Türk siyasi tarihinde Gandi gibi evrensel bir duruş ortaya koyan Kılıçdaroğlu’nun bu yaklaşımı, siyasilerin işini zorlaştırdı. Çünkü düşmanlaştırarak konsolide ettikleri seçmene anlatacak şeyleri azalıyor, iyi şeyler söylemek zorunda kalıyorlardı.
6 Şubat depreminin yönetimsel krizi, siyasileri yeniden karşı karşıya getirdi. “Cumhur ittifakı olarak sahada olduklarını” iddia edenler, Millet ittifakını görmezden gelmeye devam etti. Oysa yaşanan krizin asıl sorumluluğu da iktidardaydı. Bu süreçte bile seçim ve siyasi hesaplar ne yazık ki yakamızı bırakmadı bir türlü. Bunca acının ve öfkenin içerisinde bile PR peşinde koşmak, siyasi çıkar elde etmeye yeltenmek bile siyasetin ne denli çirkin olduğunu bir kez daha gösterdi bizlere.
Depremin meydana geldiği günden itibaren bir de seçim tartışması yavaşça gündemlerimize sokulmaya çalışıldı. Birileri çıkıp seçimi erteleyerek zaman kazanmaya, başka başka hesaplar yapmak için fırsat oluşturmaya çalıştı. 14 Mayıs’ta yapılacak genel seçimler yaklaştıkça da hem bu siyasilerin hem de siyasetin çirkin yüzü yeniden ortaya çıkmaya başladı. Bu seviyesizlik, siyasi dünyamızın genel bir özelliği aslında. Zira ne kadar ilkesizlik, ahlaksızlık, kalitesizlik, çıkarcılık varsa hepsini siyasilerin çoğunda görebilmek mümkün. Ne de olsa siyasetçiler yaşadıkları toplumun her kesiminden karakterler barındırıyor.
Örneğin, Müge Anlı ve benzeri programlara bakın. Nasıl bir toplumda yaşadığımızı, etrafımızı nasıl insanların çevrelediğini, ahlaksızlığın nasıl kanıksadığını göreceksiniz. Bu toplumsal hakikatimizin siyasetten bağımsız olması da düşünülemez elbette. Siyasi hayatımıza ahlaksızlık o kadar yerleşmiş ki, kimse buna itiraz etmiyor, ahlaksızlığı adeta bir
gereklilik olarak görüyor. Bu yüzden sahtekârlık yapmanın uyanıklık; kısa yoldan zengin olmanın ise zekilik sayıldığı bir toplumda bu siyaset anlayışı da pek sorun olmuyor.
Bu durum kodlarımıza o kadar işlemiş olacak ki dürüst, ahlaklı, doğru bir kişi karşımıza çıktığında şaşkına dönüyoruz, ayarlarımız bozuluyor, panik yapıyor, duygu durum bozukluğu yaşıyor, sersemliyor, kontrolümüzü kaybediyor, bilincimizi yitirme aşamasına geliyoruz. Yaklaşık bir yıldır kurulan Altılı Masa, işte bu ahlaksızlığın normalleştiği siyasi ortamda doğdu. Altılı Masanın ilkeli, ahlaklı, dürüst ve adil duruşundan taviz vermeyen en güçlü ismi Kılıçdaroğlu da bu ilkesizliğe kurban edilmeye çalışılıyor bir süredir.
Siyaset hayatında uzun zamandır görmediğimiz dürüst, ilkeli, hırslarından uzak, merhamet duygusu yüksek, özür dilemeyi bilen, tek bir yolsuzluğa ve hırsızlığa karışmamış yaşayan tek siyasetçi denebilir Kılıçdaroğlu için. Kılıçdaroğlu’nun vefat eden kardeşinin yersiz ve anlamsız eleştirilerini hatırlayın? Kardeşine siyaset marifetiyle güzel bir hayat sunabilseydi belki de kardeşi ile harikulade geçinecekti. Ama o bunu yapmadı, kardeşinin kendisine yaptığı hakaretlerine karşı tek kelime etmedi ama ona ayrıcalık da tanımadı.
Peki Kılıçdaroğlu’na karşı yürütülen bu linç kampanyaları neden? Neden yıpratılmak isteniyor? Bunun en önemli sebebi
barışçıl, ahlaklı, adil oluşu ve Alevi kimliği. Kılıçdaroğlu, Türk siyasi hayatında kimsenin başaramadığı imkânsızı başardı. Siyasetin düşman yaratma stratejisi ile yapıldığı bir ülkede, Kılıçdaroğlu’nun barıştırıcı metodu kimilerinin ayarını bozdu ve siyaset yapmasının önünü tıkadı. Zira siyasi bütün hareketlerimiz karşıdakine kin ve düşmanlık beslemekten, nefret etmekten, hain ilan edip rövanş almaktan beslenen bir anlayışa sahip.
Toplumu çürüten, siyasetin bu kötü yüzüne karşı Kılıçdaroğlu’nun hayat vermeye çalıştığı barışçıl yaklaşımı, bütün siyasi partileri ve liderlerini şaşırttı. Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi lideri Mahatma Gandi, kötülüğe karşı aktif ama şiddetsiz direnişin öncüsüydü. Türk siyasi tarihinde Gandi gibi evrensel bir duruş ortaya koyan Kılıçdaroğlu’nun bu yaklaşımı, siyasilerin işini zorlaştırdı. Çünkü düşmanlaştırarak konsolide ettikleri seçmene anlatacak şeyleri azalıyor,
iyi şeyler söylemek zorunda kalıyorlardı.
José Saramago’nun Körlük adlı romanında, herkesin kör olmaya başladığı bir toplum betimlenir. Bu körler toplumunda gören bir kadın vardır ve bu kadın diğer insanların
“Nasılsa hiç kimse görmüyor” diyerek yarattığı ahlaksızlık ve çürümüşlük haline şahit olur.
“Nasılsa kimse görmüyor” diyerek herkesin ortalığa pislediği, insanların birbirinin kadınlarına tecavüz ettiği, kaynakların adil bölüşülmediği bir toplumu harikulade biçimde anlatır Saramago. Bir anlamda
ahlaksızlığın ahlak olarak kabul gördüğü toplumlarda
ahlaklı olmak bir hastalık sayılır demektedir.
Deprem gibi acı bir zamanda dahi “#KılıçdaroğluAdayOlmasın!” kampanyasını yürütenleri bir de bu gözle değerlendirmenizi öneririm. Siyasetin topluma
kör olduğu böyle bir ortamda Kılıçdaroğlu; gördüklerini anlatıyor, toplumu uyarıyor, örnek olmaya çalışıyor, barışıyor-barıştırıyor, özür diliyor, bir araya getiriyor, çalmıyor, mütevazı yaşıyor, hakaret etmiyor…
Toplumsal ahlakın geldiği seviye ortada iken soracağımız soru
“Kemal Kılıçdaroğlu neden aday olmamalı?” yerine
“Kemal Kılıçdaroğlu neden aday olmalı?” sorusu değil midir?
“Neden aday olmamalı?” sorusuna
“Çünkü Alevi, çünkü din ve imanla siyaset yapanlar karşısında birçok seçim kaybetti” cevabından başka bir yanıt verilemiyor. Unutmayalım ki nefretin yaygın olduğu yerde iyilik egemen olamaz ve nefret insan icadıdır. Oysa soruyu
“Kılıçdaroğlu neden aday olmalı?” diye sorduğumuzda karşımıza birçok siyasetçide asla göremeyeceğimiz
adalet, barış, sevgi, insanlık, merhamet ve vicdan olduğunu görüyoruz.
“Kemal Kılıçdaroğlu neden aday olmamalı?” yerine “Kemal Kılıçdaroğlu neden aday olmalı?” sorusu değil midir? “Neden aday olmamalı?” sorusuna “Çünkü Alevi, çünkü din ve imanla siyaset yapanlar karşısında birçok seçim kaybetti” cevabından başka bir yanıt verilemiyor.
Yaşadığı sorunları kişiselleştirmeyen, insani yönü güçlü, CHP’yi ikna edebilen-değiştiren, kendisini lider olarak dayatmayan, fedakârlık yaparak küçük muhalefet partilerini bir araya getiren ve demokrasi mücadelesine ortak eden, liyakate inanan,
CHP'ye karşı önyargıları kırma konusunda başarılı, helâlleşebilen, muhafazakârlar ve Kürt seçmenle oldukça sağlam ilişki kurabilen birini göreceksiniz.
Kılıçdaroğlu’nun siyaset dünyamıza miras olarak bırakmayı arzuladığı bu
ilkeli duruşun önemine, ilerleyen zamanlarda hep birlikte şahit olacağımıza inanıyorum. Toplumun büyük bir kısmının ilkelerden ziyade güce taptığını düşünürsek, onları Kılıçdaroğlu gibi minimalist yaşayan bir liderin başaracağına inandırmak oldukça zor görünüyor, ama imkânsız değil. Son sözü 1984 romanının yazarı George Orwell’e bırakıyorum: “Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.”
Editör: TE Bilisim