Perşembe, Nisan 18, 2024

Kemalist ideolojinin evrimi

Zamanla ekonomik koşullardaki değişim Kemalist ideoloji ve değerleri, kaynaklandığı sermaye birikim modelinden bağımsız bir şekilde toplumda varlık göstermesine yol açtı. Kanımca günümüzde yaşanan da budur.

Özel kesimin zaman zaman karşılaştığı krizler nedeniyle toplumun refah ihtiyaçlarını karşılamada başarısızlığa düştüğü bugünkü gibi durumlarda, Kemalist ideoloji başvurulabilecek çare olarak görülmektedir. 

Kalkınma dinamik bir süreçtir. Ekonomik ve toplumsal kurumlarda değişime neden olur. Bu süreç içinde hiçbir şeyin sabit kalmasını beklemek doğru olmaz.  Kalkınma sürecindeki ilerlemelere bağlı olarak, Kemalist birikim modelinin sekteye uğraması kaçınılmazdır. Hatta Kemalist ideolojinin dayandığı ekonomik temeller ve şartlar değiştikçe, ülkenin yeni ekonomik sorunları çıktıkça, bu ideolojinin ifade ettiği değerlerin de değişmesi kaçınılmazdır.

Özel sektör eliyle gelişen sivil orta sınıfın giderek güç kazanması ve üretim ilişkilerinde çeşitlenme bürokratik orta sınıfın sermaye üzerindeki kontrolünü kaybetmesine yol açmıştır. Uygulamada ekonomik gücünde bir azalma gerçekleşse de bürokratik orta sınıfın temsil ettiği ideolojik düşüncenin toplumda yaygınlık kazanması, toplumun giderek daha geniş çevrelerinde taban bulması da mümkün olmuştur.  Bu, Kemalist ideolojinin başlangıçta temsil ettiği sermaye birikim modeli ile arasındaki birliktelikte bir kırılma ile ayrışması anlamına gelir.

Zamanla ekonomik koşullardaki değişim Kemalist ideoloji ve değerleri, kaynaklandığı sermaye birikim modelinden bağımsız bir şekilde toplumda varlık göstermesine yol açtı. Kanımca günümüzde yaşanan da budur. Bugün Türkiye ekonomisinin koşulları kuruluş dönemi koşullarından çok farklıdır. Ancak bu farklılıklara rağmen, ideolojik manada bir Kemalizm’den bahsedilebilmektedir. Ancak bu Kemalizm’in nasıl bir ekonomik karşılığı olduğu ve bugünün Türkiye’sinin maruz kaldığı hangi sorunların çözümünde katkısı olacağı net bir şekilde ortaya konulamamaktadır. Günümüzün Kemalist düşüncesi, geçmişte ekonomik sorunların çözümünde büyük fayda göstermiş bir ideolojinin sermaye birikim modelini değil, sadece üst yapı kurumlarını sahiplenmekle varlığını sürdürmektedir.

Bugünkü toplumsal tartışmalarda, günümüze kadar Kemalizm’in temsil ettiği değerler ile bu değerlerin oluşumuna temel teşkil eden ekonomik koşulların ayrışmasının izleri görülmekledir. Artık bugün Kemalizm anlayışına dayanak teşkil edecek herhangi bir sermaye birikim modeli tanımlanmadan, bu ideolojinin temsil ettiği temel değerler karşımıza çıkmaktadır. Ancak ne devletçilik kuruluş döneminin devletçiliğidir, ne de Kemalizm o dönemde rastlanılan Kemalizm’dir.

Ekonomide karşılığı kalmamış olsa bile, Kemalizm’in (en azından kuruluş döneminin Kemalizm’inin) düşünce dünyamızda tekrar ortaya çıkmasının gerekçesi aslında ekonomiktir. Özel kesimin zaman zaman karşılaştığı krizler nedeniyle toplumun refah ihtiyaçlarını karşılamada başarısızlığa düştüğü bugünkü gibi durumlarda, Kemalist ideoloji tekrar hayat bulmakta; Kemalist uygulamaların çok farklı koşullar içinde elde etmiş olduğu geçmiş başarıları göz önüne alınarak, en azından toplumun bir kısmı tarafından gerçekleştirilemeyen refah taleplerini karşılamak için başvurulabilecek çare olarak görülmektedir.  Özellikle özel kesim faaliyetlerinin desteklediği gelir akımlarından beslenen sivil orta sınıfın, ülkedeki kurumlara işlerlik kazandırmada devletçi birikim modelinin dayandığı bürokratik orta sınıfı yeterince ikame edemediğinde, toplum nezdinde Kemalizm’in bulduğu destek ve temsil ettiği değerlerin popülaritesi artmaktadır.

Bugün karşı karşıya kaldığımız Kemalizm’i anlayabilmek için, bu aşamada sorulması gereken iki önemli sorunun cevaplanmasına gerek var. İlki Kemalist ideolojinin günümüzde temsil ettiği değerlerin ne olduğu ve bunların kuruluş dönemi değerleriyle olan ilişkisi.  İkincisi ise, bürokratik orta sınıfı ikame etmeye girişen özel sektörün ne tür değerler sistemine sahip olduğudur.

KURULUŞ DÖNEMİ KEMALİST İDEOLOJİNİN TEMSİL ETTİĞİ DEĞERLER NELERDİR?

Kemalist ideoloji zaman içinde temsil ettiği değerler bakımından değişkenlik gösterse de, kuruluş dönemindeki birtakım değerler onun özgün karakterini oluşturmaktadır. Kalkınmacı, ülkenin refah arayışına en doğru cevabı verecek çözümlerin arayışı içinde olan, pragmatik bakış açısına sahip bir anlayıştır bu. Kalkınmayı, döneminin çok ötesinde bir anlayışla, bir bütün olarak ele alan, sadece parasal ekonomik değerlere indirgemeyen, toplumsal dönüşümü de kapsayan bir yaklaşımdır. Çok daha önemlisi, kalkınmayı kurumsal yapıların dönüşümüne indirgeyebilmiş reformist bir yaklaşımın adıdır. Milli bir ekonomi oluşturmak için, milli pazarını oluşturmuş ve sanayileşmeyi kendine amaç olarak tercih etmiş bir anlayıştır. Belki biraz mahcup, toplumun geri kalanlarına göre sahip oldukları imkânların yol açtığı suçluluk ve topluma karşı borçluluk duygusu içinde olan, romantik bir aydın hareketidir aynı zamanda.

Kanımca bu ideolojinin en belirleyici unsuru bürokrasiye ait bir değerler sistemi olarak ortaya çıkması ve daha sonra toplumda yaygınlık kazanmasıdır. Kalkınma bir kadro hareketidir ve bu kadrolar belli bir eğitim ve vasıf düzeyine ulaşmış beşeri sermayeye ihtiyaç duyacaktır. Kemalizm, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma alışkanlıkla, belirledikleri kalkınma önceliklerine uygun şekilde yurtiçinde ve yurtdışındaki eğitim kurumlarında teknik eleman yetiştirmeye başlamış, ardından da bunları devlet bünyesinde istihdam etmiştir. Zaten bu vasıflarla yetişmiş işgücünün özel sektörde istihdam imkânı da yoktur. Özellikle mühendislik alanlarında yetişen bu işgücünün çok elverişli ekonomik koşullarda devlet işletmelerinde istihdamı bürokratik orta sınıfın oluşumuna yol açmıştır.  Bu sınıf, gelirleri bakımından istihdam edildikleri devlet kurumlarına bağlı olan, ülke ortalamasının üzerinde refaha erişmiş bir kesimdir. Onların bu refahın kaynağı ise Kemalizm’in ekonomik dayanağını oluşturan sermaye birikim modelidir.

BEŞERİ SERMAYENİN ÖZELLEŞMESİ VE ÖZEL SEKTÖR DEĞERLERİNİN YÜKSELİŞİ

Savaş sonrası güçlenmeye başlayan özel sektörün karşı karşıya kaldığı en önemli kısıt yetişmiş vasıflı insan gücü eksikliğidir. Aslında kısmen fiziki sermayenin kontrolünde söz sahibi olmuştur ancak beşeri sermayenin kontrolü hâlâ devletin elindedir. Bu eksikliği özel sektör kamudan yaptığı tecrübeli teknik eleman transferleriyle kapatmıştır. Buna bir nevi beşeri sermayenin özelleşmesi diyebiliriz.  Bu, Kemalist ideolojinin temel unsurlarından biri olan bürokratik orta sınıfın varlığından vazgeçilmesi anlamına gelmektedir.

En azından savaş sonrası dönemden 1970’lere kadar bu transferler devam etmiştir. Transfer edilen bürokratlar özel sektöre, öncelikle kurumsallık bakımından işletmelerin organizasyonu, muhasebe sisteminin kurulması ve tabii teknik kapasitelerinin arttırılması gibi alanlarda katkılarda bulunmuşlardır.

Aslında bu, bürokrat orta sınıfın sahip oldukları değerler bakımından özel sektöre geçtikten sonra sivilleştikleri anlamına gelmemelidir. Bundan, sadece maddi imkânlar itibariyle daha fazla refaha erişim fırsatına kavuşmaları anlaşılmalıdır. Ancak girişimci olan özel sektörde sermayenin kontrolü artık bu sınıfın elinde değildir. Devletin olan sermayeyi onun namına değerlendirme olanağı bulmuş olan bu kesim, artık sermeyenin doğrudan sahibi olan yeni bir kesimle muhatap olmak zorundadır.

Ayşe Buğra’nın meşhur Devlet ve İş adamları (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994) kitabında ifade ettiği gibi, o günlerin iş adamları sürekli bir suçluluk duygusu içindeler. Yokluk dönemi Türkiye’sinde sahip oldukları imkânlarla ve şanslarının yardımıyla zenginleşmiş, geneli fakir olan halka göre çok daha fazla refaha erişmişlerdir. Sanki kendilerini topluma karşı borçlu hisseder gibi, sahip oldukları zenginliklerden de utanç duymalarına yol açan bir ruh hali içindeydiler. Bu nedenle o günlerin iş insanları sonraki yıllarda kurdukları vakıflarla, yaptıkları yatırımlarla topluma karşı borçlarını ödemeye çalışmışlardır. Bunları dönemin iş insanlarının yazdıkları o anılarda da görmek mümkündür. Bunlar bir nevi devlet içinde olgunlaşmış Kemalist değerlerin özel sektördeki yansımalarıdır.

SAVAŞ SONRASI LİBERALİZMİ DOĞURAN KOŞULLAR

Türkiye’de 1950’lerde ortaya çıkan liberalizm ve serbest ticaret uygulamalarının sebepleri incelenirken, daha çok dünya üzerinde hâkim olan anlayışa ve buna uyum sağlamaya çalışan Türk siyasetinin tepkilerine vurgu yapılmaktadır. Bu doğru olmakla birlikte, ülkemizdeki liberalizmin, bugüne değin pek de üzerinde durulmayan başka birtakım pragmatik nedenleri de bulunmaktadır.

Devletçiliğin önemli dayanaklarından birisi ekonomideki arz açığını kapama amacıydı. Bu amaç, II. Dünya Savaşı öncesinde, dünyanın 1929 yılındaki Büyük Buhran’a gittiği bir dönemde tespit edilmiş bir amaçtı. Yani ülkelerin dışa kapandığı, kendi içlerine döndükleri korumacı bir dönemdi bu.  Dolayısıyla, kurucu iradenin, gelişmiş piyasa ekonomilerinin bile daha bu krizden nasıl çıkacaklarını bilmedikleri bir sırada, devleti ve kamu işletmeciliğinin serbest piyasa ekonomilerindeki yeri daha tartışmalı bir halde iken, devlet girişimciliğini devreye sokması dikkate değer, ilerici bir düşüncedir.

Ancak II. Dünya Savaşı sonrasındaki şartlar talep eksikliğinin yaşandığı buhran döneminin tersi bir duruma işaret etmektedir. Savaş tüm dünyada üretim kapasitelerinde azalmaya yol açmış, savaş sonrası ortaya çıkan talep karşılanamaz bir duruma gelmiştir. Bu arz açıkları sermaye yapısı ve kompozisyonu bakımından ileri düzeyde olan gelişmiş ülkelerde, özel sektörün sahiplendiği birikim süreçlerini ve beraberindeki üretim ilişkilerini devreye sokarak karşılanmıştır.

Türkiye’deki koşullar dünyadakilerden biraz farklı olsa da, arz açıkları daha çok temel tüketici mallarında belirginleşmiştir. Ülkenin ihtiyaç duyduğu temel ara malların üretimine odaklanmış devletçi sanayileşmenin, refah arttırıcı tüketim malları üretiminde geri kalmasının da bunda rolü vardı. Yine aynı dönemde dünya ekonomisindeki koşullar ülkedeki arz açığı bulunan malların ithalat yoluyla teminine izin vermektedir. Dış ticareti engelleyen herhangi bir kısıt söz konusu değildir. Uluslararası sisteme hâkim bu yapı ithalata ve bu ithalatın gerçekleştirilebileceği serbest bir ticaret rejimi uygulamaya olanak sağlamaktadır.

Bir diğer neden II. Dünya Savaşı müddetince özel kesimin ciddi miktarda sermaye biriktirmesi ve bazı alanlarda kamu ile rekabet edebilir hale gelmesidir. Ancak özel sektördeki sermaye birikiminin kaynağı ticarettir ve savaş sonrası dönemde de bu faaliyetlerde devam etmenin imkânları mevcuttur.  Ülkenin savaş süresince biriktirdiği rezervler ve Kore Savaşı’nın tarımsal ürünler için oluşturduğu elverişli koşullar ticari sermaye birikimi için de yeni imkânlar doğurmuştur.

Savaş sonrası dönemde ticari sermaye birikim modeline devam etme arzusu, onların arz açığı çekilen alanlardaki malların geçmişte olduğu gibi içeride ithal ikamesi ile üretmek yerine, kolay yoldan dış ticaret yoluyla dışarıdan ithal etmelerine neden olmuştur. Aslında bu özel sektör için sanayi üretiminin zorluklarının ve onların bu konuda tecrübesizliklerinin de bir sonucudur. Kaldı ki ülke içindeki kurumsal yapının da bu şekilde ithal ikamesini destekleyecek bir yapıya kavuşmadığı görülmektedir. Bu dönemde uluslararası kurumlardan destek alan Türk hükümetleri, uzmanlara birçok raporlar yazdırmış ve tecrübe eksikliğini yabancı uzmanların birikimleriyle kapatmaya çalışmıştır. Sanayileşme konusunda ünlü kalkınma iktisatçısı Hollis B. Chenery ve arkadaşlarının hazırladıkları mükemmel rapor da bunlardan biridir (Chenery, Hollis, George E.Brandow, Edwin J. Cohn, 1953, Turkish Investment and Economic Development, USA, Foreign Operations Administration, Special Mission to Turkey).

Bu dönemde Demokrat Parti (DP)’nin liberalizm taraftarı olması ve bir noktadan itibaren serbest dış ticaret rejimini savunması büyük ölçüde iktidarın ve temsil ettiği kesimlerin ticari faaliyetlere dayalı sermaye birikim modeline sahip olmasıyla açıklanabilir. Teknik ve ekonomik birçok sebepten dolayı özel sektör sanayi yatırımları için daha hazır değildir ve sermayenin ticaret üzerinden elde ettiği karlılık düşmeye başlamamıştır.

Bu dönemde dış ticaret yoluyla özel sektör dış dünya ile daha çok entegre olmuş, yabancılarla ortaklıklar geliştirmeye başlamıştır. Bu durum sanayi yoluyla birikim sürecine geçmenin ilk ve en önemli aşamasını oluşturmaktadır. Özel sektörün tüm bu ilişkileri zamanla özel sektör destekli oluşan orta sınıfın yeni sınıfsal kimliğinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Yerli ve milli nitelikli bürokratik orta sınıfa karşılık, yabancılarla işbirliği gelişmiş, yurtdışından ilham alan, sahip olduğu refahının kaynağını özel sektör faaliyetlerinden alan sivil bir orta sınıfın yükselişi başlamıştır. Özel sektörün sanayicilikte hem teknik hem de yönetsel bakımdan dışarıya duyduğu bağımlılık ister istemez ülke siyasetinde de yankı bulmuştur. Aslında bu basit ideolojik bir farktan ziyade, tamamıyla pragmatik bir nedenden dolayı ortaya çıkan bir ihtiyaç ve yöneliştir. Bu, o dönemde ülkede iktisadi sisteme hâkim iki orta sınıfın değerleri bakımından ilk önemli ayrışmanın yaşanmasına neden olmuştur. Bu ayrışma zamanla Kemalizm’in gayri milli olan düşüncelere karşıtlık anlamına gelmesine yol açmıştır.  Soğuk savaşın etkilerinin en yüksek seviyelere çıktığı 1970’li yıllarda, ithal ikamesine dayalı özel sektör eliyle sanayileşmenin tıkandığı o zor dönemlerde, bu yabancı karşıtlığı Türk sanayisinde yabancı ortaklı şirketleri hedefe koyan sol düşünceyle yakınlık sergilemiştir.  Hatta çok daha ilginç olanı, milli ve yerliliği savunan Kemalist düşüncenin, siyaseten mücadele içinde olduğu dindar muhafazakâr kesimin yabancı karşıtlığı konusundaki görüşleriyle paralellik göstermesidir.

Kemalist düşüncenin ekonomik gelişmelere bağlı evrimine izleyen yazılarımızda devam edeceğiz.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI