Cuma, Nisan 19, 2024

Kaybedenlerin gözünden Osmanlı’nın son 50 Yılı

Yavuz Selim Karakışla’nın Eski Zamanlar Eski İnsanlar adlı kitabı Birinci Meşrutiyet’le Cumhuriyet’in ilk yılları arasındaki 50 yıllık kritik dönüşüm sürecini devlet değil, toplum eksenli bir bakış açısıyla değerlendirir.

Yavuz Selim Karakışla’nın çeşitli popüler ve akademik dergilerdeki yayınlarını bir araya getiren Eski Zamanlar Eski İnsanlar, Birinci Meşrutiyet’le Cumhuriyet’in ilk yılları arasındaki 50 yıllık kritik dönüşüm sürecini devlet değil, toplum eksenli bir bakış açısıyla değerlendirir.

Kitap, Türk tarihçiliğinin geleneksel yazım alanları olan siyasetçilerin iktidar mücadelelerini, siyasi manevralarını, bu manevraları meşrulaştıran ya da onlara kaynak olan ideolojik tutamakları ele almayı ikincilleştirerek, kendilerini tarihyazımında yazılı şekilde ifade etme olanakları zayıf olan toplum kesimlerinin günlük yaşamlarına odaklanır. Karakışla’nın çalışma konusunu, modernist tarihyazımının dışladığı özneler ve kitleler oluşturur.

Devlet eksenli makro bakış, yerini toplumun yok sayılmış geniş kesimleri eksenli mikro bakışlara bırakmıştır. Tümü farklı yollardan modernitenin standartlaştırıcı baskısına ve otoriterliğine çeşitli “direnişler” gösteren bu özneler, tarihyazımından sınıfsal olarak dışlanmış olan işçiler, cinsiyetçilik bağlamında dışlanmış kadınlar, reşit olmadıkları bahanesiyle dışlanan çocuklar ve toplumun “ucube” şeklinde nitelendirerek dışladığı deliler gibi kesimlerden oluşur. Karakışla’nın özneleri, modernitenin pasifize ettiği, yok saydığı, devlet karşısında ezilen örgütsüz ve dağınık bireylerin oluşturduğu; bakış açıları devletin bakış açısıyla neredeyse her zaman çatışan madun öznelerdir. Karakışla yöntem açısından olmasa da, özne seçimi açısından kesinlikle postmoderndir.

Karakışla’nın çalışmasındaki kitleler, toplumun mevcut siyasi iktidardan ve makro ekonomik gelişmelerden bağımsız şekilde “kaybedenler” topluluğudur. “Kazananlara” göre işleyen yapının o kadar dışında kalmışlardır ki, siyasi iktidar değişimleriyle refaha kavuşma ümidi taşımazlar. Bu dışlanmışlık, yazılı metin üretimine de sıçradığı için sıradan bir Osmanlı tebaasının/yurttaşının gündelik yaşamında nasıl giyindiği, hangi yemekleri tercih ettiği, hangi işlerde hangi koşullar altında çalıştığı, ev ekonomisini nasıl idare ettiği, kendisini nasıl tanımladığı ve dünyayı ne şekilde anlamlandırdığı gibi sorulara yanıt veren tarih metinleri nadirdir. Bunda kaynak yetersizliği de önemli bir gerekçedir.

Tarihsel kaynaklar toplumun “kaybeden” geniş kesimlerinden ancak direniş zamanlarında söz ettikleri için, Karakışla’nın Osmanlı işçi sınıfına ilişkin kaleme aldığı makaleler de zorunlu olarak grevleri  yani direnişleri  konu almaktadır.

Karakışla’nın kitaptaki “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 Grevleri” makalesinde açık bir şekilde belirttiği üzere, gerek tarihsel kaynaklar, gerekse devlet arşivleri, toplumun sıradan kesimleri hakkında hiçbir bilgi vermez, bir eylem, bir uyuşmazlık ya da bir direniş meydana gelmedikçe, kayıtlarda “kaybeden” sınıflar hakkında bütünüyle sessiz kalır. Bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sıradan halk kitleleri üzerine veri toplamak çok güçtür. Tüm kaynaklar ancak dolaylı kaynaklardır. Tarihsel kaynaklar toplumun “kaybeden” geniş kesimlerinden ancak direniş zamanlarında söz ettikleri için, Karakışla’nın Osmanlı işçi sınıfına ilişkin kaleme aldığı makaleler de zorunlu olarak grevleri  yani direnişleri  konu almaktadır.

Direniş, geleneksel kavrayışta 1) organize, sistemli ve kolektif; 2) belirli ilkelere dayanan; 3) devrimci sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyan; 4) tahakkümün kendisini ortadan kaldırmayı amaçlayan fikir ve niyetlerle donanmış bir hareket olarak kabul edilir. Oysa Karakışla’nın aşağıdan tarihyazımı anlayışında örtülü olarak egemenlere yani toplumsal yapıdaki “kazananlara”, “kaybedenler” tarafından gösterilecek direnişin, gündelik yaşamın her alanında gerçekleştirilebileceği düşüncesi yatar. Yani bir direnişten söz etmek için mutlaka devrimci, örgütlü, manifestosu bulunan ve doğrudan tahakkümü yok etmeyi amaçlayan bir girişim şart değildir.

Toplumun “aşağı” kesimleri olarak görülen bu geniş kitlenin tepkileri paradigma değiştirmeye ya da rejimi alaşağı etmeye ya da sistemin tertipli bir analizini yapmaya girişerek bu analiz çerçevesinde uzun vadeli planlamalara dayanan örgütlü toplumsal karşı çıkışlara yönelmez, onun yerine parçalı ve dağınık, daha kısa vadeli ve küçük sonuçlar almaya endeksli mikro direnişler gösterirler.

Direnişler daha mikro, daha günlük çıkar odaklı ve daha örgütsüz şekillerde gerçekleşebilir ve mevcut düzeni yıkmaya yönelmeyebilir. Bununla birlikte, gerçekleştirilen direnişler yine de iktidarı ve egemenleri yeniden pozisyon almaya iter. Bu anlamda “kaybedenler” geleneksel tarihyazımının iddia ettiği üzere arı bir şekilde edilgen özneler olmaktan çıkarlar ve etkin öznelere dönüşürler. Söz konusu izleği takip eden Karakışla’nın kullandığı tarihyazımı paradigmasında, iktidar ile alt sınıflar arasındaki gündelik fikir, statü ve çıkar çatışmalarında alt sınıfların örgütlü ve kolektif hareket etmemelerinin, onların edilgen kitleler olduğu anlamına gelmediği düşüncesi vardır. Örgütsüz direniş, genel kanının aksine etkin bir tutumdur.

Toplum genelinin sosyal, siyasi ve ekonomik dönüşümlere verdiği günlük tepkiler, bir siyasetçinin, gazetecinin, entelektüelin, bürokratın ya da bir iş insanının tepkilerinden farklıdır. Toplumun “aşağı” kesimleri olarak görülen bu geniş kitlenin tepkileri paradigma değiştirmeye ya da rejimi alaşağı etmeye ya da sistemin tertipli bir analizini yapmaya girişerek bu analiz çerçevesinde uzun vadeli planlamalara dayanan örgütlü toplumsal karşı çıkışlara yönelmez, onun yerine parçalı ve dağınık, daha kısa vadeli ve küçük sonuçlar almaya endeksli mikro direnişler gösterirler.

Bu nedenle büyük siyasi örgütler ya da geniş tabanlı işçi sendikaları kur(a)mazlar, feminist kurumlar meydana getir(e)mezler; yani iktidarın makro siyaset anlayışını değiştirecek yapılanmalar üretmezler. Fakat geleneksel paradigmanın savunduğunun aksine bu kesimler tarih karşısında mutlak şekilde edilgen kalmış özneler de değillerdir. Modernist tarihyazımı onları hiçleştirmeye çalışsa da, her zaman güçleri ve çıkarları ölçüsünde devlete ve her türlü otoriteye direniş göstermişler, günlük yaşam biçimlerine entegre direniş biçimleri üretmişlerdir.

Aşağıdan gelen bu mikro direnişler karşısında devlet ve egemenler de sürekli olarak yeni denetleme mekanizmaları geliştirmişlerdir. Eski Zamanlar Eski İnsanlar’da madun kitlelerin günlük yaşamlarının yanı sıra, iktidarın bu kitleler üzerindeki denetiminin fikri bakımdan hangi yöntemlerle inşa edildiği de konu edinilir.

Eski Zamanlar Eski İnsanlar tarihyazımı paradigması bağlamında taşıdığı önemin yanı sıra, içerdiği zengin birincil ve ikincil kaynaklarla, betimleyici yaklaşımının ardında, derin bir fikri dönüşüm potansiyeli barındırmaktadır.

Yavuz Selim Karakışla

Eski Zamanlar Eski İnsanlar

Doğan Kitap/2015

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI