Cuma, Nisan 19, 2024

Mahmut Üstün yazdı | Kriz ve sol siyaset 2 – Fransa’dan siyaset dersleri

Bir süredir kriz döneminde siyaset dinamikleri üzerinde yazmaktayım. Fransa’da patlak veren “Sarı Yelekliler” direnişi hem bu konuda yazdıklarımızı sınamak hem de zenginleştirmek imkânı sağlar nitelikte.

Direnişin sebepleri, gelişimi, bileşimi ve talepleri üzerinde çok duruldu. Hayli tatmin edici yazılar yazıldı. Ben bu konulara pek girmeden işin “dersler” bölümü üzerinde duracağım…

1.”Sarı Yelekliler” direnişi kriz dönemlerinde olağan siyasal reçetelerin, olağan siyasal araç ve yöntemlerin işe yaramaz hale geleceği öngörümüzü doğrular niteliktedir. Eylemler egemen partileri, sendikaları, parlamenter metotları, yasal politik alanı aşan ve hatta hedefine alan bir seyir izlemektedir. Bu kurumlara “ya değiş ya yok ol” denilmektedir.

2- Bugün yaşanan krizin temelde geçmiş krizlerle benzerliği kadar önemli farkları da bulunduğu aşikâr… En önemli fark ise bu krize bir “sol siyaset krizi” eşliğinde giriliyor olmasıdır. Dolayısıyla bu etmen, krize karşı koyuş biçim ve yöntemlerini de etkilemektedir. Kitleler yalnızca egemen partilere ve siyasete değil klasik sol örgütlenmelere karşı da güvensiz yaklaşmaktadır. Bu ise ilk anda faşist hareketlere bir alan açmaktadır.

3- Hem sol siyaset (seçenek) alanındaki kriz ve boşluk ve hem de kapitalist ekonominin büyük ölçüde finansallaşmasının yarattığı çürüme, artan finansallaşmanın zorunlu kıldığı hızlı karar alma zorunluğunun bir ürünü olarak ortaya çıkan neo liberal otoriterliğin parlamenter siyaseti temsil krizine sürüklemesi, krize sistem içi cevap üretebilme marjını çok daraltmakta ve sistem için faşizan yöntemleri en önemli tedbir haline getirmektedir. Kriz giderek şiddet politikasını tek seçenek olarak öne çıkarmaktadır.

4- “Kriz ortalama siyaseti hükümsüz kılar” kuralı Fransa’da da işlemekte. Her ne kadar Macron ikinci turda yüzde 60 ile seçilse de bunun ehven-i şer desteği olduğu ve Fransa siyasetinde de krizin radikal siyaseti güçlendirdiği aşikar. Yükselen faşist Le Pen ve ilk turda oy oranını önceki seçimlere kısayla yüzde 8 artırarak yüzde 19,58’liye taşıyan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna kıl payı kalamayan ‘Boyun Eğmeyen Fransa’ hareketinin solcu lideri Jean-Luc Mélenchon’du. Bu sonuç ABD’de Sanders’ın, Birleşik Krallık’ta Corbyn’in radikal reformcu sol söylemlerle elde ettiği başarıyla birlikte düşünüldüğünde önümüzdeki krizin sol bir yükseliş için büyük bir olanak olduğunu ortaya koymaktadır.

5- “Sarı Yelekliler” direnişi, kriz dönemi siyaset dinamikleri açısından, bir başka öngörümüzü daha doğrulamıştır. Örgütsüzlük ve ideolojik amorflukla birleşen krizlerde ilk toplumsal tepkinin beklenmedik (sürpriz) patlamalar biçiminde gelme olasılığının yüksek olduğunu vurgulamıştık. Dahası bu tepkinin kural olarak işçi ve emekçilerin bilinç, mücadele ve örgütlenme deneyimi açısından zayıf, yani beklenmedik kesimlerinden ve beklenmedik bölgelerinden yükselmesinin şaşırtıcı olmayacağını vurgulamıştık.

Böylesi bir gelişmenin mücadele yöntemleri, talepleri vb. açısından hareketi hem dönemin ruhunu kavrayan yaratıcılığa hem de ilkelliğe ve şekilsizliğe kanalize edeceğini, bu durumun da geleneksel sol örgütleri ya hareketi küçümseme ve dışta kalma ya da harekete kendi doğrularını dayatma biçiminde bir reflekse sürüklemesinin en büyük yanlış olacağına dikkat çekmiştik. Olması gerekenin “önce hareketten öğrenmek ve ancak daha sonra harekete öğretmek” olduğunun altını çizmiştik. Fransız solunun geleneksel örgütleri ne yazık ki başlangıçta benzer bir hataya düşmüşlerdir.

6- Bu hatayı kolaylaştıran bir başka temel etken ise “faşizm korkusu”dur. “Sarı Yelekliler” direnişi “faşizm korkusu”nu esas alan bir politik refleksle faşizmle mücadele edilemeyeceğini, bilakis faşizmin güçlenmesine alan açılacağını bize bir kez daha göstermiştir. Faşizm, neo liberalizmin iktisadi, siyasi ve ideolojik iflasına demagojik bir yanıt olduğu için – ve halihazırda tek yanıt olarak görüldüğü için- bu denli hızla yükselmektedir. Faşizmle mücadele adına neo liberalizmin temsilcisi konumundaki güçleri -zımnen ya da alenen- faşizm karşıtı geniş cephenin unsurları olarak gören bir yaklaşılmla faşizme daha da genişleyeceği bir arazi teslim edilmiş olur yalnızca. Sol adına yapılması gereken “neo liberalizmin en kararlı ve tutarlı siyasal alternatifi benim” iddiasıyla kitlelerin önüne çıkabilmektir.

Geleneksel sol örgüt ve sendikalar ilk başta hareketin faşizmin güçlü olduğu bölgelerden yükselmesi ve bazı faşizan temaların dillendirilmesi gerçeğinden hareketle ve “faşizm korkusu” refleksiyle adeta Macron’u destekler konumda kalmışlardır. Hareketin neo liberalizm karşıtı halkçı niteliğini görmezden gelmişlerdir. Ama ‘Boyun Eğmeyen Fransa’ hareketinin solcu lideri Jean-Luc Mélenchon ve küçük bir Maocu grup farklı davranarak hareketin içinde yer almışlar ve bu yaklaşım etkili olmuş ve ancak daha sonra diğer sol örgüt ve sendikaların harekete bakışları farklılaşmıştır.

“Sarı Yelekliler” direnişi, içinde gerçekten faşizan nüveler de taşıyan bir hareketin sol bir müdahaleyle evrilmeye başlayabileceğine dair önemli işaretler sunmaktadır ve bu anlamda öngörülerimizi “umutvar” kılan biçimde zenginleştirmiştir. Ve bu hareket bize sol adına yapılması gerekenin “faşizm korkusu”yla yüzün neo liberal sağa daha fazla döndürülmesi değil, anti neo liberal emek eksenli bir alternatif olarak ön almak, öncü olmak olduğunu (Sanders, Corbyn, Mélenchon örneğinden sonra) bir kez daha kanıtladı. Tabi ve en önemlisi geneldeki karamsarlığa karşın böyle yapıldığında faşizmi geriletmenin ve krizden yeni bir sol yükseliş üretmenin güçlü olanakları bulunduğunu da…

7- Bu tür toplumsal patlama ve hareketlerin yaygınlaşacağını, bu hareketlerin sol bir yükseliş için önemli birikim ve siyasal/toplumsal meşruiyet altlığı oluşturabileceğini görüyoruz. Tabi ki solun bu alanda gerekli dersleri çıkarması ve bu süreçte kendini de yenileyerek yeniden inşa edebilmesi koşuluyla.

Ne var ki bu tür toplumsal hareketlere baktığımızda – “Sarı Yelekliler” deneyimi bu açıdan yeni bir veri olacaktır- bunların geride ciddi bir örgütsel birikim ve miras bırakmadan bir süre sonra sistem tarafından absorbe edilebildiğini ya da kendiliğinden sönümlendiğini görmekteyiz. Dolayısıyla bu tür hareketler

sol yükselişte bir kaldıraç olsalar da, bu yükselişi süreğen ve belirleyici bir kazanıma dönüştürme yeteneğinden azade gözüküyorlar. Bu gerçeği unutmamamız ve sol yükseliş adına stratejik çaba ve yatırımları bu hareketleri merkeze alan bir biçimde yoğunlaştırmamız, bir başka önemli derstir. Bütün deneyimler bize sonucu belirleyecek stratejik unsurun güçlü, yaygın ve süreğen bir işçi sınıfı hareketi olduğunu gösteriyor hala…

Son olarak, sol adına popülizm, totaliterizm vb. gibi içi boş ve gerçekliği karartıcı söylem ve arayışlarla birlikte “toplumsal hareketler” eksenli teorik ve politik mesaiyle de aramıza eleştirel bir sınır koyabilmek süreci kazanmak açısından kritik önemde gözüküyor.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER