Çarşamba, Nisan 24, 2024

Kazandıracak aday ve siyaset biçemi

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

İnsanlar adayların şahsına değil, kendilerine fırsat ver(e)miyorlar. Onlara değil, değişime kapalılar. Kendilerine, topluma, demokrasiye  ve en önemlisi de insana” yabancılar. Hele özgürlüğü hiç tanımıyorlar. Tadını almamışlar.

Yazının görseli, hele başlığının eşliğinde sizi yanıltmasın. Hiç değilse bana, bir CB adayının önümüzdeki seçimi kazanma yarışının çetin cevizliğini çağrıştırmıyor. Daha çok, yola çoktan çıkıp ivme kazanmış ve Türkiye’yi vurmak için eli kulağında olan, “küyerel tsunami dalgasını” simgeliyor. Muhalefetin kazanacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan seçim sonrasını bile beklemeyecek olan katastrofik toplumsal güçlükleri anlatıyor.

Oysa, yaklaşık üç senedir gündemden düşürülmeyen ve zaman geçtikçe daha da alevlenen konu muhalefetin adayının kim olacağı. Yine aynı biçimde adeta beyinlere kazınmaya çalışılan bir de tekerleme var: “Doğru” aday bulunmalı; “doğru aday da “kazanacak” adaydır!

Sanırım buradaki ve hiç değilse mantıksal “tuhaflık” veya algoritmik “döngüsellik” yeterince fark edilemiyor. Kazanacak aday hangi aday? Anketlerin işaret ettiği aday. Anketlerde ne soruluyor? Bu Pazar seçim olursa A, B, C, D isimlerinden hangisine oyunuzu verirsiniz. (Bu arada, A her zaman ve B hemen hemen sabit, C ve D duruma göre değişiyor.) Bu Pazar seçim var mı? Hayır! Peki, “psikolojik üstünlük” (nasıl tanımlandığını hiç sormayalım bile!) inip çıkınca veya el değiştirince ne oluyor? Belirsiz!

Şu aşamada, kamuoyu yoklamalarındaki metodolojik, epistemolojik ve etik sakatlıklara dikkat çekmenin de daha fazla gereği yok. Toplum bu konuyla ilgilenip, yeterince ciddiye alır ve sahip çıkarsa yeniden dönebiliriz.

KAZANACAK ADAY

Son zamanlarda Kılıçdaroğlu’nun muhalefet adayı olarak isminin öne çıkması ile birlikte onun “kazanacak aday” olmadığı, gerekçeler arasına Alevi olması da yeniden eklenerek ısrarla adeta “beyinlere şırınga edilmeye” çabalanıyor.

Örneğin, geçen gün okuduğum bir tweette “böyle bir tartışma çok utanç verici olsa da, maalesef Türkiye’nin gerçeği bu. Bunu dikkate almamanın sonuçları vahim olur” diyordu. Sonra da görüşünü “bilim böyle söylüyor” diye Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun 2008’deki “Türkiye’de Dindarlık: Uluslararası Bir Karşılaştırma” raporundan alıntılarla destekliyordu. Özetle:

%89 ölçüsünde müthiş bir çoğunluk kendi inanışlarında olmayan dinlere de saygı göstermesi gerektiğini düşünüyor. Ancak, farklı bir din ve hatta aynı dinden olup da farklı bir bakış açısına sahip olan birisinin oy vermeyi düşündüğü partinin listesinden aday olmasını ancak bir önceki soruya yanıt verenlerin %47si bunu kabul edilebilir buluyor. Bu nitelikteki kişilerin kitap basıp yayınlamasına veya fikirlerini açıklamasına olumlu bakanların oranı ise %35 – 38.’

Kamuoyu yoklamalarından sonra, şimdi de “bilimsel” nedir veya “uluslararası karşılaştırmalı araştırma” ne demektir gibi konuların üzerinde duracak değilim. Hatta aynı bulguların zamanında bile nasıl yorumlanabileceklerini de bir yana bırakalım.

Zaten orada sorulan soruların hiç biri “Türkiye’nin rejim değişimi”, “Ya demokrasi, ya otokrasi (hatta faşizm)” gibi kritik anlam yüklenen önümüzdeki seçimde “muhalefetin başkan adayı” sorusu ile eşdeğerli olamaz. Ayrıca adı geçen meslektaşlarımın da eğer Twitter’daki yanıtımı veya şu söyleyeceklerimi görseler, her hangi bir itirazları olacağını hiç sanmıyorum.

O halde, benzer yanlış veya yanılsamalar oldukça sık tekrarlandığı için, sadece üç kısa not düşeyim:

(1) Her şeyden önce (ve “zamanında bile” dememden de anlaşılmış olacağı üzere) aradan 14 sene ve çeşitli toplumsal olaylar geçmiş. Bu seçimde ilk kez oy kullanacaklar bile bu dönemde büyüdüler. Kaldı ki ne iç, ne dış konjonktürler aynı.

(2) Katılımcıların (başka konulardaki anketler de bir yana) bu tür kamusal “survey” sorularına verdikleri “uçucu” yanıtları için, kanaatlerinin anlamsal çerçevesini ve bağlamını oluşturarak yönlendiren gündemdeki siyasi tartışmalar da hayli farklı.

(3) “Din, mezhep, farklı görüş” gibi genel ifadeler yerine “Sünni, Alevi, Yahudi, Hristiyan, vb.” ve “jenerik bir aday” yerine “Kılıçdaroğlu, vb.” adı konularak sorulduğunda ise insanların yüklemleyecekleri anlamlar da ayrı.

Hiç değilse önümüzdeki yenilenme ve güçlenme döneminde toplumun ve siyasetçilerin bu hususlara duyarlık geliştirmesi gerekiyor. Akademiden veya endüstriden topluma sunulmuş olması fark etmeksizin, “meşruiyet dayanağı” olarak siyaseten araçsallaştırılan her türlü “bilgiyi” bilinçli ve sorumlu sorgu sual etmeleri şart hatta.

Gerçek olan şu ki, Kılıçdaroğlu’nu ısrarla adaylık için “iyi niyetli, ama yetersiz”, vs. bulanlar ve “troller” dışında da itibarsızlaştırmaya çalışan tavır ve tutumlar sağlam toplumsal analizlere veya mantıki çıkarımlara dayanmıyor.

Keza, Demirtaş parmaklıklar arkasından daha mesafeli ve olgun bir siyasi içgörüyle yazdıklarıyla kafalarını yine karıştırıyor. Zaten adayda bulunması arzulanan nitelikler de, görev ve işlevinden beklentiler de hala oldukça çeşitli. Farklı kesimlerin öncelik ve beklentileri farklı.

Onun gibi genç ve daha da enerjik İBB Bşk. İmamoğlu, siyasetçi olarak yıldızının parlamaya başlamasının üçüncü yıl dönümünde gençlerle kucaklaşıyor. “Biz suya susayan sizlere su getireceğiz, siz adalete susayanlara adalet getireceksiniz” diyerek bu buluşmayı başarılı bir “demokrasi şölenine” çeviriyor. Muhalefet taraftarları da hemen tekrar “Başkan İmamoğlu!” çığlıkları atıyor; aranan adayı bulduklarını düşünüyor.

Yavaş’ı da zaten, sessiz sakin “saha kenarında” veya “yedekte”, “cepte”, yani bu medyatik adaylık yarışının dışında, yıpranmadan filan “dinlenmede” bekletenler çok.

Kısacası, canhıraş biçimde muhalefete “kazanacak aday” arayışları sürüyor. Siyasetçi, entelektüel ve yurttaş tartışmaları kişilerin şu veya bu şekilde oluşturdukları duygusal (ön)yargı ve öznel kanaatlerinden kaynaklanıyor. Bu da elbette suç değil. Hatta muhafazakar toplumların geneline popülist siyaset biçimleriyle yayılan, olağan bir karar verme ve oy kullanma davranışı.

Sadece, tüm bunlar bize ve ne yazık ki Kılıçdaroğlu veya her kim aday olursa olsun, o ismin “doğru”, yani bu topluma “kazandıracak” aday olamayacağını söylüyor, o kadar.

İnsanlar bu adaylardan her hangi birinin şahsına değil, aslında kendilerine fırsat ver(e)miyorlar. Onlara değil, değişime kapalılar. Kendilerine, topluma, demokrasiye  ve en önemlisi de “insana” yabancılar. Hele özgürlüğü hiç tanımıyorlar. Tadını almamışlar. Sadece uzaktan için için imreniyor, fakat ondan ve gelişmekten ürküyorlar!

O halde, kaybettirecek olan da o adaylar değil: Öncül diye ortaya atılıp öncel olamamış entelektüel sermaye ve onunla beslenen sorumsuz veya yetersiz egemen siyaset biçimi!

KAZANDIRACAK SİYASET BİÇİMİ

Adayı kim olursa olsun, esas kaybettirecek olan muhalefetin izlediği ve bu tabloya uymayan, topluma “doğru” veya “iyi” gelmeyen siyaset biçimi.

Ana hatlarıyla: Popülist. Toplumu ve yapı-sistem okuyamayan. Bilinen sorunları tekrarlayarak iktidarı halka şikayet etmekten vazgeçemeyen. Son zamanlarda çözümlerine geçerken bile provokatif siyaset dilini bırakamamayan. İktidara karşıt-bağımlı, hatta takıntılı ve siyaseti kişiselleştiren. Ve belki de en önemlisi, yapıcı eleştiriden yeterince iyi beslenemeyen.

Muhalefet için iktidar “lime lime”.  Zaten “aynı dil”de yıllardır buluşulamadığı için onun bir türlü elle tutulur bir yanını bulamıyor. İşte bizim de muhalefeti muhatap almak istememiz en çok bundandır. Tarafkirlik veya başka her hangi bir sebeple değil yani.

Öte yandan, “muhalefet” oldukça heterojen bir oluşum elbette. Fakat “iktidar” da öyle. Dolayısıyla bu iki sözcüğün hakikatteki karşılığı her ne olursa olsun, herkes bunları ne şekilde algılıyorsa, bu yazdıklarımı da yine öyle anlayacaktır tabii ki.

Biz şimdi sadece 6’lı Masa’dan doğrudan kamuya yansımış demeç ve davranışları düşünelim.

Örneğin, parti lider veya sözcülerinin tüm “geri bildirimleri” aynı “muhalefet eleştirisi” sepetine koyması, önemli bir eksiklik.

Dahası, otomatik olarak “iktidarın hizipçi komplosu”, vs gibi hezeyanlara kapılıp, “aşırı savunucu” bir tutum takınmaları ciddi bir stratejik bir hata. Hatta ülkenin demokratik geleceği için tehlike!

Sıklıkla iktidarın “duygu siyaseti”,  “algı operasyonu”, dezenformasyon vb. yaptığı söylenerek fazla yol kat edilemez. Madem ki öyle, muhalefetin de kendinin “mutlak doğru” olarak bildiklerinde ısrar yerine, davranışlarını onunla ilişkisellik içinde değiştirmesi beklenir. Buna elbette “duygu siyaseti ve regülasyonu” nedir, ne değildir, öğrenmek de dahil!

Örneğin, muhalefet iktidara “zorba” deyip duruyor. Malum toplumda (ve ev ortamı, “mahrem alan” da bir yana) tüm dereceli eğitim kurumlarında zorbalık aşırı yaygın. Okulların kapandığı gün, belki anababalar Yaz tatilinde çocuklarını hazırlarlar filan diye bir tweet atmıştım. Bakarsınız muhalefet liderleri ve onlara bol miktarda “Hodri meydan!” öneren “iletişim danışmanları” da okur şimdi:

Belki birilerine lazım olur: Kaç yaşında olursa olsun bir “zorba”ya en yapılmayacak şey ona meydan okumaktır! Korkmadığını “sakin” davranarak hissettirmeli. Fakat asla onun dikkat çekmek,önemli hissetmek ve şakşakçılarına güç sergileme” vb. gereksinimlerini pekiştirmemeli!

Uzunca bir zamandır yazmakta olduklarımı son yazımda “Muhalefet’in 5 Ç’si” olarak özetledim.

“Zararın neresinden dönülse kardır” diye çok duymuşuzdur. “İlkeli esneklik” her zaman “döneklik” veya “belkemiksizlik” demek değildir. Hatta olgun ve yetkin siyaset biçemi açısından çoğu zaman da bir erdemdir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI