Endişeli vatandaşlarımızın oy verdiği muhalefet partilerinin endişeleri giderici ve inandırıcı söylem ve politika üretimi yerine, kendi iç iktidar oyunlarını tercih etme lüksü olmamalıdır. Zaten bu tercih, iktidarların seçim kazanmalarını sağlamıyor mu? 

Türkiye’de, muhalefet kendi içine kapanırken, “seçimler kazanıldı mı, kaybedildi mi” ya da “kim lider olsun” odaklı tartışmalara savrulurken hem dünya ve Türkiye gündeminden kopuyor, hem de kendine oy veren büyük bir kitleyle bağlarını zayıflatıyor.

Daha da önemlisi, içe kapandıkça ve Türkiye sosyolojisini ve psikolojisini anlamadıkça ya da göz ardı ettikçe, 2024 Mart Yerel Seçimlerini kaybetme riski daha da artıyor.

Savaş” ve “İklim Krizi”nin kıyamete sürüklediği ve demokrasiden ekonomiye ve güvenliğe kadar geniş bir yelpazede “çoklu  kriz” yaşayan küreselleşen dünyamızda, demokrasiden sapan otoriter iktidarlar seçim kazanıyorlar ve ülke ve dünya siyasetinde güçlerini ve etkilerini devam ettiriyorlar.

Macaristan’dan sonra Türkiye’de bu görüldü.

Ekim de, Polonya’da kritik seçimler var; 2024 Kasım’da da, Amerika’da Başkanlık seçimi olacak.

Rusya ve Hindistan’da, Putin ve Modi gücünü koruyor.

Peki, bu nasıl oluyor, populist otoriterleşme nasıl seçim kazanıyor, otoriterlik nasıl demokrasinin yerini alıyor?

Daha çok akademik ve de kamusal tartışmada, bu soru ana gündem maddelerinin başında geliyor.

Demokrasi niye kaybediyor, otoriterlik nasıl kazanıyor?

Türkiye’ye ilgi bu anlamda da artıyor.

EVRENSEL DEĞERLER “YENİ EMPERYALİZM” Mİ? Bu bağlamda, önemli gördüğüm yanıtlardan biri de, ki 2024 Yerel Seçimleri için de aydınlatıcı bir referans olabilecek tartışma, “kültür savaşları” ve “tarihin yeniden yazımı” olgularına dikkati çekiyor. Otoriter liderlerin, gelecek ile ilgili “belirsizliğin” ve “güvensizliğin” çok arttığı ve “endişeli olma hâli”nin yaygınlaştığı ve derinleştiği yaşadığımız bu süreçte ortak özelliklerinden belki de en önemlisi olarak, “üç stratejik hamle” yaptıkları ve ülkelerini ve dünyayı “kültür savaşları”na” itmeleri. Birincisi,  haklar, özgürlükler ve çoğulculuk temelindeki evrensel değerlerin sadece “Batı emperyalizmin değerleri” olarak, yani insan hakları değil aksine “yeni emperyalist değerler” olarak  sunulması ve ülkelerin “güvensizlik riskini” arttırdığı iddiası. Bu bağlamda, LGBT’nin emperyalizme hizmet eden ve ülkeleri güvensizleştirdiği iddiası tüm liderler tarafından paylaşılıyor; İkincisi, tarihin ideolojik olarak yeniden yazılması. Bu temelde de, Rusya, Ukrayna’yı işgal edebiliyor; Modi, Hindistanı sadece Hintli bir ülke olarak sunabiliyor; Orban, Müslüman ve Göçmen korkusunu yaygınlaştırıyor ve üçüncüsü, ötekini ve çoğulculuğu dışlayan ve muhalefeti düşmanlaştıran “milliyetçilik” sürekli körükleniyor.

Bu üç yolla, vatandaşların ve toplumun endişelerine yanıt verilebileceği ve ülkelerin güvenli ve güçlü olacağı söyleniyor.

Türkiye örneğinde devam edelim.

Sadece “endişeli modernler” ya da “endişeli orta sınıflar” kavramları Türkiye’yi tanımlamakta yetmiyor; temel ihtiyaçlar ödemelerinde ve hayat pahalılığında, geleceğe endişeyle bakan “endişeli vatandaşlar ülkesi”nde yaşıyoruz.

ü

ENDİŞELİ VATANDAŞLAR ÜLKESİNDE ZENGİNLER YOKSULLARDAN DAHA ENDİŞELİ Türkiye’de çok tartışılmayan, özellikle muhalefetin tartışmadığı gelişmelerden biri de, OECD’in üye ülkeleri kapsayan ve de ülke gerçeklerimizi iyi yansıtan son 2022 raporu oldu. OECD  raporu, 44 üye ülke arasında, hayat pahalılığı ve ödemeler konusunda en “endişeli ülke”nin Türkiye olduğunu ortaya çıkarttı. Rapora göre,  “gıda, barınma, enerji ve borç gibi temel ihtiyaç alanlarında ödemleri yapabilmekten en büyük endişeyi duyan ülke” Türkiye ve Türk vatandaşları. Örneğin, ülkemizin %72’si bu alanlarda artan fiyatlardan ve ödeme miktarlarından endişeliyken, OECD genel ortalaması %47.  Genel ülkeler ortalamasından iki kat daha endişeli vatandaşlardan oluşan bir ülke de yaşıyoruz. Türkiye, OECD içinde en endişeli ülke, diğer bir değişle, “endişeli vatandaşlar ülkesi” konumuna gelmiş durumda. Sadece “endişeli modernler” ya da “endişeli orta sınıflar” kavramları Türkiye’yi tanımlamakta yetmiyor; temel ihtiyaçlar ödemelerinde ve hayat pahalılığında, geleceğe endişeyle bakan “endişeli vatandaşlar ülkesi”nde yaşıyoruz.

Peki, ülkemizi endişeli vatandaşlar ülkesine getirmede en büyük rolü oynayan iktidar nasıl seçimleri kazanıyor?

Bunun nedenlerinden biri, ki muhalefetin yeterince yapmadığı seçim sonuçlarının sosyolojik ve demografik değerlendirmesini destekleyen bir sonuç olarak görülmeli, OECD raporunun “süpriz ve istisna sonuç” olarak değerlendirdiği önemli bulgu: OECD ülkelerinde bir “istisna” olarak ortaya çıkan bu bulgu şu: Türkiye’de, en yüksek gelire sahip %20’lik grup, en düşük gelire sahip %20’lik gruptan daha “endişeli” olarak geleceğe bakıyor. Yani, “zenginlerimiz, daha doğrusu üst gelir seviyesine sahip ya da bu seviyeye yaklaşan orta sınıflarımız yoksullarımızdan daha endişeli”.

Ekonomiye, bilime, akademiye, kültüre daha fazla katkı veren kesimlerin gelecekten daha endişeli olduğu bir ülke de yaşıyoruz.

Zaten bu kesimler seçimler de muhalefet partilerine oy verdiler, bu oylar %48 seviyesine kadar yaklaştı.

Endişeli vatandaşların oranın son dönem yapılan zamlar ve fahiş fiyatlarla daha da arttığını söylemeliyiz.

Kültür savaşları ve tarihin yeniden yazımı seçim kazandırabiliyor ve iktidarı devam ettirebiliyor ama ülke yönetiminin “iyi, adil ve güven verici” olmasını sağlamıyor.

Fakat endişeli olmak ile seçim kazanmak arasında bire bir bir ilişki yok.

Tam da bu noktada, “kültür savaşları” kavramının önemi ortaya çıkıyor.

Dünya Değerler Araştırması ve benzeri araştırmaların gösterdiği gibi, demokrasiden otoriterleşmeye sapan ülkelerde, kültür savaşları, tarihin yeniden yazımı ve bu temelde oluşan hikaye, daha doğrusu bu hikayenin anlatımında liderin başarısı, temel ihtiyaçlarda ve ödemelerde geleceğe endişeli bakanların oranı yüksek olsa bile iktidara seçim kazandırıyor.

Macaristan’dan sonra Türkiye’de de seçimlerde bunu gördük.

Fakat, vurgulayalım, seçimlerden bugüne geçen üç ay içinde de şu önemli noktayı da gördük.

Seçim kazanmak ile ülke yönetmek aynı şey değil.

Kültür savaşları ve tarihin yeniden yazımı seçim kazandırabiliyor ve iktidarı devam ettirebiliyor ama ülke yönetiminin “iyi, adil ve güven verici” olmasını sağlamıyor.

Türkiye, endişeli vatandaşlar ülkesi olmaya devam ediyor, giderek artan ve derinleşen bir yapı da.

Seçim sonrası Türkiye, enflasyon ve hayat pahalılığı krizinde dünya lideri olma konumuna kadar çıktı.

Ki, Ekonomiden sorumlu olan yeni yöneticilerin söylediği gibi, bu durum en az 2026’ya kadar devam edecek. KENTLERİN TÜRKİYESİ Türkiye’nin, artık “Kentli Türkiye” olduğunu, seçimlerde oy verenlerin 92-3%’da kentlerde yaşadığını ve yaptığımız bu analizin kırsal değil, “kent sosyolojisi ve demografisi”si üzerine oturduğunu da vurgulamalıyız.

Bu durumdan şu saptamayı da yapabiliriz: ülke değil kent yönetimi üzerine yapılacak 2024 Mart Yerel Seçimlerini, özellikle ekonomik olarak gelişmiş kentleri,  iktidarın kültür savaşları ve tarihin yeniden yazımı temelinde alması zor ama imkansız değil.

Bu nedenle, muhalefetten daha çok Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İktidarı, yerel seçimlere odaklanan hamleler yapıyor. Seçim öncesi de bu hamleler artacaktır.

Geçen haftaki yazımda vurguladığım gibi, savaş ve iklim krizi ikilisi içinde kıyamete gitme olasılığını içeren ve çoklu kriz sürecinde olan küreselleşen dünya ve ülkemiz gerçeğini yeterince ciddiye almayan, doğru okumayan ve liderlik ve kendi parti içi iktidar oyunlarına savrulmuş muhalefetin,  yerel seçimlerde başarılı olma şansı zayıftır.

Endişeli vatandaşlarımızın oy verdiği muhalefet partilerinin endişeleri giderici ve inandırıcı söylem ve politika üretimi yerine, kendi iç iktidar oyunlarını tercih etme lüksü olmamalıdır.

Zaten bu tercih, kültür savaşlarını ve tarihin yeniden yazımını tercih eden iktidarların seçim kazanmalarını sağlamıyor mu?