Perşembe, Nisan 18, 2024

Mahmut Üstün yazdı | Bugün günlerden o gündür: “Sol yeniden”…

İçinde yaşadığımız dönem olağan bir dönem değil… Hem dünya da hem Türkiye’de…

Bundan 20-30 yıl önce birileri neo liberalizm/postmodernizm parantezi içinde tanımlanan bu yeni dönemi, insanlık için tek ve değiştirilemez bir seçenek (“tarihin sonu”) ilan etmişlerdi. Başka birileri de kaos, belirsizlik ve parçalanma esasına dayalı bu yeni dönemin sürdürülemez bir özelliğe sahip olduğunu söylemekteydiler. Haliyle birincilerin gücü çok daha fazlaydı ve sesleri de çok daha gür çıkıyordu.

Aslında tarihin sonu denilen bir kaos, toplumsal atomizasyon, öngörülemezlik, kuralsızlık ve güvencesizlik dönemiydi.

Kaos, gerileme, dağılma belirtileri ilk olarak bu sürece yenilmiş olarak giren sol’da karşılığını buldu. Sosyalizmin aldığı ağır darbeye, sosyal devletin tasfiyesiyle sosyal demokrasinin ideolojik ve siyasal bunalımı eşlik etti. Bu ayrı bir tartışma konusu… Ama sol bugüne kadar bu krizden çıkamadı. Kaos, gerileme ve çürüme sürecini bir yeniden yapılanma, yeniden harmanlanma fırsatına dönüştüremedi…

Soldan iltihak eden taze güçlerle kol kola neoliberalizm/postmodernizm kayığına binenler ise yaşanan çürüme sürecinden kendilerinin muaf olduğunu düşünmekteydiler. Bu kötü kaderin sebebi devletçi, kamucu, sosyal devletçi anlayışlardı. Başta eski sol olmak üzere geçmişi simgeleyen tüm eski kurum ve anlayışlar tarihin mezarını boylayacak ve/fakat  neo liberal/postmodern zihniyet düğün bayram yaşayıp gidecekti onlara göre.

Ama  olmadı. Zaman  bu yeni dönemin sürdürülemez bir özelliğe sahip olduğunu söyleyenleri haklı çıkardı.

Bugün gök kubbe altında öngörülebilirliği önemli ölçüde ortadan kalkmış bir kaotik sistemin içinde yaşıyoruz. Siyasal ve toplumsal süreçler iyi kötü belirlenmiş kurallar temelinde hareket eden siyasal parti, kurumlar, uluslararası ve yerel örgütlenmeler eliyle ve öngörülebilir bir temelde işlemiyor.

Sosyalizmin devrimci, sosyal demokrasinin kontrollü tehdidi ortadan kalkınca, kapitalist sistemin unsurlarını birbiriyle koordine kılan, disipline eden, kontrollü ve kurallı kılan bağlar da büyük ölçüde çözüldü. Sosyalist tehdidin ortadan kalkması onların içeride ve uluslararası platformda az çok birbirine tutkallı kalmaları zorunluluğu da ortadan kaldırdı.

Birleşmiş Milletler, AB, NATO vb. eski istikrarlı ve etkili hallerinde değiller. Sistemin ne hegamonik hiyerarşisi, ne karşılıklı kutuplaşmaları/bloklaşmaları, hiç biri ama hiç biri, istikrarlı, süreğen, öngörülebilir nitelikte değil. Bu yapılar ortadan kalkmadılar, varlıklarını bir biçimde sürdürmekteler ama siyaseten köklü bir  anlam ve inisiyatif fakirleşmesi yaşadılar. Devlet/kamu, yargı vb. gibi sistemin kolektif aklını, denge ve bütünlük balansını temsil eden kurumlar fonksiyonlarından büyük ölçüde azade kılındılar. Üniversitelerden, medyadan beklenen sistemsel ideolojik roller değişti. Hepsinden ticari ilişki ve çıkarların basit ajanları olmaları istendi.

İşçi sınıfı ve emek süreci katı bir kontrol altına alınır, esnek üretim ve istihdamla parçalanır, birlik olamaz ve hak iddia edemez hale getirilirken, tüm toplumsal alanda olası birlik ve ortaklıkları engelleyecek biçimde dizayn edilmeye çalışıldı. Daha öncelleri hem toplumu ayrıştırmak, hem de vatandaşlık ve ulusal kimlik temelinde birleştirmek temel yönetsel yöntemdi. Neoliberalizm/postmodernizm ikilisiyle ayrıştırmak açık ara başat bir yönetme üslubu haline geldi.

Ne örgütlü sistem dışı güçlerin mücadelesi, ne sosyalizm tehdidi, ne sosyal devletin “katlanılmaz hale gelen maliyetlerinin yükü” sözkonusu değildi.  Sermayenin en rafine programı olan neo liberal kapitalizm, önündeki tüm engeller kalktıkça, en rahat, en sorunsuz, en fütursuz biçimde uygulanma olanağına kavuştu. Bu pervasız rahatlıklla öncelikle emekçiler ve ezilenler, peşi sırada  tüm toplumsal hayat üzerinde dağıtıcı, kuralsızlaştırıcı,yıkıcı etkiler yaratmaya başladı. Tabi en sonunda -ve ironik biçimde- bizzat kapitalizm içinde…

Bu uygulamalar emeğin kesimsel kazanımlarını asgariye indirdi. Sermayenin kesimsel kazanımlarını azamiye çıkardı. Ama örgütlü toplumun dağıtılması, toplumsala atıf yapan bütünsel projelerin “tu kaka” ilan edilmesi, bunlar yerine bireyci, cemaatçi, parçalı çıkarların yüceltilmesi,, zamanla  tüm toplumsal dokunun çözülmesi ve giderek de kapitalizmin  büyük bir sistemsel krizin içine yuvalanması sonucunu doğurdu. Kolektif aklı, denge ve bütünlük balansını temsil eden kurumların  aşındırılmış olması, tekil ve lokal çıkarların merkez kaç etkilerine  alan açtı. Uygulanan politikalarla topluluk bilincinden uzaklaştırılan ve/fakat  anomik bir yapı içine sürüklenen kitleler azgın bir bireycilik, etnik ve dinsel cemaatçilik anlayışının esiri haline getirildiler. Bu anomik ortamın içinden faşist, dinsel, mikro mezhepçi ve etnikçi gericilikler diz boyu fışkırdı. Bugün yüz yüze olduğumuz tablo tüm sistemi tanımlayan bir kaos, kuralsızlaşma, parçalanma ve giderek de bir çürüme tablosudur.

Bugün artık yalnızca sol değil, bizzat sistemin kendisi de bir kriz, dağılma ve çürüme sürecinin içindedir. Ve yalnızca sol için değil tüm toplum açısından bir yeniden yapılanma ve harmanlanma ihtiyacı sözkonusudur.

Bu tablo solu kendi gücünden ve çabasından bağımsız olarak yeniden  ve önemli ölçekte gündeme dahil etmektedir.

Kriz ve arayış tüm toplumsal katmanları sardığı ve evrensel bir nitelik kazandığı için sol, uzun bir tarihsel aralıktan sonra hem faşist ve gerici tehditlerin frenlenmesi hem de geleceğin inşası konularında  ciddi bir siyasal odak olarak tarih sahnesine yeniden çıkmak ve  dahası öncü bir rol kapmak olanaklarına kavuşmaktadır.

Faşist otoriter sağcı eğilimin güçlenmesi yeni değil… Temeli istikrarsızlık, öngörülemezlik ve güvencesizlik olan neoliberalizme hep eşlik etmiş olan bir süreç bu. Kriz artıkça elbette bu eğilimler daha da kuvvetlenmekteler. Ama yeni olan Podemos, Syriza, İngiliz İşçi Partisi ve ABD’deki Demokrat Parti içinde sol söylem ve arayışların yeniden itibar ve güç kazanmasıdır.

Türkiye’de Gezi’den bu yana özü sol olan bir seçeneğin az çok istikrarlı bir gelişmeyle siyaseti şekillendirmeye başlaması da bu açıdan çok önemli bir işarettir. Sosyalistler zaten bu sürece dahil olmak konusunda istekli ve hazırdırlar. Önemli olan bu dalganın CHP ve HDP’yi, hatta kendilerini sağda tanımlayan bazı güçleri de kendi yörüngesinde toplayabilecek bir güce sahip olmasıdır.

Bütün bunlar solun krizini aşması ve yeniden öncü bir rol üstlenmesi açısından önemli bir tarihi imkana işaret etmektedir. Sol tek başına ve temelde entelektüel alanın içine sıkışmış çabalarla değil, ancak kendi politik iddialarının güncel ve yaşamsal toplumsal taleplerle çakışması halinde krizden yenilenerek çıkabilirdi. Bugün günlerden o gündür.

Tabi ki bu dönem iyi okunursa… İçinde bulunulan sürecin analizine dayalı derin bir stratejik kavrayış ve taktik esneklik geliştirilebilirse… Ne ezberlerin tekrarına dayalı bir savunmacılığa, ne de geçmişten kategorik bir kopuşa dayalı bir “yenilik” tuzağına düşmeden. Eskiyi kapsayarak aşmayı ve ilkesel olanı bugünün içinde yeniden üretmeyi esas alan bir yöntemsel tutumla…

Bu konu üzerinde yazmaya devam edeceğiz…

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER