca tarihi süreç bize Mardin’in iddiasının aksine Cumhuriyetle taşra arasındaki sorunlu ilişkinin devrimin farklı bir kültür dünyası ile ve totaliter bir üslupla kıra kendini dayatmasından kaynaklanan bir sorun olmadığını, tam aksine sorunun devrimin kırları bütünsel biçimde kuşat(a)mamış olmasından kaynaklandığını göstermektedir. Cumhuriyet taşraya dışsal kalmıştır ama bu taşraya ulaşan cumhuriyetin kültürel bakımdan taşra tarafından benimsenmemiş olmasından çok cumhuriyetin kendini taşraya taşımak bakımından yüzeysel ve kısmi bir çaba göstermesinden dolayı olmuştur. Cumhuriyet taşrayı kendi değerleriyle kuşatma altına almak yerine geleneksel değerlerin temsilcileriyle işbirliği yolunu seçmiştir.

Ama Mardin’in analizi Cumhuriyet tarihi boyunca, kendini -farklı ve birbirleriyle de çatışan- kültürel temalarla dışa vuran derin bir kır-kent çelişkisinin varlığını hatırlattığı ölçüde önemlidir. Mardin’in merkez çevre analizinin önemli bir etki ve alıcı kitlesi yaratması da bu hatırlatmayı yapmasıyla ilgilidir.

Hele de normal koşullarda bu hatırlatmayı yapması kendisinden beklenen solun bu alandaki tarihsel ataleti ve isteksizliği koşullarında, Mardin’in merkez çevre tezinin böyle bir etki yaratması son derece anlaşılırdır.

Sol’a Mardin’den kalan tek ders, solun bu alandaki ataletini hatırlatmış olmasıyla ilgilidir. Sol bu dersi alarak, bu ataleti analiz etmek ve aşmak zorundadır.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER