HDP hakkındaki kapatılma davası süreci devam ederken, HDP için düşünülen politik taktikler de tartışılıyor. Hukukçu Orhangazi Ertekin yazdı. HDP'nin kapatılması dava süreci, beklendiği gibi ilerliyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı artık alışılmış-rutin tespitleri içeren mütalaayı Anayasa mahkemesine sundu. Partinin kapatılması talebinde ısrar ediliyor bir kez daha. Kürt parlamentarizmi, Türkiye parlamentosunun kalıcı bir siyasi unsuru olmaya başladığı 1990'lı yılların başından itibaren hukuken hep bir tasfiye konusu olmuştu. Yargıtay Başsavcılığının mütalaası bu tasfiye arzusunun bütün geleneksel söylemlerini bir kez daha tekrar etmiş oldu. Fakat mütalaa ve arkasından gelebilecek kapatılma kararının sonuçları ve beklentiler artık aynı olmayacak kuşkusuz. STRATEJİK DEĞİL TAKTİKSEL Bir defa geldiğimiz aşamada siyasal durum ve yargısal beklentiler önemli ölçüde değişti. HDP'nin beraberinde kapatılamayacak bir toplumsal ve siyasal harekete dayandığını zaten herkes öğrendi. 1990'lı yıllar Kürt partilerinin kapatılabileceğine dair siyasal fantezilerle geçiştirilmişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesinin iki on yıl boyunca ana siyasi mesaisi Kürt partilerinin kapatılmasına adanmıştı. Sadece Kürt partileri değil "Kürt “meselesine” değinen partiler de kapatıldı. Doğu Perinçek'in 1992'de kapatılan partisinin kapatılma gerekçesinde aynen şöyle yazıyordu: " Bu parti Atatürk milliyetçisi olmadığı için ülke ve ulus bütünlüğüne karşı olacağı da kuşkusuzdur...". Perinçek ve partisinin ismini ve gerekçeyi görünce bugünden ne kadar uzak bir geçmişten bahsettiğimizi şimdi daha iyi anladınız mı? Bu tür "deli saçması" stratejiye dair beklentiler içeren gerekçeler geride kaldı. Şimdi daha "deli saçması" taktikler alanına girilmiş durumda. Bu da Kürt partileri ve vekillerinin artık stratejik bir tasfiye değil tanınmaya konu olduğunu, sorunun taktik anlarla ilgili bulunduğunu gösteriyor. Kürt parlamentarizmi artık geçmişte olduğu gibi tasfiye konusu değil, "Doğru" siyasal amaçlar için konumlandırılma, "ikna edilme" veya taktik adımlar için bir operasyon konusu... 2013-14 yıllarına ve o dönemin tercihlerine bir kez daha dönmüş durumdayız bir anlamda. Kürt parlamentarizminin en önemli temsilcisi Demirtaş ve sayısı bilinmeyen belediye başkanlarının tutukluluğunun devam ettiği bir süreçte böyle bir tez savunulabilir mi peki? Bence bu bir çelişki değil. Tam tersine oldukça uyumlu bir gelişme... 2015 TASFİYE PLANI VE İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMİ 2015 ve sonrasında geçmişe, hatta 1960'lar öncesine dönülebileceğine dair büyük planlar ve operasyonlara girişildiğini unutmuyoruz kuşkusuz. Fakat 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi tüm o plan ve operasyonların ancak "güncel" amaçlar için harekete geçirilebileceğini de kabul ettirmiş oldu. 2019 sonrası Türkiye'nin devlet alanındaki güçler için Kürt parlamentarizmi ve Kürt yönetsel tecrübesinin tasfiyesine dair geçmişin tüm hayalleri çökmüştür. Ve geldiğimiz aşamada yeni bir evreye taşınmış bulunmaktadır. Niye mi? Durum niye farklı? Türkiye parlamentosuna, Kürt parlamenterlere ve Kürt partilerine nasıl bakılmalı? Birincisi Türkiye'nin "Kürt parlamentarizmi" diye tanınmış bir gerçeği var artık. İkincisi "Kürt yönetsel tecrübesi" ve "Kürt toplumsal merkezi" de var. Bu da Türkiye'nin hemen her alanının yeniden inşasında Kürtler ve temsilcilerinin şu ya da bu şekilde hesaba katılmasını zorunlu kılıyor.  KÜRT PARLAMENTARİZMİ Geldiğimiz aşamada "Kürt “parlamentarizmi” olarak adını açıkça koyabileceğimiz bir parlamenter gelenek oluşmuş durumda. Ve bu geleneğin Türkiye'nin genel siyasetinin inşasında etkin bir unsur haline geldiği tüm taraflarca kabul edilmiş haldedir. Dr. Yusuf Azizoğlu, Abdülmelik Fırat ve Nurettin Yılmaz gibi Kürtlüğünü parlamenter hayatında tanınır hale getirmeye çalışan Kürt parlamenterler dönemi çoktan geride kaldı. Türkiye parlamentosunun 1990'lardan bu yana artık geri döndürülemez bir geleneğidir bu gerçek.  İkinci olarak Kürt parlamentarizmini besleyen oldukça ciddi bir "Kürt yönetsel tecrübesi" ve "Kürt avukatlığı" da var.
HDP, Kürt parlamentarizmi ve Kürt yönetsel tecrübesini Türkiye'nin genel sol, sol-liberal ve sol-Müslüman kamusu ile birleştiren bir partidir.
Bütün bunlar Türkiye siyasetinde yeni bir siyasal ve toplumsal merkezin/eksenin doğduğu anlamına da geliyor. Artık şunu açıkça söyleyelim: Türkiye’nin siyaset alanı kökleri son otuz yıla kadar götürülecek şekilde fiilen “federalleşmiş” bir alandır ve bu durum- ara ara tasfiye arzuları nüksetse de- artık geriye döndürülemez bir gerçeğe işaret etmektedir… Erdoğan'ın 'Demirtaş'ın hesabı Öcalan'a vereceğine' dair beyanları Kürt siyasal ekseninin ve orada pekişen "mercilerin” açıkça tanındığını gösteriyor. Yerel seçimlerde "Öcalan'ın mektubunu” da ekleyelim bu gelişmeye. Tüm bunlar Türkiye'de ayrı bir "Kürt kamusunun” varlığını ve tanındığını gösterdiği kadar artık Türkiye'nin inşasındaki yerinin de kabullenildiğine işaret ediyor. Bu gerçeğin en açık sonucu şudur: Türkiye'nin geleneksel devleti, geleneksel tasfiye arzusunu Kürt kamusunun oyuncularını belirleme yetkisine dönüştürmüştür. HDP Kapatma davası-Öcalan'ın "resmi" bir mercie dönüştürülmesi ile birlikte- işte bu yetkinin pratik tezahürlerinden birisidir. HDP'NİN POLİTİK YERİ HDP, Kürt parlamentarizmi ve Kürt yönetsel tecrübesini Türkiye'nin genel sol, sol-liberal ve sol-Müslüman kamusu ile birleştiren bir partidir. Türkiye'nin genel kamusunun, demokrasisi, hukuku ve siyasetinin inşasına dair iddiası onu "federalist" bir pratiğe doğru zorlamıştır. Kendi yerelini ve siyasal eksenini Türkiye’nin genel kamusuna açmak hem HDP'yi hem de Türkiye'nin siyasal alanını belirli ölçüde değiştirmiştir. HDP Kürtlerin Cumhuriyet ile ilişkilerinin daimi olarak bir "sözleşmeye” taşınmak zorunda kalındığı, Kürtler ile Türklerin bir araya gelişini her tarihi momentte yeniden anlaşmaya taşımak görevini yüklenmiş, stratejik önemi ve gücü olan bir partidir. HDP olmadığında bu görevi bir başka HDP yerine getirir. HDP'yi kapatırken HDP'yi "doğru yerde" tutmak isteğini, Demirtaş'ı tutuklarken Öcalan için genel af benzeri bir afla "ev hapsi" seçeneğini bir arada geliştirmeyi zorlayan noktalardan birisi burasıdır. Yok edemezsiniz. Ama kendi çıkarlarınıza uygun biçimde konumlanması için müzakereye girebilirsiniz. Tabii ki federalist mekân ayrımına uygun biçimde içerden bir konum almak koşuluyla. Bir defa HDP Avrupa’daki diğer benzerleri gibi "ayrılıkçılık" bağlamı içine yerleştirilemeyecek bir partidir. Kürt parlamentarizmi Türkiye’nin büyük millet meclisini gerçek bir parlamentoya çeviren nadir tarihi tecrübelerden birisi veya birincisidir. Kuşkusuz ki 1960'lardaki TİP çıkışı da ciddi bir toplumsal ve siyasal uyanışa işaret ediyordu. Fakat Türkiye'de parlamentoyu gerçek anlamda yaratan şey sınıf, vergi, yargılama, habeas corpus vb. gibi ilkesel alanlardan çok Kürtlerin kendi varoluşlarını dayattıkları bir direniş alanı olmuştur. Bu durum Türkiye parlamentosunu bir “devlet dairesi” olmaktan çıkarmış, gerçek bir parlamentoya dönüştürmenin yollarını hazırlamıştır. HDP işte bu yeni dönemin yeni partisi olarak ortadadır. Sadece varlığı değil yokluğu da görüşmeleri ve uzlaşmaları zorunlu kılan bir aktördür. HDP kapatma davasının altında yatan da işte tam burada ortaya çıkıyor. Onu kapatmak isteği, onu daha "doğru" amaçlara sevk etmek, hatta onu yeniden ve başka bir adla örgütlemek, içindeki ittifak ve uzlaşma güçleri arasındaki gerilimleri çoğaltmak veya azaltmak, alınan kararları kısmen değiştirmek veya yenilemek ve bütün bunları da Türkiye'nin ana siyasal güçlerinin çıkarlarına uygun hâle getirmeye dönük taktik bir amaçtan başkasını içermiyor.
Parlamento, Kürtlerin kendi varoluşlarını dayattıkları bir direniş alanı olmuştur. Bu durum Türkiye parlamentosunu bir “devlet dairesi” olmaktan çıkarmış, gerçek bir parlamentoya dönüştürmenin yollarını hazırlamıştır.
Özet olarak bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki Kürt parlamentarizminin yok edilemez bir hareket olduğu kabul edilmektedir. Bu noktada asıl sorular şunlardır: İlk olarak HDP'nin kapatılma kararı HDP'deki görünür aktörlerin hangi ölçüde değiştirilmesi ile sonuçlanır? Ve bunun baskın seçimdeki etkisi ne olur? Ve ikincisi Öcalan üzerinden şimdilik yapılan her hareket onu somut ve görünür bir lider olarak değil bir hayalet olarak siyasal alana yerleştirme gayreti olarak tezahür etmektedir. Bu belirsizlik Öcalan'ın "ev hapsinde” daha görünür ve somut bir lidere dönüştürülmesiyle aşılabilir mi? Kapatma davası ile birlikte düşünülebilecek sorulardan bir başkası da budur... Sonuç olarak mesele bir hareketin bir partisinin kapatılması değildir. Kısa vadedeki taktik beklentilerdir. Yargıtay Başsavcılığının mütalaasını bir sonraki yazıda değerlendireceğim...
Editör: TE Bilisim