Cumartesi, Aralık 2, 2023

Küllerimizden değil, köklerimizden yeniden doğacağız

Başak Kamacı Budak
Başak Kamacı Budak
Başak Kamacı Budak 1997-2001 yılları arasında İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Eylül 2001’ de  lisans eğitiminin ardından, yine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü, Batı Sanatı ve Çağdaş Sanatlar Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans (Tezli) eğitimine başladı. 2004 yılında Sanatın Psikoterapi’de Kullanımını konu edinen ve sanatla psikiyatri arasındaki ilişkiyi inceleyen "Akatünvel Sanat Topluluğu ve Prof. Dr. Süleyman Velioğlu Bağlamında Psikiyatri ve Sanat İlişkisi" isimli Yüksek Lisans Tezi ile master eğitimini tamamladı. 2007 yılından itibaren kültürel mirasın korunması, yerel yönetimler, kent kimliği ve kültürü, kent politikaları alanındaki kamu-sivil ve özel sektör işbirliğiyle çeşitli projelerde görev aldı. 2020 yılında, yerel yönetimler ve kent üzerine çalışan, farklı disiplinlerden uzmanların, akademisyenlerin, kamu çalışanlarının katılımıyla oluşturulan Yaşayan Kentler Platformu'nun Kuruculuğunu üstlendi.

Kentin ruhundan ve kimliğinden nasibini almamış beton kütlelerin yıkıcılığını ve güvensizliğini hep birlikte yaşadık. Şimdi tarihsel bir sorumluluğun arifesindeyiz. Enkaz altında kalan köklerimizden yeniden doğmak için; kentle birlikte bireysel ve toplumsal kimliği yeniden kurmak ve tanımlamak görevi hepimizin. Yaşayan Kentler Platformu Kurucusu Başak Kamacı Budak yazdı

Deprem felaketinin ardından neresinden tutacağımızı, nasıl iyileşebileceğimizi ve iyileştirebileceğimizi bilemez hâldeyiz. Bu dehşeti doğrudan yaşayan ile tanık olan arasındaki çaresiz ilişkinin yükünü günlerdir yüreğimizde derin bir yara olarak taşıyoruz.

Acıları dindirmemiz kolay değil. Sıklıkla kullanılan “Biz güçlüyüz, bunun da üstesinden geleceğiz” cümlesi ise; bütüne dair umut aşılamaya ilişkin klişeleşmiş bir temenni olmanın ötesine geçemiyor maalesef. Binlerce can kaybını, yok olup giden ailelerin hikâyelerini, “refakatsiz” denilen öksüz-yetim kalmış çocuklarımızı, hayatına engelli olarak devam etmek zorunda kalanları, şehirlerini terk eden milyonlarca insanı düşününce; temennilerin yersiz kaldığı kocaman bir kara deliğin içinde gibiyiz. Acil ihtiyaçların karşılanması ile uzun vadeli sorunların nasıl çözüleceği kaygısı arasında aklımız, ruhumuz ve bedenimiz oradan oraya koşturuyor günlerdir.

ŞİMDİ HER ŞEYİ AYNI ANDA KONUŞMA ZAMANI

“Şimdi konuşmanın sırası değil” denilen birçok konunun, kısa ve uzun vadede ne gibi derin sorunlara yol açacağını da biliyoruz. Hayatta kalma ve barınma mücadelesi, şu anda, diğer tüm konuların önüne geçiyor olsa da ertelediğimiz her konu, tüm gerçekliğiyle karşımızda dikiliyor. Hayatta kalma telaşıyla, geleneklerimizi hakkıyla yerine getiremeden, helâlleşemeden toprağa teslim etmek zorunda kalınan canlarımıza karşı duyulan vicdan azabının, ertelenmiş travması gibi.

O yüzden, “şimdi her şeyi, aynı anda konuşma zamanı” aslında. İnsan olarak yaşadığımız acılarımızla birlikte kentlerimizin geleceğini de aynı anda konuşmak; köklerimize, kimliğimize ve hafızamıza sahip çıkmak zorundayız.

Çünkü; Şükrü Erbaş’ın dizelerinde söylediği gibi, “Şimdi kent, sana yasakladıklarıyla; Ölü, Çirkin ve Kirli…”

İhanet ettiğimiz kentler, insanlarımız ile birlikte can çekişiyor.

İnsan ve kent ilişkisi, barındığımız, karnımızı doyurduğumuz fiziki mekân ilişkisine indirgenerek tanımlanamaz. Kent ve kentli olmak; birbirine bitişik düzende yaşayan insan topluluklarının sayısal çoğunluğundan ibaret değil. Kent, bir kimlik ve aidiyet meselesi. İnsan doğduğu, hatta ana rahmine düştüğü andan itibaren, bulunduğu kent ve coğrafya yaşam boyunca bizimle birlikte hücrelerimizde yaşamaya devam eder. Kent; bizim ruhumuzun bir parçası gibidir.

Âşık olduğumuz, kendimizi onunla tanımladığımız kentlerin sokaklarını, taşını toprağını sahipleniriz. “Benim kentim”, “benim mahallem” deriz. “Benim çocukluğum” diye bahsettiğimizde; o çocukluğumuzun “oyun alanı” kentimizdir.

Bu zamansız ve mekânsızlık karşısında; yersiz-yurtsuzluğu, yani barınma sorununu, çözerken kimlikleri de yeniden inşa etmek zorundayız. Mesele; kutu kutu beton daireleri yeniden ve hızla inşa etmekten çok daha karmaşık.

KENTLERİN HAFIZASI: KÜLTÜR KATMANLARI

Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz kentlerin, yüzyıllardır bizim gibi pek çok sahipleri oldu. Bizler yolcuyken, kentler hancıdır. İnsana dair olan ne varsa kentin hafızasında saklı kalır. Kentlerin hafızası, toprak üstünde görünenden ibaret değildir. Bizden önce neler yaşandığını analiz etmek için bilim, kentlerin toprağın altındaki katmanlarını araştırır. Başta arkeologlar ve jeologlar olmak üzere bilim insanları, kentlerin kültür katmanlarında çalışırlar. Yüzyılların bilgisi, gizemi, yaşamı santimetrelerle ölçülebilen kent katmanlarında saklıdır.

Bugünlerde düşünemeden edemiyor insan: Şaşalı, çok güvenli olduğunu zannettiğimiz beton binalarımız kent tarihinde nasıl bir kültür katmanı oluşturacak? Kentlerin hafızasına ve toprağa acıdan başka ne bıraktık?

Kabul edelim; kök saldığımız kentlerle ilişkimizi doğru ve güvenli kuramadık. Kentlerin tarihsel, kültürel sürekliliğine saygı duymadık. Unutulmuş kentler yarattık. Anadolu coğrafyasının kadim bilgeliğinin taşıyıcısı kentlerimizi; hafızasız, bir örnek, niteliksiz kentler hâline getirdik.

Ruhuyla ve toprağıyla kavgalı olduğumuz kentlerle savaşımızı kaybettik. Artık barışmak zorundayız. Çünkü şu anda, başka bir kopuşu çok sert bir biçimde yaşıyoruz. Doğdukları toprakları terk eden milyonlarca insan, aidiyetinden ve geçmişinden çok travmatik ayrılığın ve kimlik bunalımının eşiğinde.

Kabul edelim; kök saldığımız kentlerle ilişkimizi doğru ve güvenli kuramadık. Kentlerin tarihsel, kültürel sürekliliğine saygı duymadık. Unutulmuş kentler yarattık. Anadolu coğrafyasının kadim bilgeliğinin taşıyıcısı kentlerimizi; hafızasız, bir örnek, niteliksiz kentler hâline getirdik.

 KİMLİĞİN ANONİMLEŞMESİ

Yaşanan büyük göçler ve felaketler, sosyal-ekonomik statüsü ne olursa olsun herkesi, her şeyi bir anda indirger ve eşitler. 10 ilde depremi yaşayan milyonlarca insanın ortak adı bir anda “Depremzede” ve 10 il de “Afet Bölgesi” oluverdi. Nüanslar kayboldu ve kimlikler bir anda anonimleşti.

Bu kimlik parçalanması, kimliğin anonimleşmesi karşısında tek kurtuluşumuz; kentleri kent yapan sosyo-kültürel değerleri ve verileri yeniden canlandırmaktan geçiyor. Zeminsiz kalan sosyal ve kültürel hafızamızı kentsel mekânda yeniden yeşertmek, kentlerimize kimliklerini teslim etmek ve bireysel olarak da kimliklerimizi teslim almak zorundayız.

Depremden etkilenen vatandaşlarımız mahremiyet ve güvenlik alanları olan evlerini kaybederken, aynı zamanda kök saldıkları kentlerin kokusunu, dokusunu ve alışkanlıklarını da kaybettiler. Bu zamansız ve mekânsızlık karşısında; yersiz-yurtsuzluğu, yani barınma sorununu, çözerken kimlikleri de yeniden inşa etmek zorundayız. Mesele; kutu kutu beton daireleri yeniden ve hızla inşa etmekten çok daha karmaşık.

Kentin ruhundan ve kimliğinden nasibini almamış beton kütlelerin yıkıcılığını ve güvensizliğini hep birlikte yaşadık. Şimdi tarihsel bir sorumluluğun arifesindeyiz. Enkaz altında kalan köklerimizden yeniden doğmak için; kentle birlikte bireysel ve toplumsal kimliği yeniden kurmak ve tanımlamak görevi hepimizin.

Mesele; küllerimizden değil, köklerimizden güç alıp; yeniden ayağa kalkmayı başarmakta. 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Başak Kamacı Budak
Başak Kamacı Budak
Başak Kamacı Budak 1997-2001 yılları arasında İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Eylül 2001’ de  lisans eğitiminin ardından, yine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü, Batı Sanatı ve Çağdaş Sanatlar Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans (Tezli) eğitimine başladı. 2004 yılında Sanatın Psikoterapi’de Kullanımını konu edinen ve sanatla psikiyatri arasındaki ilişkiyi inceleyen "Akatünvel Sanat Topluluğu ve Prof. Dr. Süleyman Velioğlu Bağlamında Psikiyatri ve Sanat İlişkisi" isimli Yüksek Lisans Tezi ile master eğitimini tamamladı. 2007 yılından itibaren kültürel mirasın korunması, yerel yönetimler, kent kimliği ve kültürü, kent politikaları alanındaki kamu-sivil ve özel sektör işbirliğiyle çeşitli projelerde görev aldı. 2020 yılında, yerel yönetimler ve kent üzerine çalışan, farklı disiplinlerden uzmanların, akademisyenlerin, kamu çalışanlarının katılımıyla oluşturulan Yaşayan Kentler Platformu'nun Kuruculuğunu üstlendi.
spot_img
PolitiYol Telegram'da
PolitikYol.com Podcast

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI