Mahmut Üstün yazdı | Genç Marksist akademisyenler biraz kızacaklar ama…

Batı Marksistlerinin genelinde var olan eğilim bir nevi “durgunluk teorisi” üretmektir. Avrupa’nın az dalgalı toplumsal sınıfsal ortamının yüzü pratiğe en fazla dönük teorik ürünleri yeni toplumsal hareketler üzerine olanlarıdır ve/fakat bu yaklaşımların da on yıllardır pratikte yol açıcı değer kazanabildiği söylenemez.

Elbette Avrupalı Marksistlerden öğrenilecek epeyce şey vardır. En başta da üst yapı ve ideoloji alanında… Ama hayatın ve klasik Marksizm’in süzgecinden geçirerek… Asla o teorileri aynen alıp Türkiye’ye koşullarına naklederek değil…

Durgunluk ortamı, olaylar ve olguları toplam, dinamik ve ilişkisel biçimde ele alan bir teoriden Batı Marksistlerini uzaklaştırmış, onları tekil olgular üzerinde ve bu tekil olguları diğer olgulardan yalıtarak -kendi içlerinde sebep sonuç ilişkileri arayarak- anlamaya yoğunlaşan parçacı (ve bir anlamda da yapısalcı) bir yaklaşıma sürüklemiştir.

Aynı zamanda akıp giden hayatı tarihsellikten kopuk bir güncelin verilerine kurban etmek, pratikten el ayak çekmişliğin bir sonucu olarak teoriden teori, kavramdan kavram üretmek gibi Marksist yöntemden kategorik kopuşa yol alan eğilimlere yol açmıştır.

Bu tür bir teorik çabanın kendisi de ister istemez aşırı derece de kategorikleştirmeci ve kavramlaştırmacıdır. Olayları statik durumlar içinde açıklama çabalarının yarattığı abartılı “kavram curcunası” teoriyi zihinsel bir egzersize indirgeme eğilimi zaten doğasında içsel olan aydınlara, özellikle de genç aydınlara çok çekici ve parıltılı gelmiştir, gelmektedir.

Türkiye de uzun sayılabilecek bir durgunluk döneminden geçtiği için “teori” planında benzer ahrazlar epeydir yaygınlaşmış durumdadır. Akademi ise bu ahrazın ana yatağı haline gelmiştir.

Bir; aşırı disiplin minimizasyonu ile kılcal damarlara inme hevesinin ana damarlarla ilişkiselliği kaybettirdiği bir mikro teori sapması;

İki, hayattan değil kuramdan üst kuram, kavramdan üst kavram türetme hevesi;

Üç, üst yapısal sorunsallara gömülmüş “batı Marksizmi”ne karşılıksız aşkın sonucu olarak eksensizlik, bütünsel ve diyalektik bakışın kaybı;

Dört, üst bir entelektüel cemaat dili içine hapsolmak;

Beş; üniversite özerkliğinin ciddi yara almasının ve akademik hayatı da saran ticarileşmenin bozucu etkileri;

Altı, “apolitik ve konformist bir Marksizm”;

Yedi, makalelerin üretiminde “kürsü hocaları”nın eğilimlerini fazlasıyla gözetmek…

Bunlar son 20 yıldır akademik Marksizm’i, özellikle de genç Marksist akademisyenleri fazlasıyla etkilemiştir. Tam da bu nedenle 60-80 arası var olan akademik ve politik alan arasındaki karşılıklı beslenme ilişkisi uzun zamandır söz konusu değildi.

Ne var ki Gezi Direnişi ile başlayan, KHK tasfiyeleri ile daha da ivmelenen süreçte apolitizm ciddi ölçüde aşılmaya başlanmıştır. Alan araştırmalarında sıkça boy göstermeye başlayan, teori ve kavramlaştırma süreçlerini pratik hayata dayandırma gayreti artan, dünya ve ülke gelişmelerinde daha net ve pratiği önceleyen teorik müdahaleleri cesurca ortaya koyan yeni ve nitelikli bir genç akademisyen kuşağının ortaya çıkmaya başladığına dair emareler çoğalmaktadır. Bu olumlu bir gelişmedir. Ama “orta sınıf” haleti ruhiyesi ile “ezilen sınıflar” sorunsalından bigâne insan halleri/ilişkileri eksenli seküler ahlakçı makalelerin fazlasıyla boy rağbet görmesi, apolitizmin hala ciddiye alınması gereken bir sorun olduğunu da göstermektedir.

Elbette sorunun kaynağı en temelde nesnel koşullardadır ve kesin çözümü de bu koşullardaki değişimdedir.

Ama bugünden bu sorunları en aza indirmek için yapılacak bir şeyler de var.

Önce sahaya inmek konusunda özel bir çaba içinde olmak ilk önemli adımdır. Örneğin en başta işçi sınıfı üzerine, özellikle bilinç/eylem/örgütlenme üzerine çalışan akademisyenler olmak üzere, Flormar Direnişi gibi uzun süreli direnişlere niçin bir laboratuar gözüyle yaklaşılmadığı, direnişe bir akademik çadır kurulmadığı bu açıdan sorulması gereken bir sorudur.

İkinci olarak da Marksizm’in klasiklerini yeniden başucu kitabı yapmak ve beraberinde Korkut Boratav, Ahmet Tonak, Sungur Savran, Tülin Öngen , Doğan Göçmen vb. hocaları dil ve yöntem açısından merceğe alarak yeniden ve yeniden okumak…