Başörtü eylemleri hatırlardadır... Büyük bir toplumsal sorun olmuştu. İşin din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili bir boyutu vardı. Bir de siyasal İslam'ın siyasal ve toplumsal hayatı fethetme girişimi ile ilgili bir yanı... Başörtülü kadınların içinde hatırı sayılır bir bölüm muhtemelen inançlarını özgürce yaşamak ve bu kimlikleriyle öğrenim ve çalışma haklarını kullanmak istemekteydiler. Ama aynı zamanda bağnaz "siyasal İslam erkekliği" ise onları kendi fetih siyasetleri doğrultusunda araçsallaştırıyor ve "Kemalist cumhuriyet"in sınır ve sinir uçlarına seferber ediyordu. Bu erkek egemen siyasal İslamcılığın karşısında ise, bu bağnazlığın işini kolaylaştıran dar kafalı bir "laiklik" cephesi vardı. Başörtülü kadınlar bu ikisi arasında sıkışıp kalmışlardı... Bir yanda onları siyasal fetihçiliklerinin bir aracı olarak kullanan dinci bir erkek egemenlik; diğer tarafta ise laiklik adına -salt başörtülüler diye- bu kadınların eğitim ve çalışma haklarını ortadan kaldırmaya yeminli bir başka dar kafalılık. Sonuçta olan bu kadınlara oldu. Pek çoğu eğitim hayatından ayrılmak durumunda kaldı. Kadınların eğitime ve çalışma hayatına katılmalarıyla ilgili bir niyet taşımayan -hatta tam tersini arzulayan- erkek dinciler bu kadınların ezilişini uzaktan ve muhtemelen de ellerini ovuşturarak seyretti. Erkek İslamcılara hiç bir zarar gelmediği gibi, "erkek İslamcılığın" amaçlarına hizmet edilmiş oldu; ekmeklerine yağ sürüldü. İşin din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili bir yanı vardı. Ama liberaller gibi sorunu salt bu pencereden görüp değerlendirmenin naiflik olduğunun da farkındaydım. Bu işin din ve vicdan özgürlüğü meselesinin ötesine uzanan, siyasal/toplumsal yaşamı fethetmeye yönelik bir boyutu olduğu da açıktı. Ayrıca toplumda türbanlı/çarşaflı kadınların sayısının çoğalmasının genel olarak o toplumun demokratik hayatı, özel olarak da tüm kadınların hak ve özgürlükleri açısından bir tehlike sinyali olduğu konusunda da hiç bir tereddüt duymadım. Ama tüm bunlara karşın o günlerde başörtülü kadınlara yönelik izlenen politikaların hem ilkesel hem de taktik anlamda yanlış olduğunu düşünüyordum. Bugün de öyle... Çünkü; bu konuda varolan tarihsel fay hattını tetiklemek suretiyle  laikliği tehdit eden iki temel faktör neoliberal güvencesizleştirme politikaları ile eğitimden kültüre tüm hayatı kuşatan 12 Eylülcü Türk İslam senteziydi her şeyden önce... Bu toplamda sorunu ele alarak eğitimden, kültüre, ekonomiye uzanan kapsamlı bir laikleşme programı ortaya koy(a)mayan, laikliği neredeyse sadece başörtü karşıtlığına indirgeyen bir "politika", laikliği değil siyasal İslamcılığı güçlendirmeye yarardı ve nitekim de öyle oldu. Dahası da var: Kadının eğitimli olması, çalışma hayatına katılması ve bağımsızlık elde etmeye başlaması siyasal İslamcılığın zayıf karnı ve aşil topuğudur aslında. Siyasal İslamcılar başörtüsü simgesi üzerinden kadınları eğitim ve çalışma hakkı talebiyle seferber ederek belki kısa vadede bir takım yararlar elde edebilirlerdi. Ama orta ve uzun vadede bu hamleleri kendi ayaklarına kurşun sıkmaktan farksızdı. Laik kesimin soruna doğru yaklaşması bu süreci hızlandırabilir; yanlış tavırları ise geciktirirdi. Ne yazık ki ikincisi oldu. Bu perspektifle bu konuyu hep izlemeye çalıştım: Bir müddettir, gecikmeyle de olsa, siyasal İslamcılığın dipten dibe büyüyen bir "kadın sorunu" ile boğuşmaya başladığını gözlemlemekteyim. Tabi burada söyleyeceklerim "başörtü" sayesinde sisteme (ranta ve mevkiye) tırnak geçirmiş kadınları kapsamıyor. Onlar hallerinden gayet hoşnutlar. İşin çok daha ilginç ve  anlamlı boyutu ise şu: Bugün bağnaz siyasal İslamcı erkek egemenliğe karşı bayrak açan "başörtülü kadınların" hemen tümü, geçmişin başörtü özgürlüğü mücadele sinde en önde yer alan kadınlardan oluşmakta... Bu mücadele çok daha içeriden ve daha kapalı bir biçimde yürüdüğü için, biz bu alanda dönen çatışmayı, gerilimleri, "felaket ve kıyamet" tablosunu açık biçimler altında göremiyoruz. Bu süreci izlemek isteyenler için "Reçel" isimli sitede yürüyen "sorgulayan Müslüman kadınlar" arasındaki tartışma ve iç diyaloglara bakmalarını öneririm. "Başörtü özgürlüğü" için dün meydanlarda kıyasıya mücadele eden ve bedeller ödeyen kadınların bir bölümü bugün çok daha zorlu bir mücadele içerisine girmiş gözüküyorlar. Bu mücadelenin bir görünümü erkek egemen İslam'a karşı kadın dostu/feminist bir İslam anlayışı oluşturmaya çalışmaları; ikinci görünümü inançlarını korumakla birlikte laikliğin -özellikle de kadınlar için- önemli ve gerekli olduğu sonucuna varmaları, üçüncü ve daha şaşırtıcı görünümü ise dünün "başörtü mücahidi" olan bu kadınların bir bölümünün yaşadıkları ve gördükleri nedeniyle daha köklü/radikal sorgulamalara yönelerek artık agnostik, deist ya da ateist bir çizgiye gelmiş bulunmaları... Bazıları büyük mücadeleler bedeller/sıkıntılar ödeyerek -kendi ifadeleriyle- önce siyasal İslamcı kocalarından, sonra da bu yozlaşmış/bağnaz erkek egemen anlayıştan kurtulmuş durumda... Kimi de hala kurtulma savaşı veriyor. Bu süreçte başta kocaları ve yakın çevrelerinden tehditler alıyorlar... Yanı başlarında dinden dönmeye ilişkin cezalandırma ayetleri, cehennem ayetleri ve hatta doğrudan ölüm tehditleri dolaşıyor. Yakın dönemde siyasal İslamcı bir köşe yazarından ayrılan eşin/kadının boşanma sürecinde ve sonrasında yaşananlara ilişkin anlattıklarını da bu noktada hatırlamakta fayda var. Ve çok daha ilginci agnostik, deist ya da ateisti olmuş olan kadınlar arasında bile ağır dışlanma korkusu nedeniyle başörtülerini çıkaramayanlar hiç de az değil... (Laikliği hala aynı dar kafalılıkla algıladığı için rakı içen, sevgilisiyle öpüşen başörtülü kadınları fotoğraflayıp sosyal medyada yayınlamayı matah bir iş zannedenlerin bu tacizleri de cabası...) Sosyal medyada pek çok Atatürk ve hatta Che Guevera tişörtlü başörtülü kadın fotoğrafı görür hale geldik... Bu tablo özellikle laik kesimlerde şaşkınlık yaratıyor; tam olarak anlaşılamıyor... Bu sürecin arkasında işte böylesi bir dinamik var... Ne olursa olsun, başı açık ya da kapalı, kadınlar isyanda güzel... Onlar bizim başörtülü/başörtüsüz yoldaşlarımız...