Kimlikler Türkiye’sinden “Değerler Türkiyesi”ne geçmek mümkün mü?
Politikyol
Türkiye'de yıkıcı siyasi kutuplaşma, duygusal kutuplaşma ile birleşti. Farklı kimliklere, kurumlara, partilere güven azaldı. Kimlik siyasetinden yorgun düşmüş, hayat pahalılığı ile mücadele eden toplumun artık Değerler Türkiye’sine hazır olduğunu düşünüyorum.
Siyasi parti liderlerinin hem kendi grup toplantılarında hem de kamuya dönük konuşmalarında yaptıkları “sahaya iniyoruz” vurgusuyla birlikte seçim döneminin ve siyasetin giderek canlanacağını öngörebiliriz.
Bu canlanmanın, genelde olumlu olmakla birlikte, yıkıcı kutuplaşma ve çatışma sorunlarını derinleştirme riskini taşıdığını da belirtelim.
Son dönemde kutuplaşmayı derinleştirerek seçim kazanma stratejisinin başta hükümet olmak üzere siyasi partilerin benimsediklerini var sayarsak, risklerin olumluluktan daha olası olduğunu söyleyebiliriz.
Bu noktada da, CHP Lideri Sn. Kılıçdaroğlu’nun “gerilimden uzak durmak...sakin olmak” çağrısına ve Yetkin Report’taki 8 Ekim tarihli yazısında Murat Yetkin’in “Kılıçdaroğlu’nun siyasi cinayetler uyarısı ciddiye alınmalı” ikazına katılıyorum. Türkiye siyasi tarihinin hepimizi çok üzen siyasi cinayet örnekleriyle dolu olduğunu biliyoruz.
Peki sahada sakin olmak nasıl mümkün olabilir?
Bu soruya evet yerine olumsuz yanıt vermek daha gerçekçi gözüküyor.
Türkiye, tüm akademik ve kamu oyu araştırmalarının gösterdiği gibi, son yıllarda giderek artan biçimde kimliklere ve kimlik siyasetine savrulmuş bir ülke.
“Kimlikler Türkiyesi” tablosu ülkemizi anlatıyor. Bu tablo, başta siyasal alan olmak üzere tüm toplumsal ilişkilere yayılan “yıkıcı kutuplaşma” sorunuyla birleşti. Kimlikler Türkiyesi-Yıkıcı Kutuplaşma ekseni güçlendi; Türkiye’nin bölünmüş toplum’a dönüşmesine neden oldu.
Şu noktanın ya da ikilemin altını çizelim: “Kimlikler Türkiyesi-Yıkıcı Kutuplaşma-Bölünmüş Toplum” denklemi, bir taraftan, seçimleri kazanma stratejisi olarak siyasi partiler tarafından kullanıldı, hatta, son dönem seçimlerinde hükümetin ana stratejisi oldu; ama diğer taraftan da, Türkiye’nin demokrasisine, birlikte yaşama kültürüne, ekonomisine ve istikrarına çok ciddi zarar verdi.
Yıkıcı kutuplaşma, psikologların ve psikatrların önerdiği gibi, toplum psikolojisine yansıdı, “Duygusal Kutuplaşma” ile birleşti. Farklı kimliklere, kurumlara, partilere “güven” azaldı.
Toplum psikolojisi bozuldu, güvensiz-bölünmüş bir ülke manzarası ortaya çıktı. Bu manzara da, Kimlikler Türkiyesi tablosunun bir parçası oldu.
Bununla birlikte, 2018 yılının ikinci yarısından bugüne olumlu gelişmeler ve kırılmalar da ortaya çıktı.
Birincisi, güçlü hükümet-zayıf muhalefet ilişkisinde ciddi kırılma yaşanmaya başladı. Hükümet zayıflarken muhalefet canlandı, seçim kazanma olasılığı arttı, gündemi muhalefet belirlemeye başladı.
İkincisi, muhalefetin güçlenmesi, Cumhurbaşkanlığı Hükümetin Sistemi’nin bir sonucu olarak ortaya çıkan “ittifaklar siyaseti”ni yarattı. Bunun muhalefete yansıması da, farklı partilerin ilkeler temelinde bir araya gelmeleri oldu. İlkeler temelinde ortaklık tikel parti çıkarlarının önüne geçti. Güçlü Parlamenter Sisteme geçiş önerisi, ilkeler temelinde ortak çalışmaya bir örnek teşkil ediyor.
Üçüncüsü, son dönemde özellikle ekonomi alanında yaşanan “işsizlik” ve “hayat pahalılığı” sorunlarının dayanılmaz noktalara gelmesi kimliklerin yanında temel ihtiyaçları ve ekonomik sorunları siyasetin ana gündem maddesi yaptı.
Dördüncüsü, Covid 19 ile başlayan sağlık-gıda-iş, hatta barınak sorunları, siyaseti temel ihtiyaçlar temelinde düşünmeyi gerekli kıldı.
Beşincisi, hükümetin aşırı kalkınmacı politikalarının doğaya verdiği zararlar ile yangın-sel gibi afetlere karşı başarısız yönetim izlemesi de, ilkelere ve ihtiyaçlara ek olarak yaşamsal güvenliği siyasetin önemli boyutlarından biri yaptı.
Altıncısı, tüm bu nedenlerin sonucunda, kimlik temelli kutuplaşmayı körükleyerek seçim kazanma olasılığı artık eskisi kadar güçlü değil. Seçim kazanmak için kimlikler içi ve arası gri alanda yer alan seçmenlerin ekonomi, temel ihtiyaçlar ve yaşamsal güvenlik alanlarındaki endişelerini karşılayacak söylem ve politikalara sahip olmanız gerekiyor.
Değerler Türkiyesi
Seçim başarısı ve başarılı toplum yönetimi, toplumu kimliklere indirgemenin aksine, kapsayıcı, çözüm üretici ve inandırıcı söyleme ve politikalara sahip olmayı gerekli kılıyor.
“Ben kimim” sorusu kadar, bugün, artık, “Hangi değerlere sahibim”, ya da “Hangi değerleri savunuyorum” sorusu da giderek önem kazanıyor.
“Kimin yönettiği Türkiye” sorusu kadar “Nasıl bir Türkiye istiyoruz” ya da “Türkiye nasıl bir yönetim tarzı ve anlayışıyla yönetilmeli” sorularına yanıt seçimlerde ve yönetimde başarıyı da belirleyecektir.
Ünlü Fransız felsefecisi Paul Ricour’un önemli ikazına kulak vermemizi öneriyorum: topluma kimlikler temelinde değil, aksine değerler temelinde yaklaşmalıyız.
Son dönemlerde yaşanan büyük türbülanslar nedenleriyle bireysel, günlük ve toplumsal yaşam alanları “endişe-korku-güvensizlik duygularıyla” şekilleniyor. Böyle bir durumda, Türkiye’nin, kimlikler yerine “değerler temelinde bir yönetim anlayışına ve bir toplum sözleşmesine” gereksinimi var.
Kimlikler Türkiye’sinden “Değerler Türkiyesi”ne geçmemiz gerekiyor.
Seçimi kazanmak kadar, belki de daha da önemli olarak Türkiye’nin Değerler Türkiye’sine dönüşmesi için çalışmak, çaba harcamalıyız. Yıkıcı ve duygusal kutuplaşma sorununun çözüm anahtarı da burada yatıyor.
Dahası, bir taraftan kimlik siyasetinden ve kutuplaşmadan yorgun düşmüş, diğer taraftan kabul edilmez noktalara gelmiş olan hayat pahalılığı içinde yaşam mücadelesi veren Türkiye toplumunun da Değerler Türkiye’sine hazır olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır.
Yorumlar