Kanada seyahatim devam ediyor.
Vancouver’ın üniversitelerini ziyaret ediyorum.
Dostlarımla küreselleşen dünyanın geleceği ve yüz yüze olduğumuz büyük meydan okumalar üzerine konuşuyoruz.
Bir taraftan “savaş”, diğer taraftan “iklim krizi” en büyük iki meydan okuma.
Meydan okumanın ötesinde “kıyamet” olarak da değerlendirilebilecek iki sorun.
Sadece ülkeleri değil tüm dünyayı kıyamete götürebilecek potansiyeli taşıyorlar.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan “Ukrayna Savaşı”, tüm dünyayı Üçüncü Dünya Savaşına götürecek süreci başlatmış olabilir.
Bu saptama artık bir komplo teorisi olarak görülmüyor.
Ciddi akademisyenler, uzmanlar, düşünürler için dünyayı kıyamete götürecek savaş olasılığı artık gözardı edilemeyecek bir olasılık.
Her biri ve hepsi önemli tartışma yaratan filmlerin, hiçbirini kaçırmadım, yönetmeni Christopher Nolan’ın en son filmi olarak “Oppenheimer”ı seçmesi de boşuna değil. Önemsenmeli.
Savaş gibi dünyayı kıyamete götürecek ikinci sorun “iklim krizi”.
Küresel ısınma değil, yaşadığımız sıcak hava dalgalarıyla “küresel pişme” diyebileceğimiz bir süreçten geçiyoruz.
İklim krizi de kıyamet niteliğinde bir meydan okuma, nerede yaşarsak yaşayalım, hepimiz için.
Bu iki meydan okumanın yanında giderek artan “eşitsizlik”, işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı, otoriterleşme, güvencesizlik vb. sorunlarımız var.
Tüm bu sorunlar küreselleşen dünyanın “çoklu krizlerini” yaratırken, yerel-ulusal-bölgesel-küresel düzeylerde büyük bir “yönetim boşluğu” ya da “yönetim eksikliği” da yaratıyorlar.
1945-sonrası ya da İkinci Dünya Savası-sonrası “Batı merkezci Liberal Dünya Düzeni” sona ererken, yerine nasıl bir düzenin geleceği belli değil.
Eski ölüyor ama yeni doğamıyor.
Bir “geçiş dönemi” içeresindeyiz, hem de “belirsizlik ve güvensizlik derecesi” çok yüksek bir geçiş dönemini yaşıyoruz.
Bu da savaş ve iklim krizinin çoklu kriz ortamında dünyayı kıyamete götürme potansiyelini arttırıyor.
Böyle bir durumda nasıl bir ülke yönetimi, nasıl bir dünya yönetimi, nasıl bir dünya siyaseti, nasıl bir küreselleşme soruları kritik önem kazanıyor.
Bu sorulara yanıt arama ve bulma çabası, siyasi, kamusal, akademik tartışmanın ve gündemin merkezine oturacak. Belli platformlarda oturdu bile.
Her zaman tercih ettiğim “ihtiyatlı umutlu olmak” için çabalamam lazım.
Bulunduğum Kanada’dan Amerika’yı izliyorum.
Koskoca, dünya lideri Amerika, 2024 Başkanlık seçimleri için yeni bir lider çıkaramıyor, yaşlı Biden ile tutuklanma ihtimali olan Trump ikilisine indirgenmiş gibi.
Kanada’daki durum da farklı değil. Bugün tüm gazetelerin manşetleri aynı: Başbakan Trudeau eşi Sophie Gregoire Trudeau’dan ayrılıyor.
Atatürk’ün liderliği, daha doğrusu, küresel liderliği, tüm unutturulma çabalarına, tüm saldırılara ve itibar kaybettirme girişimlerine rağmen, dünya düzeyinde geçerliliğini ve vizyon dolu niteliğini hâlâ koruyor.
Avrupa, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya örnekleri ve diğer ülkeleri de içine alacak şekilde büyük bir “liderlik sorunu” yaşıyor.
Otoriter, hatta faşist liderler Avrupa’da güçleniyor, iktidara geliyorlar.
İsveç, Danimarka, Kuran yakma eylemlerine savrulmuş durumda.
Demokrasinin zayıfladığı, hatta ölüme doğru gittiği ve çok kötü liderler tarafından yönetilmeye mahkûm edildiği bir dönemi yaşıyoruz, bu da geleceğe umutla bakmamızı çok zorlaştırıyor.
Belirsizlik-güvencesizlik derecesi yüksek bir geçiş döneminde olan ve savaş-iklim krizi meydan okumalarıyla kıyamete gitme riskiyle karşı karşıya olan küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz.
Lenin’in temel sorusu gibi: Ne Yapılmalı?
Farklı pencerelerden, perspektiflerden, yerlerden, kuramlardan, farklı yanıtlar verilebilir.
Bugünün dünyasına benzer bir dünyada, yüzyıl önce bir yanıt ülkemizden gelmişti.
Cumhuriyetin yüzüncü yılında, 2023’de, iktidar içinden ve yakın çevrelerden gelen çabalarla, son yıllarda giderek artan bir şekilde unutturulmaya çalışılan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yüzyıl önce, ne yapılmalı sorusuna Cumhuriyet diyerek yanıt vermişti.
Atatürk’ün liderliği, daha doğrusu, küresel liderliği, tüm unutturulma çabalarına, tüm saldırılara ve itibar kaybettirme girişimlerine rağmen, dünya düzeyinde geçerliliğini ve vizyon dolu niteliğini hâlâ koruyor.
Disney’in büyük bir iradesizlik ve ahlak eksikliğiyle bu büyük lider üzerine yapılmış Atatürk dizisini yasaklaması bugünün dünyasının bu yazıda kısaca çözümlediğim yapısını ve niteliğini sergiliyor.
Bu kararı şiddetle eleştiriyorum, hepimizin eleştirmesi lazım.
Kuran yakmalar gibi bu karar da “kültür savaşları” adı altında kıyamet riskini artırıyor.
Tabi, ironik olan, kendi ülkemizde unutturulmak istenen Atatürk’e iktidarın sahip çıkmasının ne kadar inandırıcı olacağı.
Bizler Atatürk’e sahip çıkacağız, ondan öğrenerek bugünün kıyamete giden dünyası için ne yapılmalı sorusuna yanıt arayacağız.
Kendi iç iktidar oyunlarına yenik düşmüş muhalefete de duyurulur.