Salı, Nisan 16, 2024

Mahmut Üstün yazdı | CHP’nin “sol” korkusu

Klişeleşmiş ama siyaseten pek de anlamlı olmayan bir laf var: Türkiye’de solun oy potansiyeli yüzde 30-35 aralığında; sağınki ise yüzde 65-70 civarındaymış… Bu söz, yıllardır değişmeyen bir sabite halini almış. Dolayısıyla buradan çıkan sonuç solun oylarını artırması için muhafazakâr kesimlerin hassasiyetlerine de seslenmek, yani ister istemez sağ bir söyleme ve/veya sağ adaylara yönelmekmiş vb. vb.

Bu iddia temelden yanlıştır.

Zira sol oylar ile sağ oyları karşılaştırmak için her şeyden önce ve gerçekten sol politikaların varlığı gerekir.

Türkiye’de parlamenter siyaset alanında solun vücut bulduğu tarih 1965- 1980 aralığıdır. TİP ile başlayan, daha sonra CHP’nin sosyal demokrat bir evrim yaşamasıyla güçlenen parlamenter sol siyaset bu tarihsel aralıkta ilk defa Türkiye halkının önüne bir seçenek olarak konulabilmiştir. 1980 sonrası ise bir dönem ve hayli cılız bir biçimde SHP bünyesinde sosyal demokrasi varlığını hissettirmiş; 1990 ortalarınadn sonra ise SHP, CHP ve DSP eliyle uygulanan politikaların hiç biri sol olarak nitelenebilecek bir özellik taşımamıştır. Çeşitli gerekçeler altında sağa açıla açıla, sonuçta bu partiler sağ politik aktörler haline gelmişlerdir.

Dolayısıyla 1968-80 tarihsel aralığı dışında sol ve sağ oylar başlığı altında yapılan ayrımlar ve bu ayrımlara dayalı analizler, özellikle de sol oy potansiyelinin tespiti açısından bize hiç bir fikir veremez. Bu analizler üzerinden yapılan sağ politik açılımlar sol adına hareket ettiğini söyleyen partilerin derdine derman olamaz. Ve olamamıştır da…

1968-80 dönemi…

1968-80 arasını esas alarak yapılacak bir değerlendirme ise, bize söylenenin tam aksine az çok tutarlılıkla savunulan sol politikaların toplumda yaygın bir destek bulduğunu gösterir niteliktedir. Bu dönem sol politikalar daha ilk adımda yüzde 35’lerin üstünde bir destek bulmuş ve kısa süre içinde ise bu destek yüzde 45’ler çıtasına ulaşmıştır.

Yani yüzde 30-35 çıtasında sabitlenen bir sol potansiyel iddiası, böylesi bir tarihsel ve politik arka planından yoksun olduğu için, bize sol oy potansiyeli hakkında hiç bir anlamlı bilgi sunmamaktadır. Aksine belirtilen bu oy oranları, sol oy potansiyeline ilişkin değil, sağ politikalar uygulayan sol mahreçli partilerin nasıl bir çıkmaza saplandığına dair bir veri olarak yorumlanmalıdır.

Denilebilir ki o vakitler bambaşka bir dönemdi. Dünyada sol rüzgârlar esiyordu, SSCB vardı vesaire vesaire… Tabi ki bunların yokluğu ve neo-liberalizmin bu boşlukta dengeyi kendi lehine değiştirmesi, sol politikanın kitleler nezdindeki itibar ve inandırıcılığının azalmasında etkili oldu. Ama bu, gerçekten belirleyici bir etmen miydi? Daha da ötesi neo-liberal ve post modern sağ rüzgârların bütün dünyada -ve tabi Türkiye’de de- büyük bir yıkıma neden olduğu bugün, bu gerekçenin artık pek bir kıymeti harbiyesi de kalmamıştır.

Yakın tarihe baktığımızda da tam tersini görüyoruz…

Rakamları bırakıp, en azından ikincilleştirip, siyasal dinamiklerin analizi üzerinden konuşmak gerek. Böylesi bir analiz bize halkın sol politikaları belirgin bir çoğunlukla desteklediğini gösterecektir.

Örneğin AKP’nin iktidara gelişinde, Türkiye’de eksik olan sol politika kulvarını kendi meşrebince doldurmaya yönelik söylem ve adımlarının çok büyük bir etkisi olduğu, bütün siyasal gözlemciler tarafından ifade edilen bir gerçek değil miydi? AKP’yi güç haline getiren dinsel söylemlerden ziyade sola ait, ezilmişlik, yoksulluk, mağduriyet içerikli ve sınıfsal temelli söylemler değil miydi?

Yine 1989’da SHP’nin oylarını artırmasında -zayıflamış da olsa- sosyal demokrat söylemi kullanıyor olması en temel faktör değil miydi? Ya Kılıçdaroğlu’nun ilk döneminde yarattığı heyecan ve umut dalgası çıkış döneminde kullandığı sol, emekten yana, halkçı söylemden bağımsız mıydı? Hatırlanacağı gibi bu ilk dönem CHP oyları bir ara yüzde 35 civarına kadar yükselmişti. Yine son dönemde CHP en etkili muhalefeti taşeronluk ve asgari ücret konusundaki söylemleri aracılığıyla yapmadı mı? İlk defa CHP’nin dile getirdiği talepler geniş halk kesimlerinde olumlu bir karşılık bulmadı mı? Tam da bu nedenle iktidar geri adım atmak ve kendini CHP’nin dillendirdiği bu talepleri eksik ve yüzeysel de olsa karşılamak zorunda hissetmedi mi?

Peki ya Selahattin Demirtaş’ı Erdoğan karşısında en etkili muhalif politikacı haline getiren en önemli unsur, emek eksenli, sol içerikli ve birleştirici bir söylem kullanması değil miydi? Etnik aidiyet ile ilgili çok önemli handikaplarına rağmen Demirtaş, tam da bu sol politikalar sayesinde CHP’lisinde, AKP’lisinde ve hatta MHP’lisinde bile bir beğeni ve takdir kazanmadı mı? Demirtaş örneğinin en önemli verdiği mesaj, sol politikaların halk içinde en büyük önyargıları bile parçalayamaya muktedir bir kuvvette sahip olabildiği değil midir?

Ya da Saadet Partisi’nin Temel Karamollaoğlu’nun genel başkanlığıyla birlikte yaratmaya başladığı yaygın sempatinin en önemli nedeni nedir? Karamollaoğlu’nun söylemlerinin yer aldığı sosyal medya paylaşımlarının altında en çok rastlanan yorumlardan biri “CHP’nin söylemesi gereken ama söyleyemediği sözleri Karamollaoğlu söylüyor” içerikli olanıdır. Bu son derece anlamlı bir saptamadır…

Gelelim dünyaya…

Sosyal demokrat partilerin sağa yöneldiği, sağı sağ politikalarla ve sağ adaylarla etkisizleştirmeye çalıştığı Almanya, İtalya, Avusturya vb. tüm örneklerde sonuç faşizan hareketlerin yükselişi, yani toplumun daha da sağa kayması olmuştur.

Ama İngiltere, ABD, Yunanistan, Portekiz, İspanya vb. gibi tersi örnekler de mevcut… Bu ülkelerde ise sol yeniden umut olabilmiş, oylarını ve siyasal ağırlığını artırmıştır. İspanya, Portekiz, Yunanistan, ABD ve İngiltere’de sırasıyla Podemos, Sol Blok, SYRIZA, Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn ciddi bir sol canlanma yaratabilmişlerdir… Örneğin Jeremy Corbyn İşçi Partisi Başkanı olduktan sonra, son seçimlerde partinin oy oranını yüzde 40’a yükselterek büyük bir başarı sağlamıştır.

Peki, adını saydığımız ülkelerde sol akımlar bu çıkışı nasıl yaptılar? Ukala sermayesever mahfillerin “çağdışı”, “dededen kalma” diye alay edişlerine aldırmadan, neo-liberal kemer sıkma politikalarına karşı refah devleti kurumlarını canlandırmaktan, sendikal hareketi güçlendirmekten, gelir dağılımındaki bozuklukları gidermekten, ülke yönetiminde halkın etkisini artırmaktan ısrarla dem vuran bir politik söylemle. Bu söylemlerle yalnızca oylarını artırmakla kalmadılar; bundan çok daha önemli bir şeyi başardılar: Neo-liberalizmin tartışılmaz addedilen amentülerini yerle bir ederek siyasi zemini solun gücünü kalıcılaştıracak biçimde halkçı/kamucu bir temele doğru itelediler…

Aslında tablo bu kadar açık…

Türkiye’de ve hatta dünyada sorun sağın soldan güçlü olması değildir. Solun varlığı ya da yokluğudur. Sol sağcılaşarak güçten düşüyor; sağ -demagojik biçimde de olsa – sol söylemi kullanarak güçleniyor. Sağ solcu söylemle etkili olabiliyor çünkü solun aslı olmadığı için taklidi bile etkili olabiliyor.Sol sağcılaştıkça daha da zayıflıyor çünkü sağın aslı var ve taklit yalnızca bu aslı güçlendiriyor.Sonuç olarak “sol”lun sağdan oy alması ancak gerçek ve tutarlı bir sol politikayla mümkündür.

Peki, örneğin CHP, güncel ve tarihsel örnekleriyle apaçık olan bu gerçeği göremiyor mu? Sanırım mesele artık görmek ya da görememek değil.

CHP’nin uzun yıllardır hep sağ politikalardan medet umması, sermaye, devlet ve sağ siyaset erbabıyla hemhal hale gelmesi, giderek sağcılığı CHP içinde yapısal bir özellik haline getirmiştir. Hem de “sol” olmaktan korkacak düzeyde…

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER