Pazartesi, Aralık 4, 2023

Kemer sıkma politikalarının amacı tasarruf yapmak değil, bütçeyi fonlamak

Esat Daşdemir
Esat Daşdemir
İktisat alanında yüksek lisans ve doktorasını tamamlamıştır. Doktor öğretim üyesi unvanıyla akademisyen olarak çalışmaktadır. Yazarla iletişim için [email protected] adresine eposta gönderebilirsiniz.

Sermaye gruplarının sırtını sıvazlamak için maliye politikaları neden Türk halkını cezalandırmaktadır? Sürekli finansal sermayenin yanında duran politika yapıcılar biraz da beşerî sermayenin, insan sermayesinin yanında dursunlar.

Politika yapıcılar ulusal tasarruf birikimini artırmak için çeşitli kemer sıkma politikalarını bir süredir açıklıyorlar. Ancak bu politikaların şimdiye kadarki etkileri yalnızca ücretli çalışanlarda görülebiliyor. Zira lüks tüketim harcamaları artarak devam ediyor. Üstelik bu politikaların ücretlilere yansıması tasarruf artıcı bir etki de yaratmıyor. Zira ücretli çalışanların birçoğu zaten tasarruf yapamıyor. Yalnızca yaşam kalitelerinden daha da feragat ediyorlar.

Nitekim politika yapıcılar da uygulamalardan beklenilen sonuçları bir türlü alamadıkları için daha karamsar hedef güncellemeleri yapıyor. Peki, “kemer sıkma” adı altında gerçekleştirilen bu politikalar ulusal tasarrufları artırmıyorsa neden yapılıyor? Yoksa kemer sıkmanın amacı tasarruf etmek değil de kamu açığını fonlamak mıdır? Bu yazıda tasarruf ya da “kemer sıkma” politikalarının neden işe yaramadığını ya da yaramayacağını anlatmaya çalışacağım.

Yeni maliye bakanımızın kemer sıkma politikaları herhâlde en çok dolaylı vergilerdeki artışla birlikte kendisine tartışma alanı bulmuştu. Çoğu üründe katma değer vergisine %2 puan eklenmiş ve %18 olan vergi oranı %20, %8 olan vergi oranı %10’a çıkmıştı. Diğer kalemlerdeki vergi artışları nispeten daha anlaşılır ve hatta desteklenebilir türden. Örneğin şans oyunlarına uygulanan vergi oranlarında da bir artış yapılmıştı hatta bu alana uygulanan vergilerin hâlâ yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Şu an bazı şans oyunlarında %10, bazılarında da %14 ve %20 oranlarında vergiler söz konusu. Yani ücretli çalışansanız geliriniz %15 ile %40 arasında vergilendirilirken hiçbir emek harcanmadan kazanılan paralara bu denli az vergi uygulanmasının adil olmadığı kanaatindeyim. Aynı şekilde bavul ticareti ile getirilen ürünlere konulan vergilerin de desteklenmesi gerekmektedir. Çünkü bu tür işlemler yurtdışına gitme imkânı olanlarla olmayan yurttaşlar arasında bir çıkar çatışması oluşturmaktadır.

Ancak KDV’deki artış anlaşılır değildir. Bunlar doğrudan tüketicilere, hatta ücretli çalışanlara yansıyacaktır. Nitekim pek çok şirket ortağı ve yakınının kişisel tüketimlerini şirketleri üzerinden gerçekleştirdiği bilinmektedir. Bu tür kimseler zaten dolaylı vergi ödememektedirler. Dolaylı vergiler ücretli çalışanın sırtına vurulmuş bir yüktür. Bakınız sermaye gruplarına, hangisi KDV’deki artışı eleştirmiştir? Oysa çok değil kısa bir süre önce yalnızca söylentisini duyduğumuz “varlık vergisi” konusunda bu grupların ağır eleştirilerini duymuştuk.

Dolayısıyla takip edilen bu vergi politikasının kimlerin canını yaktığı açıktır. Ne yazık ki diğer “kemer sıkma” dönemlerinde olduğu gibi yalnızca ücretli çalışanların elindeki ekmeği almaya yönelik politikalar uygulanmaktadır. Zaten bütün hayatı boyunca çalışsa da ev ve otomobil alması imkansızlaşan ücretli çalışan kirasını ödeyemeyecek duruma getirilmektedir. Bunun devlete, millete ne yararı olacaktır? Sermaye gruplarının sırtını sıvazlamak için maliye politikaları neden Türk halkını cezalandırmaktadır? Sürekli finansal sermayenin yanında duran politika yapıcılar biraz da beşerî sermayenin, insan sermayesinin yanında dursunlar.

Sermaye korkar, sermaye kaçar diye sermayeyi vergilendirmeyenlere sormak gerekir; ülkeden kaçan on binlerce üniversite mezunu genç bu ülkenin sermayesi değil midir? Finansal sermayeyi kaçırmayacağız, yurt dışından finansal sermaye çekeceğiz diye ülkemiz daha ne kadar insan sermayesi kaybedecektir? Ülkemiz için para mı değerlidir, yoksa yetişmiş insan gücümü değerlidir? Bu ülkeyi ne zaman sermaye grupları kurtarmıştır? Bu ülkeyi her çıkmazdan kurtaran yurttaşları olmuştur. Şimdi finansal sermaye çekmek için zor zamanlarında ülkesinin yanında olan yurttaşlar kiralarını dahi ödeyemeyecek duruma geldikleri için ülkelerini terk etmeyi düşünmektedir.

Tasarruf politikaları konuşulurken önce bir sormak gerekir; kimler tasarruf edebiliyor? Neredeyse yarısı asgari ücret alan ücretli çalışanlar tasarruf edebiliyor mu? Bu insanlar zaten temel ihtiyaçlarını karşılamak için harcama yapıyor. Bu insanların tüketimleri vergilendirildiğinde aslında tasarruf yapmaları sağlanmıyor, bu politikalar yalnızca yaşam standartlarını kötüleşmelerine neden olunuyor. Bakınız ucuz malların talepleri gün geçtikçe artmaktadır. Gıda fiyatlarının tüketici fiyat endeksinden yüksek çıkmasının nedeni de tam olarak budur.

Öyle ki gıda fiyatları daha detaylı incelendiğinde ucuz gıdaların daha da pahalandığı görülebilmektedir. İnsanlar yoksullaştıkça ucuz gıda ürünlerine olan talep artacaktır ve bu ürünler daha da pahalanacaktır. İktisat literatüründe Giffen paradoksu olarak bilinen bu durumu maalesef günümüzde Türkiye ekonomisinde gözlemleyebiliyoruz. Soruya geri dönecek olursak, ücretli çalışanların büyük bölümünün zaten tasarruf yapamadığı açıktır.

Dolayısıyla bu kesime yönelik olarak artırılan vergiler tasarruf eğilimini elbette beklendiği gibi artıramaz. Nitekim sonuçlar da bunu göstermektedir. Yazımın başında da söylediğim gibi zaten şirket ortakları, yöneticileri ve bunların yakınları tüketimlerin şirketler üzerinden gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla KDV iadesi aldıkları gibi tüketimlerinin büyük bölümünü de gider olarak göstermektedirler. Elbette bu yasal bir suçtur.

Hâl böyle olunca insanın aklına takılan bir soru geliyor; “bu politikalar tasarruf eğilimini artırmıyorsa neden yapılıyor?”. Kemer sıkma politikalarının altında yatan neden bütçe açıklarının finansmanını sağlamaktır.

Ancak şu ana kadar şirket aracıyla tatile gidip akaryakıt, konaklama ve diğer masraflarını şirkete gider gösterenler ceza almış mıdır? Örneğin geçtiğimiz yıl bu zamanlar tesadüfen bir inşaat şirketinin yatı olduğuna kulak misafiri olmuştum. Şimdi bu inşaat şirketi yatıyla hangi inşaat faaliyetini gerçekleştirmektedir? Asıl vergilendirilmesi gereken bu değil midir? Maliye Bakanlığı ulusal tasarrufları artırmak istiyorsa tasarruf yapabilen kimseleri vergilendirmelidir.

Ücretli çalışana yansıyan vergiler yalnızca bu insanları daha da yoksullaştırmaktadır. Bu yapılan sıfırla başka bir sayının çarpılması gibi bir şeydir. Zaten keyfi harcama yapmayan ay sonunu zar zor getirmeye çalışan işçi sınıfı vergiler arttı diye nasıl tasarruf yapabilir? İşçilerin geliri azaldıkça görülecektir ki zorunlu ve fakir mallardaki enflasyon baskısının yükseleceği görülecektir.

Hâl böyle olunca insanın aklına takılan bir soru geliyor; “bu politikalar tasarruf eğilimini artırmıyorsa neden yapılıyor?”. Kemer sıkma politikalarının altında yatan neden bütçe açıklarının finansmanını sağlamaktır. Kamu harcamaları ve geçmiş dönemlerde uygulanan yanlış para politikaları birleşince kamu borçlanma gereği, yani bütçe açığı iyice artmıştır. 2002-2022 dönemi boyunca hasılaya oranla ortalama %2.45 olan bütçe açığı 2023’te şimdiden %3.49’a ulaşmıştır. Üstelik 2023’te gerçekleşen oran bundan da yüksek olabilecektir. Dolayısıyla en iyi ihtimalle bütçe açığı ortalamadan yaklaşık %40 daha yüksek gerçekleşecektir. Sonuç olarak bütçe açıklarının fonlanması bu vergilendirmenin ikinci hatta üçüncü gerekçesi gibi sunulsa da birinci ve tek gerekçesi gibi görülmektedir. Nitekim bu politikalar ne tasarruf eğilimini artırmaktadır ne de enflasyonu düşürmektedir. Hatta tersine bu politikaların enflasyonu artırıcı etkisini şimdi görüyoruz ve gelecekte de işçi kesimi daha çok yoksullaştığında da, görmeye devam edeceğiz.

Sonuç olarak politika yapıcılar ivedi olarak anlamalıdır ki ücretli çalışanın kirasını ödeyememesi tasarruf değil ulusal ekonomik sistemin iflasıdır. Tasarrufları yapacak olan servet sahipleridir. Vergi ödemesi gereken de yine servet sahipleridir. Gün geçtikçe alım gücünü yitiren ücretli çalışanlar korunmalı ve emek daha fazla değersizleştirilmemelidir. Bu hususta aşağıda kendimce bazı çözüm önerileri sıraladım. Şöyle arz etmek isterim:

Politika yapıcılar ivedi olarak anlamalıdır ki ücretli çalışanın kirasını ödeyememesi tasarruf değil ulusal ekonomik sistemin iflasıdır. Tasarrufları yapacak olan servet sahipleridir. Vergi ödemesi gereken de yine servet sahipleridir.

  1. Mali denetimler artırılmalıdır. Pek çok şirket ortağı, yöneticileri ve bunların yakınları kişisel tüketimlerini şirketler üzerinden yapmakta ve bu tüketimleri gider göstererek devleti zarara uğratmaktadır. Şirketlerin ve hatta vakıf ve dernekler dâhil bütün kurumların üretim faaliyetleri dışında harcama yapması önlenmelidir. Bu tür işlemlerle devleti zarara uğratanlar ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
  2. Artan oranlı varlık vergisi uygulanmalıdır. Enflasyon nedeniyle varlık fiyatları oldukça yükselmiş ve varlık sahipleri büyük kazançlar elde etmiştir. Bu kazançların vergilendirilmesi için derhal varlık vergisi getirilmelidir. Bu vergi artan oranlı olmalıdır. Böylece geliri düşük olandan yüksek olana doğru adil bir vergilendirme yapılacağı gibi, otomobil ve konut gibi ürünleri stoklayarak bunlarda aşırı fiyat artışlarına neden olanlar mali açıdan cezalandırılmış olacaktır.
  3. Finansal sermayeye yönelik politikalar yerine beşerî sermayenin korunmasına yönelik politikalar gerçekleştirilmelidir. Yetişmiş insan sermayemizin batılı ülkelere kaybedilmesi her türlü finansal sermayenin kaybından daha ürkütücü bir eğilimdir. Unutulmamalıdır ki sermaye “ölü emek” olarak adlandırılmalıdır. Dolayısıyla sermayeyi yaratacak yine bu nitelikli işgücüdür. Yetişmiş insan sermayemizi bu ülkelere kaybetmek demek, sermaye üretecek yurttaşları bu ülkelere kaybetmek demektir. Bu altın yumurtlayan tavuğu birine satıp, karşılığında altın yumurta istemektir. Devletin yapması gereken beşerî sermayeyi efektif kullanacak faaliyetleri gerçekleştirmektir.
  4. Kamu harcamaları azaltılmalıdır. Böylece bütçe açıkları iki yönlü olarak kapatılmalıdır. Elbette kamuda tasarruf açıklamaları yapılıyor, ancak bunların derhal uygulanmaya başlanması gerekmektedir.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Esat Daşdemir
Esat Daşdemir
İktisat alanında yüksek lisans ve doktorasını tamamlamıştır. Doktor öğretim üyesi unvanıyla akademisyen olarak çalışmaktadır. Yazarla iletişim için [email protected] adresine eposta gönderebilirsiniz.
spot_img
PolitiYol Telegram'da
PolitikYol.com Podcast

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI