Salı, Nisan 23, 2024

Kar bir gün mutlaka erir

Birçok coğrafyanın en önde gelen yazarları tarafından “en büyük” ilan edilen Knut Hamsun, aldığı Nobel ödülünü Hitler’e armağan olarak Goebbels’e gönderdi. Karısı Marie, Avrupa’yı Hitler’in propagandasını yaparak dolaşıyordu.

Bütün kitaplarını çok sevdiğim bir şair olan Behçet Necatigil çevirdi.

Romanlarının Türkçesi belki Necatigil sayesinde orijinalinden bile iyidir, asıllarını okumadım, bilemiyorum.

Ama onun sesine ses oldu Necatigil.

Sabahattin Ali, daha 1934’te uzun bir yazı yazdı onun için ve yüzyılın en büyük dahilerinden biri olarak selamladı.

“Son devir dünya edebiyatında şöhretleri kendi memleket hudutlarını aşmış ve dehaları sağken teslim edilmiş birkaç isim söylemek istenirse aklımıza evvela şu dört isim gelecektir: Bernard Shaw, Rabindranath Tagore, Maksim Gorki, Knut Hamsun. (…) Hamsun, kendisine mahsus ağırlığı, yalnız hakiki dahilerde görülen bir başkalığı ile bunların hepsinin üstündedir. Diğerleri hakkında bazı bakımlardan münakaşalar yapılabileceği halde, kudretini ve ebediliğini münakaşasız teslim ettirebilmiş olan yalnız budur.”

Sabahattin Ali, yazısında Thomas Mann’ın da Hamsun’dan “yaşayanların en büyüğü” diye söz ettiğini söyledikten sonra ekliyor: “Her geçen dakika bu sanatkârı daha büyük olarak gözümüzün önüne koyacak, ona hayranlığımız, büyüklüğünü idrakimiz zamanla mütemadiyen artacaktır.”

Knut Hamsun, 1920’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında, buna layık görülen ikinci Norveçli romancıydı -ilki, 1903’te kazanan Bjornstjerne Bjornson.

Türkiye’nin, Almanya’nın ve daha birçok coğrafyanın en önde gelen yazarları tarafından “en büyük” ilan edilen Knut Hamsun, aldığı Nobel ödülünü Hitler’e armağan olarak Goebbels’e gönderdi.

Karısı Marie, Avrupa’yı Hitler’in propagandasını yaparak dolaşıyordu; Knut ise faşist partiye üye olmuştu.

KNUT HAMSUN VE FAŞİZM

Norveç işgal edildiğinde direnilmemesi gerektiğini söylemekle yetinmedi, teslim olunması için kampanya yürüttü.

Norveç’in zaten Nazi panzerlerine karşı koyacak gücü yoktu.

Danimarka’yla aynı gün düştüler.

Evet, belki işgal Hamsun’un istediği şekilde gerçekleşti ve Naziler gelip ülkesine yerleştiler ama uzun vadede büyük bir utanç kaldı Hamsun’dan geriye.

Belki işgalden, belki yaşanan onca aşağılanmadan bile ağırdı Hamsun’un tavrı.

Ama yine de teslim olmadı Norveçliler öyle kolayından, gerçi bir şey de gelmiyordu ellerinden, karşılarında, durdurulamayan acımasız bir ordu…

İskoçya’da eğitim alan oniki sabotajcı asker, Hitler’in planlarını yok edebilmek için ülkelerine döndüklerinde yakalandılar.

1943 Mart’ında düzenlenen Kızıl Martin Operasyonu, kâğıt üstünde başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Norveç’in kurtuluşundaki en büyük hikâyelerden biri oldu.

Beklenen hiçbir şey gerçekleşmemiş ama beklenmeyen tek şey Norveçlilere direnme ve dayanma gücü veren bir umut olarak parlamış.

Sabotajcılardan on biri yakalandıktan birkaç gün sonra işkence görüp kurşuna dizildiler ama biri, Jan Baalsrud, sadece Almanlara yakalanmamakla kalmadı bütün Norveç’in kurtuluş umudu oldu.

Onun kaçışında gördüler özgürlüğü ve kurtuluşu.

Baalsrud, kaçarken ayağından vuruldu ve bir parmağı koptu, toplayarak, kardan kan izi bırakarak kaçıyordu peşindeki Almanlardan.

Özel eğitilmiş bir askerdi, olmayacak denen ne varsa oldurmaya kararlıydı, yaşayacak ve arkadaşlarının başından geçenleri anlatacaktı, pes etmeyecekti.

Ama Norveç kışı hiçbir kışa benzemiyordu.

Gestapo şefi Kurt Stage, bir adamı kaçırmış olmanın sorumluluğunu üstlenmekten korkuyordu.

Himmler, yaşananlara dair bir rapor istemişti kendisinden ve Hitler de okuyacaktı bunu.

Stage, Hitler’e yalan söyleyen biri olmak istemiyordu.

Bütün ordu yaşayıp yaşamadığından emin olmadıkları bir adamın peşine düşmüştü.

Kuşattıklarında, Jan’ın saklanabileceği tek yer denizdi, girmekte tereddüt etmedi ama buz parçaları yüzüyordu suyun üstünde, tuzlu su, sıfırın dahi altında donar.

O suyun içinde bekledi donma pahasına, yüzdü karşı sahile.

DAYANIŞMA YAŞATIR

Norveçliler baktı ona hep, bırakmadılar polise, alabildiğine sert kışta, topallayarak, aç susuz, hem kaçıyor hem yapması gerekenleri düşünüyordu.

İnsan boyu karların içinde bata çıka yürüdü günlerce, gücü tükeniyordu ama gittiği yerlerde ona yardım eden bir ev çıkıyordu, barındırıyorlardı, ısınıyor, yemek yiyor, güç toplamaya çalışıyordu.

Kangren sarmaya başladı vücudunu.

Hastaneye gidemez, bir doktora görünemezdi.

Kaçarken bir uçak tarafından fark edildi, tepesine kurşunlar yağdı ama kar çok kalındı, dayanamadı bunca olaya ve devasa bir çığ olarak yamaçtan aşağı bırakıverdi kendini.

Ağaçlar devrildi, tabiat beyaz bir ölüm halinde gelen çığa karşı koyamıyordu.

Uçak geri dönerken Jan çığın altında can çekişiyordu.

Oradan da kurtuldu ama el parmaklarının boğumları donmuştu.

Karı tutamıyor, kendini çekemiyordu.

Çığdan sağ çıktı ama artık hiç gücü kalmamıştı.

Almanlar, on ikinci adamı yakaladıklarını söyleseler de Norveçliler o adamın yakalanmadığını biliyordu, onun hayatta kalma mücadelesi, kendi mücadeleleriydi.

Bütün evlere, çiftliklere baskınlar yapılıyordu.

Üçüncü Reich’a karşı gelenler, direnişçilerle iş birliği yapanlar idam edilecekti.

Tek başına kalacağı bir barınakta sakladılar onu daha sonra, uyuduğunda kâbuslar görüyor, ölümle baş başa günler geçiriyordu orada.

Kangren ilerlemesin diye ayak parmağını bıçağıyla kesti.

“Savoy Oteli,” diyordu bu barınağa, Londra’nın en meşhurundan, en konforlusundan farksızdı onun için.

Ayakta duracak gücü handiyse kalmamıştı.

Günlerce o barınakta kaldıktan sonra bir kızakla onu çekmeye ve İsveç’e kaçırmaya karar verdiler.

Verenler de hayatlarını ortaya koyan sıradan insanlardı, her hafta evleri, çiftlikleri basılanlar…

Sonra, bir dağ yamacında, Centilmen dedikleri bir kayanın altına götürdüler onu.

Yanında birkaç gün idare edecek azık vardı, kıpırdayamıyordu, metrelerce kar, adeta bir kar çölünün ortasında yapayalnızdı.

Silahında bir mermi vardı.

Binlerce yıldızını yitiren gökyüzü, şimdi yeşiller-morlar giyinmiş, ışık dansına başlamıştı.

Jan, kesme şekeri birer kez yalayarak kahvaltısını ve akşam yemeğini yiyordu.

Tam on gün, bir kızağın üstünde, kıpırdamadan bekledi.

Ama başardı; Nazilerden kaçtı, çığdan çıktı, kar körlüğü bir yanda, kilometrelerce yolu ıslak kıyafetlerle yürüdü, dondurucu sularda saklandı, kangreni kendi önledi ama hiç pes etmedi.

Ve, Jan Baalsrud, iki ay süren bir kovalamacanın ardından, bir mucizeyi gerçekleştirerek İsveç’e girebildi.

12.Adam, Baalsrud’un kaçışını ve hiçbir karşılık beklemeden onunla dayanışan, onu hayatta tutan sıradan insanların zaferini anlatıyor.

Savaştan sonra, bir kız, Hamsun’un evinin önüne giderek kitaplarını bıraktığında, arkasından binlerce insanın geleceğini bilmiyordu.

Her gün, dört bir yandan gelen insanlar Hamsun’un her biri dünya edebiyat tarihine girmiş kitaplarını getirip evin önüne atıyordu.

Norveç tarihinin en büyük yazarıydı ama en büyük utançlardan birini yaşıyordu yaşlılığında.

Oslo’dan kalkan ölüm trenlerine bile ses çıkarmamış, hatta destek vermişti.

Knut Hamsun, Nazi yandaşı olduğu için yargılandı ama yaşına hürmeten ceza verilmedi.

Kurt Stage ise, 1947’de, insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü idam edildi.

Jan Baalsrud ise kaçarken kendisini koruyan insanların yanına gömülmeyi vasiyet etmişti.

Vasiyeti yerine getirildi.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI