Perşembe, Nisan 25, 2024

Mahmut Üstün yazdı | Kadın sorunu politiktir ya da kapitalizmin toplumsal yeniden üretimi

Eğer toplumun küçük bir azınlığı yaratılan ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerin büyük bölümünü kendine mal edebiliyor ve siyasal erki de çoğunluğun aleyhine olacak biçimde kendi çıkarları doğrultusunda kullanabiliyorsa, bu kabul edilmesi zor dengesizliğin sürüp gidebilmesi, ancak eşitsiz ve hiyerarşik örgütlenmenin toplumsal yapının en küçük hücresine kadar yayılabilmesi sayesinde olanaklı olabilmektedir.

Kapitalist sistem, “işin örgütlenmesi ve yönetilmesi” ile yetinmemektedir. Sınıf egemenliğinin toplumsal yeniden üretimi amacıyla “insanların kontrol altına alınması ve yönetilmesi”ne de özel bir önem vermektedir. Zira inşa edilen her mikro yöneten-yönetilen ilişkisi bu azınlık iktidarını”meşru”laştırılabilmekte ve sistemin idamesi için gerekli”genel onay”ın üretilmesine hizmet etmektedir. Dolayısıyla “yöneten- yönetilen”, “üst-alt”, ” imtiyazlı-dışlanan” ilişkisinin mikro biçimler halinde tüm toplum çapına yayılarak oldukça karmaşık bir hiyerarşik toplumsal yapı kurulması, ekonomik-sosyal yaşamın dayattığı nesnel zorunlulukların dolaysız bir ürünü değildir.

Elbette bu gelişmişlik düzeyiyle de ilgisi bulunmakla birlikte, temelde kapitalist sistemin toplumsal anlamda kendini yeniden üretme gereğiyle bağlantılı “siyasal/yönetsel bir tercih”tir. Marks bu konuda çok yazmadı. Fakat yazdıklarından kadın sorununu, toplumsal yapının özgürleşme turnusolü olarak değerlendirdiğini net biçimde görebilmek olanaklıdır. Lenin, kadın sorununu kapitalizmin çözemeyeceğini ve bizzat kapitalizm tarafından yeniden üretildiğini söyledi. Her ikisi de -ve özellikle Lenin- kapitalizmin tüm toplumun atomize edilmesini bir yönetim tarzı olarak kullandığını sıkça vurguladılar ve işin bu yönüne de işaret ettiler.

Doğrusu Marksist geleneğin çok uzun bir dönem” sınıfsal”ı salt sınıfın fiziki varlığına indirgediğini söylemek gerek. Elbette kesimsel ve kimliksel sorunlar yok sayılmadı ama- önemsizleştirdi. Bugün ise tam tersi bir yaklaşımla bu konular egemen post modern mantığa kurban edilmekte, sınıfsal temelinden azade biçimde ele alınmaya ve çözüm stratejileri geliştirilmeye çalışılmaktadır. Oysa bir işyerinde bir çalışanı başka bir çalışanla disipline etmek, çalışanlar arasında farklılık ve rekabet yaratmak gibi uygulamalardan başlayıp ırksal, etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel bir “alt-üst” ilişkisi yaratılması, bizzat kapitalizmin siyasal toplumsal bazda yeniden üretimi ile dolaysızca ilgilidir.

Erkek/kadın ilişkisi de, değişik biçimlerde, aynı hiyerarşik ilişki temelinde yeniden üretilmektedir. Ezilme ilişkilerinin en katmerlisi olarak kadın sorunu, yalnızca geleneksellik ya da din ile ilgili değil, bugün artık temelde kapitalizmle ilgili bir “sınıfsal sorun” halini almıştır. Din ve geleneğin kapitalizme entegrasyonu ve kadın sorunu… Dinsel ideoloji ile kapitalist ideolojiyi, ikincisinin hegemonyasında entegre hale getiren en önemli ortaklaşma alanlarından biridir kadın sorunu. Bu ikisini kadın sorununda birbirine yakınlaştıran, tutkallayan en önemli unsur, ikisinin de farklı gerekçe ve biçimler altında, kadını ikinci bir cins, bir ev içi hizmetçi, çocuk makinesi ve insanlığın “yedek gücü” olarak görmesidir. Birisi en kaba ve sözümona kutsal gerekçeler altında, diğeri de sözümona daha ince ve eşitlikçi söylemler altında…

Kadının ekonomik hayattaki özel konumu…

Kapitalizm – dini ve gelenekleri de kullanarak- kadının ikinci sınıf konumunu ve temelde ev içi hizmetçi niteliğini yeniden üretir. Bir yandan kadını bir “eş ve ana” sınırları içinde tutmayı esas kabul eder. Öte yandan da kadınları ucuz ve kolay işten çıkarılabilir bir yedek işgücü olarak yığınsal olarak emek gücü piyasasının içine çeker. Bu ikili yapı birbiriyle çelişik gibi görünse de, aslında birbirini beslerler. “Ev hanımı ve ana” algısının başatlığı, kadın emeğini ucuz emeğe dönüştürür. Ayrıca bir kriz ortamında en başta ve en kolay biçimde kadın işçilerin işten çıkarılabilmesini sağlar. Dahası erkek işçilerin işini tehdit eden, onların ücret taleplerini baskılayan bir ucuz işgücü seçeneği olarak kadın emeği yedekte tutulur. Bu şekilde emeğin içindeki cinsler arası yarılma da derinleştirilir.

Ezilenlerin En Ezileni olarak kadın

Kadın sorunu, örneğin ulusal sorun gibi, bizzat kapitalizm tarafından üretilmiş değildir. Devralınmıştır ama kapitalizm tarafından da yeniden üretilen bir sorundur. Dolayısıyla emek içi, ırksal, dinsel, mezhepsel hiyerarşiler gibi kapitalizmin siyasal-kültürel doğasına içkin bir niteliğe haizdir. Ama tüm diğer sorunlardan daha ağır ve katmerlidir. Zira kadınlar “alt hiyerarşinin de alt hiyerarşisidir”. Ezilen bir etnisite ya da mezhebin üyesi olan kadın, hem bu kimlikleri yüzünden hem de kadın olarak ezilmektedir. Dahası onu kadın olarak ezen yalnızca egemenler değil bizatihi üyesi olduğu ezilen kimliğinin erkek egemen yapısıdır da… Kürt Alevisi olan işçi bir kadını düşündüğümüzde, bir kadının çok katmanlı ezilme ilişkisinin kurbanı olduğu daha net anlaşılır. İşçi olarak ezilir; Kürt olarak ezilir; Alevi olarak ezilir ama yanı sıra bir kadın olarak hem egemen kimliklerin hem de ait olduğu ezilen kimliklerinin ortak paydası olan erkek egemen zihniyetince ezilir… Kısacası kadın gerçekten de “ezilenlerin en ezileni” durumundadır..

Kapitalizmin Cinselliği: Aşk’ın Köleliği Hazzın İmparatorluğu…

İster dinsel ister seküler olsun toplum içinde küçük bir azınlığın yönetim erkini elinde tuttuğu ve geniş çoğunluğu kontrol altında bulundurmak zorunda olduğu bütün toplumlarda “uçkur”da en başat araçlardandır… Zira hedonist/hazcı cinsellik, ezenlerin ezilenler üzerindeki egemenliğini tesis eden en güçlü “yular”lardan biridir. Kapitalizm yalnızca kadının emeğini metalaştırmakla kalmaz aynı zamanda kadın bedenini de metalaştırır. Böylece kadın bir aşk öznesi olmaktan çıkar ve ticarileşmiş bir haz nesnesine dönüşür.
Bu süreç sınıf egemenliğinin yeniden üretilmesinde etkin bir rolü olan hazcı/cinsiyetçi bireyciliği geliştirir. Ve bu cinsiyetçi bireycilik cinsler arasındaki uyumu bozar; cinslerarası ilişkiye çıkarı, bencilliği, nesneleşmeyi ve şiddeti zerk eder. Kısacası cinsel aşk “uçkur”a, “uçkur”da “yular”a dönüşür. Cinselliğin birey merkezli bir hazza indirgendiği her yerde, iki cinsin eşitlik ve özgürlüğü temelinde yükselen cinsel sevgi miniminize olur. Cinsel kimlikler -ve tabi ki açık farkla da kadın cinselliği- nesneleşir/metalaşır…

Dolayısıyla içinde cefa, dayanışma, fedakarlık ve paylaşım da bulunan cinsler arası ilişkinin en eşit ve insani biçimi olan aşkın/cinsel sevginin yerine, kapitalizmin, mutluluk kaynağı olarak hazcı/bireyci cinsellik anlayışını istikamet olarak göstermesi de hiç tesadüfi değildir. Hazcı/bireyci cinsellik anlayışı, çıkar ve hiyerarşi eksenli kapitalist sistemin toplumsal yeniden üretimine hizmet etmektedir. Zira bu tür bir cinsellik anlayışı iki cinsin birbirini cinsel bakımdan nesneleştirmesine, ilişkiye çıkar ve güç ilişkileri penceresinden bakmasına yol açar.

Çıkar ve nesneleştirme eksenli cinsel tatmin arayışının kaçınılmaz sonucu olarak da toplum, cinsel taciz ve tecavüzlerin boy verdiği devasa bir bataklık haline dönüşür. Elbette bunun dinsel temalarla yapıldığı -yani cinsel sapkınlıkların Allah’ın emri ve dinin gereği gibi sunularak dokunulmazlık kazandırıldığı- yerlerde kadına yönelik cinsel baskı, taciz ve tecavüzler, bu “meşru kutsal zırh”ın altında çok daha alçakça, ikiyüzlüce ve hunharca yaşanır.

Kapitalizmin evlilik ve aile anlayışı da kadın/erkek ilişkilerin sevgi/aşk üzerine şekillenen bir formu tanımlamaktan giderek daha da uzaklaşmış, hazcı/bireyci cinsellikle paralel biçimde sınıf egemenliğini tesis eden mikro devlete dönüşmüştür. Tabi bu kez dini ve gelenekleri yardıma çağırarak ve daha “kutsal” gerekçeler eşliğinde H.Dicle’nin insan hakları ile ilgili bir sunumunda rastladığım çok güzel bir tanımlamayla “Aile, erkeğin küçük devletidir !”. Evlilik ve aile aracılığıyla kadın için erkekle birlikteliğinde aşka nazaran para, güç ve iktidar; erkek içinse kadınla ilişkisinde aşka nazaran imaj/prestij, ev içi egemenlik ve soyu sürdürme çok daha başat bir rol oynamaya başlamıştır.

Engels, “Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağıyla; para ya da mevki gücüyle bir kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman. İşte o zaman kadın erkek ilişkileri ve insan ilişkileri ahlaki yüceliğe ulaşacaktır.” derken, sınıf egemenliğin erkek/kadın ilişkisine nasıl içselleştirildiğini ve yeniden üretildiğini anlatır aslında.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER