Cuma, Mart 29, 2024

Krize karşı makro öneriler

Kilit sözcükler: Hukuk-Demokrasi-Eğitim-Planlama. Bunlarla sonuca ulaşabiliriz. Önümüzde iyi bir örnek var. 1929 Buhranında anında pozisyon alan Cumhuriyet yönetimi, Devletçilik ve Planlı Kalkınma modelleriyle bir başarıya imza attı.

Dünya’nın gelişmiş ekonomileri Sanayi 4.0 ile üretimde otomasyonun maksimum düzeyde kullanılıp insan emeğinin (hatasının) minimum seviyeye çekileceği, yapay zekâ ve dijitalleşme ile, karanlık fabrikalarla neredeyse hiç ihtiyaç duyulmayacağı algoritmalar üstünde çalışıyorlar. Bizim üretimimiz ve ihracatımız içinde sanayi ürünleri payı artıyor, ancak bu üretim ve satış hâlâ parça düzeyinde. Bütünsellik arz etmiyor, bu sebeple hâli hazırda örneğin motor üretemiyoruz.

Başka bir ifadeyle 21.YY’da artık Toplum 5.0’ın tartışıldığı bir zaman diliminde, biz motor üretmenin peşindeyiz. Bu sebeple milli tank Altay’da Fransız, eğitim uçağı Hürkuş’ta Kanada, insansız hava aracı Anka’da, milli gemi Milgem’de de ithal motorlar kullanılıyor. Yeri otomobil diye lanse edilen Togg’un ise motoru, dizaynı, her şeyi yabancı. İnovasyon, tasarım ve yazılım konularında çok geriyiz.

ARGE yatırımlarında dünyanın gerisindeyiz. ARGE harcamalarının GSYH’ye oranı bakımından OECD ülkeleri ortalaması %2,4’tür. Almanya’da %3,3, İsrail’de %4,5, G.Kore’de %4,6 olan oran Türkiye’de 2019 itibarıyla %1,06’dır.

Bunun sonucunda biz katma değeri yüksek ürünler üretemiyoruz, marka, patent ihraç edemiyoruz, aksine her tür “know-how”la birlikte bunları ithal ediyoruz. Sonuç itibarıyla Türkiye dünyada artan tedarik ve navlun fiyatlarıyla, girdi maliyetleriyle; Buna karşılık Avro bölgesinde azalan talep ve bitmiş ürün fiyatlarıyla rekabet etmekte giderek zorluk yaşamaktadır, yaşayacaktır.

Tüm dünya ile paralel Türkiye’de yoksulluk artmaktadır. Ülkede uygulanan yanlış ekonomik ve sosyal politikalarla orta kesim giderek küçülmekte yoksul kesim artmaktadır. Türk-İş’in son açıkladığı raporda yoksulluk sınırı 4 kişilik bir aile için 23.600, açlık sınırı 7.245 TL’sidir. Ayda 4-5 bin TL maaş alan emeklilerin bakacak başka kişileri de varsa doğrudan açlık sınırında yaşadığını ortaya koyan acı rakamlar bunlar.

İş gücü ödemelerinin, yani emeğin GSYH’den aldığı pay 2019’da %31,4, 2020’de %29,4 ve 2021’de %27 olmak üzere sürekli düşmektedir. Sermayenin payı ise artmaktadır. Gelir adaletsizliği başka adaletsizlikleri ve toplumsal sorunları beraberinde getirmektedir. Yüksek enflasyon halktan alınan gizli ve haksız bir vergidir. Üstelik yoğun olarak toplumun dar gelirli kesimlerini etkilemektedir.

Vergi sistemimizde genel olarak KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerin vergi gelirleri içindeki payı %65, kurumlar, gelir vergisi gibi kazançtan alınan doğrudan vergilerin payı %35 düzeyindedir. Bu konuda yaratılan bilgi kirliliği en son 5 Temmuz 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında kendini göstermiştir. Erdoğan aldıkları önlemlerle, mahalli idareler gelirleri ve sigorta primleri ile birlikte doğrudan vergilerin payını %53’ten %61’e çıkarttıklarını belirtmiştir.

Devlet kurumları ve danışmanlar ordusunun veri bükücülüğü burada vergi bükücülüğüne dönüşmüş gibi. Çünkü sosyal güvenlik primleri, tahsil edilsin edilmesin dolaysız vergiler içinde gösteriliyor. Fonksiyonsuz bir tasnif bu ve doğru değil!

Benim kriz ve bundan sonraki ekonomik yapı için kısa, orta ve uzun vadeli bazı önerilerim olacak.

Kısa vadede, zihniyet değişikliği ile sorunlara doğru teşhisler koymak ve denenmiş, kabul edilmiş, bilimsel gerçeklere dönmek gerekir. Maliye politikalarından çok daha hızlı sonuç alabileceğiniz para politikalarını devreye sokmak gerekir. Yeni bir ekonomik programla düşük faiz politikası terk edilerek, gösterge faizi yükseltilmelidir. Bu ve bunun gibi düzenlemeleri yapacak şekilde Merkez Bankası bağımsız hâle getirilmeli, banka 2008 krizinde olduğu gibi esnek ve etkin likidite yöntemleri uygulamalı, ekonomiye müdahalelerden vazgeçilerek güven ortamı sağlanmalıdır.

Bunun için en doğru yol bir yönetim değişikliğidir. 1994 ve 2001 krizlerinden sonra hükümet değişiklikleri olmuş, yeni ekonomik programlarla krizden çıkılmıştır.

Enflasyon Hedeflemesi Rejimi uygulanmalı, buna uyumlu sıkı para ve maliye politikaları birlikte hayata geçirilmelidir. Merkez Bankası Hazine’nin kasası gibi kullanılmamalıdır.

Dolaylı vergiler zaman içinde kademeli olarak azaltılmalıdır. KDV temel gıda ve ihtiyaç mallarında sıfıra kadar azaltılmalıdır, diğer ürünlerde düşürülmelidir. ÖTV kademeli olarak sadece lüks tüketim mallarında uygulanır hâle getirilmelidir.

Orta vadede, maliye politikalarıyla gelir adaletsizliklerini azaltacak vergi önlemleri alınmalıdır. Dolaylı vergilerden çok doğrudan vergilere ağırlık verilmeli; kazançları doğrudan vergileyecek şekilde vergi denetimi etkinleştirilmelidir. Kayıt dışılık önlenmeli, vergi kayıp ve kaçaklarının önüne geçilmelidir.

Geçen zaman içinde, en son pandemi döneminde ve döviz dalgalanmaları sonucu oluşan, devlet himayesinde haksız kazanılmış kazançları törpüleyecek ve ekonomiye kazandıracak şekilde servet vergisi uygulanmalıdır. Bunu bugün tüm dünya, batılı liberal ekonomiler dahi tartışıyor ve kabul ediyor. Dolaylı vergiler zaman içinde kademeli olarak azaltılmalıdır. KDV temel gıda ve ihtiyaç mallarında sıfıra kadar azaltılmalıdır, diğer ürünlerde düşürülmelidir. ÖTV kademeli olarak sadece lüks tüketim mallarında uygulanır hâle getirilmelidir.

Dolaylı vergiler vergi idaresine büyük kolaylık ve gelir imkânı sağlayan vergilerdir, ancak sosyal adalet açısından buradaki kayıpları başka yollarla telafi yoluna giderek halkın üzerindeki vergi yükü hafifletilmelidir. Bu durum tüketici fiyatlarına yansıyacak, anti enflasyonist etki yapacaktır.

Devlet, genel idarelerden yerel yönetimlere kadar büyük bir tasarruf programı uygulamalı, uygulanması denetlenmelidir. Bugün itibarıyla devletin zorunlu harcamalar ve hizmetler dışında gerekli, gereksiz büyük bir yükü vardır ekonominin, dolayısıyla halkın üzerinde. Bu yük planlı bir şekilde hafifletilmelidir. Bu yolla halkın yeni ekonomik programa güveni ve bağlılığı arttırılmalıdır.

Sosyal Güvenlik sistemi yeniden ele alınmalı, yükün sadece devletin veya sadece özel sektörün üstünde olmayacağı adil, ortak bir sistem geliştirilmeli, özel emeklilik ve sağlık sigortaları desteklenmeli, özendirilmelidir.

DPT yeniden yapılandırılarak, işlevsellik kazanmalıdır. Doğru veriler, gerçekçi hedefler, bilimsellik ve işbirliği doğrultusunda planlama yeniden devreye sokulmalıdır. Planlama ve yeni kalkınma planları sadece devlet bürokratlarının hazırlayacağı metinlerden oluşmamalı, üniversiteler, iş dünyası, onun her kademeden temsilcileri, sendikalar, sivil toplum ve düşünce kuruluşlarının görüşleriyle ortak milli planlama yoluna gidilmelidir.

Planlama programı doğrultusunda hammaddesine kolay ulaşılan sektörlerden başlayarak pilot sektörler benimsenmeli, üretim desteklenmelidir. Diğer taraftan hammadde sağlayacak üretimlere yönelmelidir. Örnek vermek gerekirse bugün itibarıyla deri sektöründe ithal girdi oranı %70 düzeyindedir. Aynı şekilde stratejik bir sektör olan ve ürünleri büyük oranda başka sektörlerde hammadde ve mamul olarak kullanılan kimya sektörünün dış ticaretinde ithalat lehine 20 milyar $ açık vardır.

ARGE, inovasyon, marka, patent, tasarım, yazılım ve daha ileri fütüristik çabalar gerçek anlamda desteklenmelidir.

Bu gibi sektörlerde teşvikler sanayi kümeleri şeklinde organize bir biçimde yapılanmış entegre üretim adalarına verilmelidir. Organize sanayi bölgeleri işlevsellik kazanmalıdır. Buralarda enerji, lojistik, işçilik konularında teşvikler devreye girmelidir. ARGE, inovasyon, marka, patent, tasarım, yazılım ve daha ileri fütüristik çabalar gerçek anlamda desteklenmelidir.

Salgın dönemi ve sonrasında gıdaya erişimin zorlanması tarımın önemini bir kez daha göstermiştir. Türkiye geleneksel olarak tarımsal üretimden gelen bir ülkedir, ancak bu özelliğini kaybetmiştir. Ucuz iş gücü ihtiyacını karşılayacak şekilde köyden kente göç gerçekleşmiş, kırsal bölgeler boşalmıştır.

İzlenen yanlış tarım ve hayvancılık politikaları, terör gibi sebeplerle Türk tarımı ve hayvancılığı deyim yerindeyse ölmüştür. Bu alanlarda çalışacak nüfusta kalmamıştır. Tarımsal girdiler, gübre, tohum, ilaç, enerji çok pahalıdır. Dolayısıyla tarım bilinçli bir şekilde yatırım yapılması zor bir alan hâline getirilmiştir. Son yıllarda organik tarım adı altında küçük ölçekteki çabalar yeterli değildir.

Oysa ki, Türkiye’nin su ve toprak kaynakları, hayvancılık yapmaya müsait yaylaları, balıkçılık yapılacak denizleri hala yerinde durmaktadır. Planlama dahilinde tarım ve hayvancılığa yatırım, özellikle kooperatifler desteklenirken, büyük ölçekli devlet üretme çiftlikleri kurulmalıdır.

Bu aynı zamanda istihdam yaratacak, büyük kentlerin varoşlarında sıkışmış yığınlar için geri dönüşe vesile olabilecektir. Kültürel sebeplerle şehirlerde yaşamak isteyenler dışında oluşacak yeni cazibe bölgeleri tersine göçü sağlayabilir. Ayrıca tarımsal ve hayvansal ürünler, ham halinden ziyade işlenmiş, endüstriyel formlarda ihraç edilmelidir. Ülkemizin en önemli avantajı stratejik konumudur. Zengin pazarlara yakınlığı çok değerlidir, girişimcilerimizin kıvraklığı, hızlı reaksiyon verme özelliği endüstriyel her tür ürünün satışı için bize avantaj sağlamaktadır.

Ülke ekonomisi rant ekonomisinden üretim ekonomisine evrilmelidir. Ekonomi yönetimi reel sektörü desteklemelidir. Reel sektör anlam itibarıyla, ekonomide, paradan faiz geliriyle para kazanmayıp, üretim yapan, rant içermeyen sektördür. İmalat, tarım, madencilik, ticaret, taşımacılık, turizm gibi mal ve hizmet üreten faaliyetlere de reel ekonomi diyoruz.

Orta vadede mutlaka ülkenin hukuk düzeni adil, pozitif bir hâle getirilmelidir. Yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi sağlanmalıdır. Bu yolla yerli, yabancı tüm yatırımcılara güven verilmelidir.

Ulusal ekonomide tarım, sanayi ve hizmetler ana sektörlerinde üretici ve tüketici konumundaki tüm vatandaşların tasarrufları finans sektörü tarafından toplanır ve tekrar kullandırılır. Finans sektörü ekonominin  fon arz ve talebinin karşılandığı aracı sektördür. Reel sektör hem gerçek mal ve hizmetlerin üreten, alıp satan bir ekonomik aktördür, hem de gri alanları azdır; denetlenmesi, kontrol edilmesi, desteklenmesi kolaydır.

Orta vadede mutlaka ülkenin hukuk düzeni adil, pozitif bir hâle getirilmelidir. Yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi sağlanmalıdır. Bu yolla yerli, yabancı tüm yatırımcılara güven verilmeli, sıcak para şeklindeki gelip geçici para akışlarından ziyade kalıcı, sürekli yatırımlar hedeflenmelidir.

Uzun vadede sürekli eğitim çabaları ve çalışmalarıyla toplumun bilgi ve bilinç düzeyi arttırılmalı, dünyada en son yeniliklere anında adapte olacak, yaratıcı, dinamik, girişimci bir toplum yaratılmalıdır. Benim uzun vadede bir önerim de, eşit vatandaşlık temel geliri olur.

En basit ifadeyle, derin yoksulluğu, açlığı gündemden çıkartacak, toplumun en alt kesimindeki insanlara, onların çocuklarına yukarı çıkma şansını, en önemli eşitlik olan fırsat eşitliğini bir nebze sağlayacak bir yöntemdir.

Hak, hukuk, adalet, özgürlük, demokrasi, kalkınma, eşitlik, şeffaflık, hesap verilebilirlik, verimlilik, denetim kavramlarını içselleştirmiş, iyi yönetişimi; yani yönetenlerle yönetilenlerin karşılıklı diyalogla etkinleştirildiği bir ekonomik ve siyasal düzeni hepimiz özlüyoruz. Bize bugün uzak gibi görünen bu kavramlar, aslında ulaşılması imkânsız değil.

Kilit sözcükler: Hukuk-Demokrasi-Eğitim-Planlama. Bunlarla sonuca ulaşabiliriz. Önümüzde iyi bir örnek var. 1929 Buhranında anında pozisyon alan Cumhuriyet yönetimi, Devletçilik ve Planlı Kalkınma modelleriyle bir başarıya imza attı. Ülkenin kaynakları yok denecek kadar azdı. Sermaye sınıfı, işçi sınıfı, yatırımı, sanayi tesisi yoktu. Dünya ekonomisinin çok daraldığı, bazı ülkelerin iflas bayrağı çektiği bir dönemde, tam bağımsızlık idealinden vazgeçmeden, akılcı, bilimsel, ulusçu ve toplumcu politikalarla bir başarı hikayesi yazıldı.

1929-39 yılları arasında, sanayi artış oranı dünya genelinde ortalama %19 iken aynı dönemde Türkiye’de %96 olarak gerçekleşmiştir. Evet yok denecek kadar küçük sanayiyi devlet yatırımlarıyla büyütmeye birileri şüpheyle yaklaşabilir; evet o zamandan bu zamana dünyada çok şey değişti, ölçekler mukayese edilemeyecek kadar farklılaştı; ancak insan zekâsı ve onuru aynı. Bugün elimizde çok daha geniş olanaklar ve insan kaynağı var. Başarabiliriz!

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI