Çarşamba, Nisan 24, 2024

Mafya labirentinde iktidar ve güç savaşları

Avrupa’nın bazı ülkelerinde, 1980’ler ve 90’larda üst üste kontrgerilla skandalları patlak verdi. Avrupalı politikacılar, uzunca bir süre sistemi dizayn etmekte kullandıkları paramiliter güçleri, gizlilikleri ortadan kalkınca aniden “ülkelerinin geleceklerini kurtarmak” adına feda etmeye karar verdiler ve kontrgerilla üyeleri “terör mekanizması” yaftası iliştirilerek mahkemelerde ifşa edildiler, mahkûm oldular.

Hatırlayacaksınız, bu bağlamda özellikle İtalya’da sokaklara dökülen milyonlarca emekçiye direnemeyen burjuva hükümeti, esasında kendisine içkin gladio örgütlenmesini feda etmek zorunda kalmıştı.

Tüm dünya Avrupalı kontrgerilla üyelerinin mahkemelerde verdikleri ifadelerden, özellikle 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında kapitalist devlet örgütlenmelerinin mafyalaştığı ve bir süre sonra paramiliter güçlerin denetim dışı eylemlere başladıklarını öğrendi. Bununla birlikte o dönemde kontrgerilla, kapitalist/faşist devlet örgüsünde koalisyon ortağı olan ekonomik ve sosyal kliklerin birbirleriyle hesaplaşmalarında kullandıkları değerli bir aparat haline de dönüşmüştü.

Son tahlilde ülkelerini güya komünist Sovyetler Birliği tehdidine karşı müdafaa ile görevlendirilen “vatansever/milliyetçi kadrolar”dan oluşan kontrgerilla, SSCB’nin çöküşüyle birlikte en önemli var oluş nedenini kaybetti ve adeta atıl hale düştü. Kontrgerilla, bu noktadan sonra giderek genişleyen bir temizlik operasyonunun hedefi haline geldi.

Bu süreçte Avrupa’da kontrgerilla dağılırken Türkiye’de de benzer bir yapılanmanın olduğu ortaya çıktı. 1996’da Mercedes marka bir otomobilin Susurluk’ta bir kamyona çarpmasıyla ortalığa saçılan mafyatik ilişkiler, bizzat gladionun içerisinden itiraflarla daha da içinden çıkılamaz bir hale geldi. Ancak, Avrupa’yı  kasıp kavuran kontrgerilla aleyhtarı sıcak rüzgârlar, Türkiye’ye hiç ulaşmadı ve hiçbir şey açıklığa kavuşturulmadan sümen altı edildi, unutturulmaya çalışıldı.

DEVLETİN DOĞAL ORGANI OLARAK MAFYA

Hatırlarsanız, bundan birkaç yıl önce mafya lideri Sedat Peker ile AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir düğünde sohbet ederken çekilmiş fotoğrafları bazı gazetelerde kamuya servis edildi. Fotoğraflar o zamanlar epeyce tartışılmış ve gündem olmuştu. Peker, tartışmalar üzerine yaptığı açıklamada, “Bu fotoğraftaki an, benim toplumdaki normalleşme konumum için önemli bir kırılma anıydı. Yaşadığım sürece Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı bu davranışından dolayı minnettar kalacağım” ifadelerini kullanmıştı. Peker’in bu mesajında bana göre en dikkat çekici kelime toplumsal algısına ilişkin kullandığı “normalleşme” idi. Bu kapsamda fotoğrafın ait olduğu o anın sıradan bir an olmadığını kabul etmeliyiz. Bunu herhangi iki insanın bir düğünde karşılaşarak ayak üstü sohbet etmeleri şeklinde yorumlayamayız. Esasında, belki de mafyanın ya da organize suç şebekelerinin bir şekilde devletin doğal organı haline getirilişini ve meşrulaştırılmasını ilan ediyordu o an.

Bugün milyonların izlediği Sedat Peker videoları, bize mafyanın devletle nasıl karmaşık bir ilişki geliştirdiğini, hatta bir adım ilerisinde mafyanın ülkeyi yöneten koalisyonun bir parçası haline geldiğini göstermiyor mu?

“KOALİSYON PARÇALANIRSA…”

Düşünülenin ya da inanılanın aksine faşist özellikler barındıran yönetimlerin hiçbiri yekpare değildir. Yani faşist diktatörlükleri salt karizmatik bir lider, onun etrafında tavandan tabana doğru yayılan, düşünmeyen, sorgulamayan, itaatkâr bir kitle ile ideolojik olarak homojen bir siyasi partiden oluşan bir yapı olarak düşünmek eksik kalır. Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir faşist diktatör ülkeyi tek başına idare etmez, edemez. Ona yönetme erkini kullanmada çok sayıda ekonomik ve sosyal nitelikleri güçlü paydaşlar eşlik eder. Örneğin, Alman faşizmi uhdesinde ortaya çıkan Nazi rejimi adıyla sanıyla küresel katil Adolf Hitler’e atfedilse bile o rejim de bir koalisyon uygulamasıydı. Sermaye ve muhafazakârlar, Nazi rejiminin ayrılmaz birer parçasıydı.

Alman siyaset bilimci, Weimar Cumhuriyeti ve Nazi Almanyası tarihçisi Karl Dietrich Bracher’in, hüküm sürdüğü dönemde Nazizmin bu derece güçlü olmasının, “muhafazakâr-otoriter-teknokrat-milliyetçi ve inkılapçı diktatoryal güçlerin birlikteliğine bağlı olarak mümkün olduğunu” ifade etmesi kayda değer bir tespittir bu bağlamda. Özetle her totaliter rejimin devamlılığı için işbirliğini sürdürmesi gereken devlet içi güçler vardır.

Bunun yanı sıra otoriter sistemlerin çekirdekleri düşünülenin aksine stabil değil hareketlidir. Hükmetme erkini kullanmada zemin haline dönüştürülen devlet ile parti arasında yaşanan mücadelenin yanı sıra bu çekirdekte yer alan devlet dışı mafya ve benzeri organizasyonların birbirleriyle çekişmeleri de söz konusu dinamizmi besler niteliktedir. Özü itibarıyla topluma baskı uygulamada kullanılan partinin kendi bünyesinde devam eden iç çekişme ve yaşanan gerilimler devamlıdır, hiç bitmez. Bu çatışmalar en fazla güç, makam ve para paylaşılırken zirveye çıkar. Bu durumun en spesifik örneğini Sedat Peker’in çıkışında görüyoruz. Paylaşım sistemi dışına itilen Peker, “Ben kazanamazsam size de yedirmem” mottosundan hareketle ifşalarını sürdürüyor.

“HEPİMİZ BİRİMİZ, BİRİMİZ HEPİMİZ İÇİN”

Meselenin derininde yatan mevzu ise şudur: Güçler ayrılığının yok edildiği, anayasal kurumların ve hukukun üstünlüğü ilkesinin tedavülden kaldırıldığı otoriter sistemlerde güce yakın olan yani güçlü olan ayakta kalır. Bundan ötürü güce ulaşmak ve onu kendinde stabilize etmek için adımlanan her türden kirli ve karanlık yol, söz konusu çatışmanın doğasına özgüdür. Faşist diktatörlüklerde çatışma hali genel olarak “en ahlâksız olan kazanır” anlayışı etrafında şekillenir. Temel sorun ise şudur: Bahsettiğimiz güç odakları o kadar iç içe geçmiştir ki tabiri caizse birbirlerinin tüm kirli çamaşırlarını bilirler. Bu nedenle bahse konu gerilim ve çatışma sırasında birbirlerine sert darbeler vurmaktan, ağır hasarlar vermekten kaçınırlar. Çünkü faşist koalisyonun ortakları bilirler ki en ufak bir kaybın faturası herkese kesilecektir. İşte Sedat Peker olayında bu döngünün kırılmış görünüyor.

Olayın faşist iktidarın üzerine bina edildiği lider açısından en dramatik boyutu ise ufacık bir karizma yitimi yaşayan, büyüsü azıcık dağılan bir faşist lider anında yok olur gider. Tarih bu durumu sabitleyen örneklerle doludur.

Öte yandan, demokrasi ile yönetilen yani yürütmenin hesap vermek zorunda olduğu ülkelerde vatandaşlar, yönetici yapının doğasına daha fazla aşinadır ve onun sınırlarını bilir. Otoriter yönetimler ise -yukarıda bahsettiğimiz gibi- karanlık birliktelikler ve kirli ilişkiler ağıdır. Faşist koalisyonu tahkim eden yapılar dışında kimse karanlık dehlizlerde neler döndüğünü bilemez.

Tek bir umut vardır o da koalisyonun parçalarından birinin bütünden kopup ifşaya başlamasıdır. Sedat Peker meselesinde olay kabaca böyle cereyan etmektedir. Peker, düne kadar parçası olduğu, ülkeyi yöneten koalisyonun kapalı kapılar ardında ne işler çevirdiğini ifşa ediyor. Bunu yaparken de bir zamanlar ülkeyi birlikte yağmaladığı ortaklarına, “Beni sistem dışına ittiniz. Ne diyorduk birimiz düşerse hepimiz düşeriz. Ben düştüm, siz de düşeceksiniz” mesajı veriyor.

Güzel bir söz var, “Ayıyla dansa kalkan ayı istemeden oturamaz” diye. Sanırım ülkenin Peker’in, kendisiyle dansa kalkanları pistte epeyce yoracağı aşikâr. Zira son mesajlarından anlaşılacağı üzere Peker, dansa devam etmek istiyor.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

YAZARIN DİĞER YAZILARI