Cuma, Mart 29, 2024

La-ahlaki bireyselliğin yaygın olduğu toplumda siyaset

La-ahlaki (amoral) bireysellik, siyasette karşılığını bulduğu patronaj ve otoriter rejimlerde buluyor. Bu tanıma göre, la-ahlaki bireysellik, siyasi ilişkilerde popülist ve aynı zamanda kendini hukukun üstünde gören siyasi yapılanmaların da oluşmasına sebep oluyor. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu kaleme aldı.

GİRİŞ

Bireysel davranış büyük ölçüde belirli bir toplumda doğmuş, büyümüş ve yaşayarak edinmiş olduğumuz bilgi, düşünce, fikir, güdü, değer, beklenti ve tutumlarımızın ürünüdür. Bireyler doğumlarından itibaren bir toplumsallaşma süreci yaşarlar. Aile, komşular, mahalle, okul, iş v.b. deneyimleri onların çeşitli değer, bilgi, beklenti ve tutumları edinmelerinde etkili olur.

Siyaset, ekonomi, toplumsal kurum ve süreçler hakkındaki düşünce, değer ve tutumlarını da bu yapılar içinde yaşarken edinir veya öğrenirler. O yapıların genel topluluk özellikleri (ikincil gruplar) kadar ve belki de daha fazlasıyla bireyin edindiği yakın arkadaş çevresi (birincil gruplar) bu değer, bilgi ve tutum geliştirmede yardımcıdır. Bu yapı ve süreçlerdeki farklılıklar aynı toplum içinde farklı değerler ve tutumlara sahip topluluklarının oluşmasını sağlar. Türkiye’deki siyasal davranış açısından baktığımızda, toplumda görülen en yaygın davranış biçiminin belirlenmesinde etkili olan değer, tutum ve yönelim yumağı (kültür) nedir?

TOPLUM VE DAVRANIŞ AHLAKI

Türkiye’deki seçmen son derecede hızlı bir biçimde toplumsal akışkanlığa (seyyaliyet) uğramış bir kitledir. Yatay olarak büyük bir toplumsal akışkanlıkla, özellikle 1980  – 2010 arasında kırdan kente göç ederek, kentlerin varoşlarında yerleşmiş büyük bir nüfus oluşmuştur. Resmi istatistiklere göre kırsal nüfus 1950’de %75 kadarken, 2021’de %7 mertebesine gerilemiştir (http://www.tuik.gov.tr/ VeriBilgi.do?tb_id=39&ust_id=11 ve https://www.aa.com.tr/tr/gundem/nufusun-yuzde-6-8i-koylerde-yasiyor/2495220).

Bu kitle kırsal toplum ve tarım ekonomisi içinde doğmuş ve büyümüş bir kitledir. Değerleri, inanç, tutum ve beklentileri kırsal toplum ve tarım ekonomisinin belirlediği içeriktedir. Bu içerik değişik oranlarda antropologların “sınırlı mal toplumu” (limited good society) (Foster, 1965) adını verdikleri bir içerikteydi.

Foster “… eğer ‘mal/hizmet’ (good) genişletilemeyecek kadar sınırlı miktarlarda mevcutsa ve sistem kapalıysa, bir birey veya bir aile ancak başkalarının pahasına kendi konumunu iyileştirebilir…” (1965: 296 – 297) diye bir önermede bulunmuştur. Bu duruma toplumbilimlerinde kullanılan Oyun Kuramı’nda sıfır toplamlı  oyun adı verilmektedir; bu tür bir kıt mal/hizmet mevcudiyeti ortamında birisinin kazancı ancak başkasının kaybıyla mümkün olabilir demektir. Foster’a göre bu tür toplumsal ortamlarda “… birey [öncelikle ve belki de sadece][1] karnını doyurmak için çalışır, zenginlik (servet) yaratmak için değil…” (1965: 298). Bu tür bir toplumsal yapıyı İtalya’nın yoksulluk çeken güney bölgesinde araştıran Edward Banfield (1958) ilginç bir sav ortaya koymuştur. Bireyin ahlaki kaygılarının kişinin geçindirmekle kendisini yükümlü gördüğü hane halkıyla sınırlı olarak tanımladığı; bunun ötesinde kalan hiçbir toplumsal yapı veya toplulukla ilgili herhangi bir endişe veya duyarlık taşımadığı bir ortamda, ekonomi ve ahlak arasında çok belirgin bir ilişki ortaya çıkmaktadır.

Banfield, kuşaklardır devam eden büyük servet düzeyi farklılıkları ve ona bağlı son derecede bozuk gelir dağılımının ürettiği kurumsallaşmış yoksulluk ve aşırı kıtlık ortamının kendine özgü bir kültürü olduğunu saptamıştır. Hayatta kalma belirsizliğinin korkunç ekonomik koşulları altında yaşayan bir kişi, bırakın insanlığı ve ulusu, kendi komşularının, içinde yaşadığı topluluğun refahı hakkında endişelenmeyi dahi göze alamayacağı bir hayatta kalma hedefi veya stratejisi (survival strategy) geliştirmektedir.

La-ahlaki (amoral) ahlak anlayışında birey sadece kendisi ve ev halkının çıkarını gözeterek yaşar ve sadece onu / onları gerçekleştirmek için çalışır. Bireysel çıkarcılık temel bir varlık stratejisi halini alır.

Bu koşullar altında, kişinin davranışını kontrol edecek veya hatta etkileyecek hiçbir kamu yararı ya da ahlak kaygısı ortaya çıkmaz ve kişi, dizginsiz (la-ahlaki) bencillik (amoral bireysellik) ya da Banfield’in la-ahlaki evcilik (amoral householdism) olarak adlandırdığı bir hayatta kalma stratejisi geliştirir.

Bu ortamda bireyin ahlaksız olduğu değil, o koşullarda hayatta kalmasını sağlayacak bir özgül ahlak anlayışına sahip olacağı ileri sürülmektedir. Bu ahlak anlayışı, genellikle toplumu, yakın çevreyi, hatta ev halkı dışında kalan kimseyi kale almayan bir içerikte olan ve onun için yerleşik ahlak tanımının içerdiği kamu yararını, toplumda, ulusta, yakın çevrede yaşayanların hak ve özgürlüklerini içermeyen bir kapsamdadır.

Banfield onun için buna la-ahlaki (amoral) bir ahlak anlayışı tanımlaması yapmaktadır. Birey sadece kendisi ve ev halkının çıkarını gözeterek yaşar ve sadece onu / onları gerçekleştirmek için çalışır. Bireysel çıkarcılık temel bir varlık stratejisi halini alır. Bu tür bir ortamda bireyin gözünde kamu malı (public good) algısı söz konusu değildir. Her şey onun hayatta kalması için iktisap edilip kullanılabilir; kamunun korunmaya değer bir mal/hizmeti söz konusu değildir.

Bunun ekonomik açıdan fevkalade ussal (rasyonel) bir davranış olduğunu iktisatçı Mancur Olson (1971) ileri sürmüştür. Eğer bir kamu malının / hizmetinin[2] üretilmesine toplumun tamamı katkıda bulunur ama bir kişi bu üretimde yer almazsa, en büyük getiri o bir kişinin olacaktır. Bu kamu malı için o bireyin katlandığı maliyet sıfır, ama yararı fevkalade büyüktür. Ancak, bu durum bir açmaza (paradox) yol açar. Kamu malı üretimine katılma ussal olmayan bir ekonomik davranış haline geleceğinden, yeterince kişi bu şekilde davranırsa, kamu malı üretilemeyecektir. Onun için Olson bu tür davranışta bulunanlara etkili yaptırım uygulanması gerektiğini vurgular; aksi halde kolektif bir eylem üretilemeyeceği gibi, kamu malı üretimi de gerçekleşemeyecektir.

Kısa süre içinde bu araştırmaların siyasetteki yansımaları da araştırılmaya başlandı. Özellikle güçlü bir patron ile onun yanına sığınmış ve onun için çalışan fevkalade güçsüz kitleler (yanaşmalar) arasındaki ilişki olarak tanımlanan patronaj ilişkilerinin ürettiği patronaj siyaseti bir araştırma odağı haline geldi.

Özellikle toprakta özel mülkiyetin çok büyük servet farklılıklarına yol açtığı, toprak ağalığının yaygın olduğu ortamlarda köylülüğün ekonomik ahlakı için patronaj siyasetinin esas olduğunu Scott (1972) ileri sürdü. Scott’a göre daha iyi durumda olan köylüler, daha yoksul köylüler ile siyasi otorite arasında da bağlantı kurdukları için yoksul köylüleri koruyabilmekteydi. Önemli olan, daha çok ve daha az zenginler ve güçlüler arasında bir tür mübadelenin kurulmasıdır, bu yolla iki tarafın da çıkarına olan yoksulların da hayatta kalmasını sağlayan bir patronaj sistemi oluşur.

Siyasetin üzerine oturduğu temel de böylece bu patronaj ilişkisi üzerinde yükselir. Siyasal partilerin yarıştığı bir siyasal sistemin oluşması durumunda da popülizmle kaynaşmış bir patronaj mekanizması mükemmelen çalışabilir. Popülist patronaj ilişkilerini en etkili biçimde kullanan siyasal parti de bu ortamda en başarılı siyasal güç olarak belirir. Nitekim Türkiye’de bu populist patronaj mekanizmasının ilk örneği olarak 1945 – 1960 arasında Demokrat Parti ortaya çıkmıştır (Sunar, 2004: 125 – 126). Bu toplumda servet dağılımının en farklı olduğu kesimlerde siyaset patronaj ilişkilerine dayalı hale geldiği gibi gerek seçkin gerek bireysel seçmen davranışı da büyük ölçüde bireysel / evcil çıkar üzerine oturmaktadır.

Siyasetin üzerine oturduğu temel de böylece bu patronaj ilişkisi üzerinde yükselir. Siyasal partilerin yarıştığı bir siyasal sistemin oluşması durumunda da popülizmle kaynaşmış bir patronaj mekanizması mükemmelen çalışabilir.

Salt bencil çıkara dayalı bir siyasal davranış esasına oturan bir siyasal sistemde ilke (prensip), etik, kural, ideoloji fazla bir anlam taşımaz. Bunlar olsa olsa çıkara dayalı davranışın mazereti, meşrulaştırıcı aracı olarak kullanılırlar, ama felsefi kökleri yoklayan bir düşünce veya inanç sistemi olarak anlam içermezler.

Buna karşın ideolojiler bir iletişim aracı olarak, içeriklerinden bağımsız ve etkili bir biçimde bir simge, ayrıştırıcı kültürel mem veya söylem olarak kullanılırlar. Ancak, çıkar ayrıştırma ve kimlik belirleme ötesinde bir anlamları olmadığından ilke veya ideolojinin bireyin, ister seçkin ister seçmen olsun, çıkar gördüğünde siyasal taraf veya parti ilişkisini değiştirmesinde de pek etkisi olmaz.  La-ahlaki bireyselliğin yaygın olduğu ortamda ilkesel tutarlılığı olan bir siyasal davranışa veya siyasal etiğe göre davranış bulabilmek kural olmaktan çok istisnadır.

Böyle bir toplumsal ortamda bireysel güven çok sığdır veya yoktur; tıpkı Türkiye’de yapılan araştırmalarda başkalarına güvenin, seçmenin %80 veya %90’nından fazlasında mevcut olmaması gibi bulgular gayet olağandır. Bu toplumlarda ortaklıklar kurmak ve yaşatmak da aynı ölçüde zordur. Dernekleşme olgusu topluma yaygın olmayıp, sadece seçmenin %10 -15 kadar bir kesiminin uğraşı halindedir. Toplumsal hoşgörü, örneğin bir sosyal konuda kendisi gibi düşünmeyenleri tolere edebilme olgusu fevkalade düşük düzeydedir (bu ve benzeri veriler için bakınız Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2009: Bölüm 5 ve 118).

LA-AHLAKİ BİREYSELLİĞİN YAYGIN OLMASININ SİYASAL NETİCELERİ

Sonuç olarak, la-ahlaki bireyselliğin yaygın olduğu ortamlarda hukuk, yasa, kural talebi fevkalade düşük düzeyde olduğu gibi, geniş bir kitle hiçbir yasal, hukuki, veya başka bir kuralın etkisi olmadan akıllarına estiği gibi davranmak eğilimindedirler. Sosyolog Emile Durkheim tarafından anomi (anomie) olarak adlandırılan kural fikrinin veya kavramının dahi algılanmadığı bir davranış eğilimi veya tutumu yaygındır.

Türkiye için, anomi eğilimi toplumun %89’unda, 10’luk bir ölçekte 5 puanın üzerinde olarak tahmin edilmiştir (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2009: 43 – 47). Üstelik anomi olgusu Türkiye’de özgürlük ile de karıştırılmaktadır; oysa ikisi taban taban zıt kavramlardır. Anomi olan ortamlarda bencillik esas olup başkalarının hak ve özgürlükleri ihlal edileceğinden özgürlük pek bir yaşam alanı bulamaz; özgürlük olan yerde de bireylerin her akıllarına eseni yapmaları olanaksız olduğundan, anomiye yer yoktur (anomi için ayrıca bakınız Kalaycıoğlu, 2018 ve Sarıbay, 2022: 96 – 101, 118 -124).

Siyasetin üzerine oturduğu temel de böylece bu patronaj ilişkisi üzerinde yükselir. Siyasal partilerin yarıştığı bir siyasal sistemin oluşması durumunda da popülizmle kaynaşmış bir patronaj mekanizması mükemmelen çalışabilir.

Türkiye’deki demokrasi algısının erişilebilen ekonomik çıkarlara dayalı olduğunu düşünenlerin çoğunlukta olduğu bir içerikte olması pek şaşırtıcı değildir.[3]

La-ahlaki bireyselciliğin yaygın olduğu bir toplumda George W. F. Hegel’den beri sivil toplum diye adlandırılan, bireylerin mahremiyetinin oluşturduğu alanda kurdukları gönüllü ilişkilerin oluşturduğu toplumsal ilşikiler ve yapılar çeşitlilik arz etmediği gibi, bunlara özgün ve özgürce katılma da kısıtlı kalır. Gönüllü kuruluşlara katılma 1990’ların başından beri yapılan araştırmalarda seçmen yaşındaki nüfusun %7-8’i gibi, en fazla on kişiden birisi düzeyinde kaldığı görülmektedir (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2009: 116 – 119). Türkiye’de İçişleri Bakanlığı verilerine göre yüz binden fazla gönüllü kuruluş mahiyetinde dernek, vakıf, cemiyet, kulüp v.b olmakla birlikte bu derneklerde mükerrer üyelik yaygın ve çok az sayıda kişiye inhisar eden bir içeriktedir.

Oysa, özellikle yerel hayatta demokrasinin etkili olarak işlemesinde ortaklaşa çalışmak, ortaklıklar, dernekler kurmak ve onlar aracılığıyla siyasal hayata katılmak fevkalade önemlidir. Bu potansiyelin olmadığı ortamda, demokrasi de onun seçim ve temsil kurumları da kolayca bireysel çıkarlara hizmet eden popülizm veya popülist patronaj ilişkisine indirgenebilir.

La-ahlaki bireysellik ve onun varoluş stratejisi kişisel, gayrı-resmi (informal) toplumsal ve siyasal ilişkiler ve bağlantılar üzerinden gerçekleşmekte olup, resmi kurumsal ilişkileri genellikle kapsamamakta veya olabildiğinde onları es geçmektedir.

Bu kurumların çalışması özgürlükler, haklar, değerler, ilkelerden soyutlanarak, bir temsilci, parti veya liderin seçimi ile onun aracılığıyla yerel veya merkezi bütçenin seçmenin yarar sağlayacağı bir biçimde dağıtılması, oy – yarar mübadelesine indirgenmektedir. Bu tür bir hükümetin dağıttığı yararlar içeriğinde (substantive) bir demokrasi algısı Türkiye dahil olmak üzere Akdeniz havzası ülkelerinde, Doğu Avrupa’da, Afrika’da yaygınmış gibi görünmektedir (Akboga ve Sahin, 2021: 209 – 213). Oysa, servet dağılımı ve ona dayalı gelir dağılımının çok uzun yıllardır bozuk olup, yoksulluk ve kıtlık kültürüne yol açmadığı ülkelerdeyse, demokrasi bireysel özgürlükler, haklar, kurumlar ve hukukun üstünlüğünü çağrıştıran, siyasal sistemin çalışma usullerine özgü (procedural) bir içerik taşımaktadır (Akboga ve Sahin, 2021). Türkiye’deki demokrasi algısının erişilebilen ekonomik çıkarlara dayalı olduğunu düşünenlerin çoğunlukta olduğu bir içerikte olması pek şaşırtıcı değildir.[4]

La-ahlaki bireysellik ve onun varoluş stratejisi kişisel, gayrı-resmi (informal) toplumsal ve siyasal ilişkiler ve bağlantılar üzerinden gerçekleşmekte olup, resmi kurumsal ilişkileri genellikle kapsamamakta veya olabildiğinde onları es geçmektedir. Burada esas olan bir güçlü kişi (patron) ve ondan yarar temin ederek hayata tutunanların (yanaşmalar) ilişkisidir.

Onun için karşılaşılan sorunlar ve çıkan olanaklar patron – yanaşma ilişki ağı içinde genellikle kan bağı (aşiret), hemşeri ilişkileri veya din bağı (tarikat, cemaat) ilişkilerine dayalı olarak işlenmektedir (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2009: Bölüm 3). Burada hukuk yollarına ve kurumlarına başvurarak, bağımsız, tarafsız, ehil ve dürüst çalışan yargı (hukuk devleti, rule of law) tarafından bireye sağlanabilecek bir yarar algısına pek yer yoktur.

Bunun yerine siyasal patronaj ilişkileri kullanılarak bireysel ve evcil sorunların çözümüne gayret edilmektedir. Bu yol da genellikle başarılı olmaktadır. Belirli bir parti veya temsilciye destek ve oy vererek ondan bazı konularda, özellikle sağlık, eğitim, iş, terfi, tayin, v.b. taleplerin yerine getirilmesi için bir patronaj ilişkisi tesisi yoluna gidilmektedir.

Bu yolla, her zaman hukuka uygun da olmayan sonuçların elde edilmesi mümkün olabilmektedir. Örneğin, kente göç ettikten sonra kurulan gecekondu ve mahallelere tapu almak, tapu olmasa da elektrik ve su bağlantısı temin etmek, otobüs ve minibüs servisi tesisi gibi yararlar, hukuka dayalı olmaktan çok, reel politik çıkarlar gerektirdiğinde hukuka karşın siyasal patronaj yoluyla temin edilebilmiştir.

Bu başarılı çalışmalar popülist patronaj olarak demokrasinin geniş bir desteğe sahip olmasına yol açarken, hukuk devletine olan talebi ve desteği de çok düşük bir düzeyde tutmuş, hatta hukukun üstünlüğünü anlamsızlaştıracak biçimde çalışmıştır. Türkiye’de popülist patronja indirgenen demokrasinin hukukun üstünlüğü / hukuk devletiyle bağı bulunmadığı için, liberal demokrasi kurulması için yapılan tüm girişimler de akim kalmıştır (bu konuda ayrıntılı bir çözümleme için bakınız Kalaycıoğlu, 2001). Türkiye’nin siyasal kültür ortamında hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi (liberal demokrasi) geliştirmenin önünde duran en önemli sorunlardan birisinin demokrasi olmayan popülist patronajı demokrasi olarak kabul ederek hareket eden kritik bir seçmen çoğunluğunun mevcudiyetidir[5].

Türkiye’de liberal demokrasinin güçlü bir talebi olmadığı gibi, onun için siyasal sermaye kullanmaya eğilimli etkili bir siyasal kuvvet de mevcut değilmiş gibi durmaktadır. Şimdi bu aşamada seçmen çoğunluğu popülist patronaj yerine liberal demokrasiyi talep edecek bir değişim gösterebilecek midir? Böyle bir değişim olmadan Türkiye hangi demokrasi rejimini kurarsa kursun aynı demokratik kurumsal yozlaşma ile karşı karşıya kalmayacak mıdır? Bu soruları yanıtlayamasak bile, onlar hakkında düşünmeye ve tartışmaya başlamanın herhalde zamanı gelmiş bulunuyor.

 

KAYNAKÇA

Akboga, Sema ve Sahin, Osman (2021), “Satisfaction with democracy in Turkey: Findings from a national survey,” Politics, vol. 41, no. 2: 207-223.

Banfield, Edward C. (1958) The Moral Basis of a Backward Society, (Glencoe, Illinois: The Free Press).

Çarkoğlu, Ali ve Kalaycıoğlu, Ersin (2009) The Rising Tide of Conservatism in Turkey. (New York, NY: Palgrave – Macmillan).

Çarkoğlu, Ali ve Kalaycıoğlu, Ersin (der.) (2022) Elections and Public Opinion in Turkey: Through the Prism of the 2018 Elections (London, New York: Routledge).

Foster, George M. (1965) “Peasant Society and the Image of Limited Good,” American Anthropologist, vol. 67, issue 2: 293 – 315.

Kalaycıoğlu, Ersin (2001) “Turkish Democracy: Patronage versus Governance,” Turkish Studies, vol. 2, no. 1: 54 – 70.

Kalaycıoğlu, Ersin (2018) “Özgürlük ve Anomie (Kuralsızlık) Üzerine” Sarkaç     (https://sarkac.org/2018/05/ozgurluk-ve-anomie/)

Olson, Mancur (1971) The Logic of Collective Action: Public Goods and the Theory of Groups (Revised edition ed.), (Cambridge, Mass.: Harvard University Press).

Sarıbay, Ali Yaşar (2022) Globalleşmenin Kültürel – Politik Sosyolojisi (İstanbul: Dün Bugün Yarın Yayınları).

Scott, James C (1972) Comparative Political Corruption. (Englewood Cliffs, N. J: Prentice-Hall).

Sunar, İlkay (2004) State, Society and Democracy in Turkey (İstanbul: Bahçeşehir Universityt Publications).

 

[1] Köşeli parantez içindeki ifade yazara aittir.

[2] Kamu malı bir toplumda üretildiğinde kamuyu oluşturan tüm bireylerin kullanımına açık olan ve kullanımı engellenemeyecek olan bir mal veya hizmettir. Örneğin savunma, güvenlik veya hava (çevre) temizliği bu içeriktedir. Eğer bir kentin havasının temizlenmesi için özel bir çalışma o kentte yaşayanlar tarafından başarılırsa, o çalışmalarda hiç yer almayan bir kentliye “sen bu havayı soluyamazsın” diyemezsiniz. Bir toplumun savunulması o toplumdaki bireylerin katkılarıyla gerçekleştirilirse, o toplumun üyesi olup bu konuda hiçbir şey yapmamış olan birisi, o toplum ve onun yaşadığı yer savunulduğunda o da bundan yararlanacaktır; hem de diğer toplum üyelerinin çok ötesinde yararlanacaktır.

[3] Akboga ve Şahin’in (2021) bulgularına göre kendilerini ayrımcılığa uğramış hisseden çoğu profesyonel meslek sahibi kadınlar, Alevi ve Kürt kökenli seçmenler demokrasiyi daha çok usule ilişkin, özgürlükler, haklar, hukukun üstünlüğü olarak tanımlamaktadırlar. Bu kitle seçmenlerin üçte biri kadarına tekabül ediyormuş gibi durmaktadır. Büyük çoğunluk ekonomik yarar elde edebiliyorsa, demokrasiyi desteklemek eğiliminde olup, yönetim üslubuna ilişkin bir demokrasi algısına sahip bulunmuyormuş gibi gözükmektedir. Çoğunluğun gözünde demokrasi ürettiği sosyo-ekonomik yararla değerlendirilmekteymiş gibi görünmektedir.

[4] Akboga ve Şahin’in (2021) bulgularına göre kendilerini ayrımcılığa uğramış hisseden çoğu profesyonel meslek sahibi kadınlar, Alevi ve Kürt kökenli seçmenler demokrasiyi daha çok usule ilişkin, özgürlükler, haklar, hukukun üstünlüğü olarak tanımlamaktadırlar. Bu kitle seçmenlerin üçte biri kadarına tekabül ediyormuş gibi durmaktadır. Büyük çoğunluk ekonomik yarar elde edebiliyorsa, demokrasiyi desteklemek eğiliminde olup, yönetim üslubuna ilişkin bir demokrasi algısına sahip bulunmuyormuş gibi gözükmektedir. Çoğunluğun gözünde demokrasi ürettiği sosyo-ekonomik yararla değerlendirilmekteymiş gibi görünmektedir.

[5] Haziran 2018 seçimleri öncesinde yapılan Koç ve Sabancı Üniversiteleri öğretim üyeleri tarafından yapılan saha araştırmasında  deneklerin / seçmenin üçte ikisi kadarı Türkiye’de demokrasinin iyi işlediğini ifade etmiştir. Yine deneklerin onda dokuzu demokrasi olmayan bir ortamda yaşamak istemeyeceklerini de belirtmişlerdir. 16 Nisan 2017 halk oylamasıyla melez bir rejim olan sultanizme geçip otokratik bir rejime doğru evrilmekte olan Türkiye’de seçmen hala demokrasi içinde yönetilen bir rejim olduğunu varsaymaktadır. Seçmen demokrasi eşittir populist patronaj olarak kabul ettiği sürece, zaman zaman pek adil ve serbest olmasa da oy verebildiği ve karşılığında yarar temin ettiğini düşündüğü sürece demokrasi çalışıyor diye varsaymaya devam ediyormuş gibi durmaktadır. (2018 seçim araştırması sonuçları için bakınız Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu (der.) (2022)).

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI