Salı, Nisan 23, 2024

Kalemi Kırılan Gazeteciler 12 Yıllık Karanlık Bir Dönem: AKP’li Yıllarda Gazetecilik

Cumhuriyet Halk Partisi Cezaevi İnceleme ve İzleme Komisyonu Üyeleri Veli Ağbaba, Özgür Özel, Nurettin Demir ve Muharrem Işık olarak hazırladığımız rapor; AKP hükümetleri dönemini oluşturan 2002-2014 yılları arasında, hükümetin (ekonomik, politik, toplumsal) doğrudan ya da dolaylı etkisi, baskısı, yönlendirmesi ile işten atılan, ayrılmak zorunda bırakılan gazetecilerin, onların işten atılma süreçlerinin ve bu süreçten sonra yaşadıkları durumların tespitini kapsamaktadır.

Günümüzde medya, önemli bir toplumsal kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni, genişleyen ve gittikçe karmaşıklaşan toplumsal yapıda, hayata ve dünyaya ilişkin bilgimizin çok önemli bir bölümünün medya aracılığıyla sağlanıyor oluşudur. Medya çağdaş toplumlarda neredeyse en önemli bilgi sağlayıcısı ve toplumsal bilginin yaygınlaşması noktasında en temel araçtır. Toplumsal bilgi ve tecrübe artık hiç olmadığı kadar çok, medya aracılığıyla gerçekleşir hale gelmiştir.

Bu nedenle, toplumdaki kamusal bilginin dolaşımı ve demokratik kamusal tartışmalar/müzakereler de temelde medya üzerinden şekillendirilmektedir. Bir diğer deyişle medya siyaset kurumu ile birey/toplum arasındaki ilişkinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bir diğer deyişle medya siyaset kurumu ile birey/toplum arasındaki ilişkinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Medyanın bu durumu, yurttaşların gündelik ve siyasal yaşamını belirleyen, topluma, ülkeye ve yöneticilere karşı fikir ve tutumlarının oluşturulmasına etkide bulunan kapsamlı ve kuvvetli bir süreç olarak gerçekleşmektedir.

Medya halkın haber alma hakkını savunan ve halk adına kamuyu denetleyen bir dördüncü güç olmalıdır. Bu konum, medyaya siyasi erkelerden ve sermayeden tam bağımsız bir biçimde hareket etme ve kamu yararını gözetme sorumluluğunu yükler.

Medyanın toplumsal konumu ve önemini anlamak açısından önemli olan başka bir olgu, medya kapitalist toplumlarda çıkar odaklı bir endüstriyel kurum olarak faaliyet gösterdiğidir. Türkiye’de medyanın toplumsal konumunu tartışırken de devlet ve sermaye ile olan ilişkileri ve bunun toplumsal etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Bugün Türkiye’de medyanın büyük sermaye grupları elinde toplanmış ve siyaseten stratejik bir araca dönüşmüş olması ile yine medyanın devletleşmiş bir otoriter siyasal partinin maşası haline getirilmesi en belirgin sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iki sorun alanı birbirini beslemektedir.

AKP, Darbe Dönemlerine Tur Bindirdi…

Bugün basın özgürlüğü konusunda yaşanılan gerileme hem Türkiye’de yaşayan herkesin hem de tüm dünyanın malumu haline gelmiştir. Gazetecilerden, muhabirlerden, köşe yazarlarından basın yayın kuruluşlarına kadar tüm medya, iktidarın baskı ve tehditlerini iliklerine kadar yaşamaktadır. AKP’nin Goebbelsvari propaganda yönteminin esiri haline gelen, otosansürün olağanlaştığı bu on iki yıllık dönemi en doğru tanımlayacak tespit “karanlık yıllar” olacaktır. Bu karanlık öyle bir karanlıktır ki 12 Eylül dönemini ve 28 Şubat sürecini mumla aratır özelliklere sahiptir.

On iki yıl boyunca sadece özgürlükler ile savaşan AKP, mezhepleri, inançları, dinleri, dilleri ve etnik kökenleri hedefine alan ve her şeyle savaşan bir Başbakan, bir bütün olarak özgürlükle değil kendisinden olmayanların özgürlükleri ile savaşmaktadır. Bu savaşında, gazeteleri, televizyon kanallarını, sosyal medyayı, tarihteki tüm diktatörleri kıskandıracak en kuvvetli propaganda aracı haline getirmiştir.

“Burjuvazi açlıkla terbiye ederken” AKP de benzer şekilde gazetecileri ya işsiz bırakmakla ya da cezaevine göndermekle tehdit etmektedir. Gazetecilere aba altından sopa göstermenin çok çok ötesine geçen AKP, gazetecileri işten attırarak ya da cezaevine yollayarak medyayı terbiye etmektedir.

AKP’den Tüm Diktatörleri Kıskandıracak Uygulamalar

Bugün AKP eliyle gerçekleştirilen baskı ve sansür/oto sansür politikaları, medyada sermaye etkinliğini dahi gölgede bırakacak ve bu etkinliği kendine tabi kılacak bir biçimde işlemektedir.

Bu noktada AKP,

·       Kendi sermaye gruplarını yaratma ve bu gruplara birer medya kuruluşu “ikram etme”,

·       Doğrudan sahibi olamadığı medya kuruluşlarını ekonomik yaptırımlar ve politik baskı ile yıldırma,

·       Üst düzey gazetecilere doğrudan gönderilen talimatlar ve sansür uygulamaları gibi yollarla medya alanını düzenlemeye çalışırken,

·       TMSF gibi kamu kurumlarını da kendi operasyon birimlerine çevirerek kimi medya kuruluşlarına da bu kanalla adeta el koymaktadır.

·       El koyduğu medya kuruluşlarının başına da yine kendi yandaşlarını ve hatta eski milletvekillerini yerleştirmektedir.

Böyle bir medya ortamında gazetecilerin, gazetecilik faaliyetlerinden ötürü işsiz bırakılması ise AKP tarafından adeta bir norm haline getirilmiştir. Halkın haber alma hakkının gereğini yapan, düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde fikir ve araştırmalarını dile getiren, hükümete ve uygulamalarına muhalif olanların sesini duyuran ve bu çizgide konumlanan her gazeteci, yürütmenin başı Tayyip Erdoğan’da cisimleşen karanlık AKP zihniyetinin kurbanı olmakta ve kimi zaman terörist, kimi zaman vatan haini, kimi zamansa “millet” düşmanı (bunu “AKP karşıtı” olarak anlamak gerekir) ilan edilerek işsiz bırakılmaktadır.

AKP ve Medya: Halkın Haber Alma Hakkına Yönelik Düşmanlığın Gelişimi

İktidara geldiği günden bu yana medyanın bir bölümünü (özellikle yürüttüğü siyasete muhalif olan bölümünü) düşman gören AKP, yıllar içinde kendi medyasını yaratmış, diğer taraftan medya içinde bağımsızlığını korumaya çalışan büyük bir bölümüne ise adeta savaş açmıştır.

AKP’nin kendi iktidarını merkeze koyarak belirlediği çemberin içine girmeyen tüm medya unsurları çeşitli yöntemlerle safdışı bırakılmaya çalışılmıştır. Bunun sonucunda da büyük çoğunluğu silik hale gelmiş bir medya atmosferi oluşmuştur.

Halkımızın Gezi Direnişi sırasında medyanın bir kısmına gösterdiği tepki, bu medyaya ve dolayısıyla aslında AKP iktidarına karşı gösterilen tepkinin bir biçimidir.

Yürütmenin başındaki Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının medyayla kurduğu ilişki medya açısından “taraf ya da bertaraf” arasındaki tercih halini almıştır.

AKP iktidarı, kendisine biat etmeyen, hatta “yeterince” biat etmeyen medya kurumlarına karşı elindeki tüm güçlerle saldırmaktadır.

·       Ekonomik cezalandırmalardan haberciliğin engellenmesine,

·       Kişisel düşmanlıklardan davalara ve cezaevine göndermelere,

·       Doğrudan hedef göstermekten hakarete,

·       İşinden etmekten kuruma el koymaya kadar pek çok yolla medya üzerindeki baskısını artırmaktadır. Tüm bunlar ise tüm medya çalışanlarına doğrudan yansımaktadır.

Özellikle 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından açığa çıkan kayıtlarda da açıkça görüldüğü gibi, yürütmenin başındaki Erdoğan medyayı özel merceği altına almış ve gazetecilere karşı, adeta isim isim cadı avına çıkmıştır. Özel olarak yürütmenin başındaki Erdoğan’ın gazabına uğramamış AKP’nin medya üzerindeki faşizan baskısını görmemiş gazeteci neredeyse kalmamış durumdadır. Medyanın çok büyük bir kısmının payına çeşitli oranlarda baskı ve şantaj düşmüştür. AKP döneminde 100’ün üzerinde gazeteci cezaevine gönderilmiş, birçok medya kurumu el değiştirmiş ve gazetecilik etiği dışına çıkarılmış, habercilik değerlerinden büyük ödünler verilmiştir.

Halka Ait Medya Kurumları AKP’nin Arka Bahçesi Haline Getirildi

Türkiye’nin en büyük medya kurumlarından olan Anadolu Ajansı (AA) adeta AKP’nin basın bürosu haline getirilmiştir. AA emekçi kıyımının ve sürgünlerin adresi haline getirilmiştir. Bu durum, AA’nın son dönemki habercilik anlayışlarına da yansımış ve 1920 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan bu büyük kurum, medya tarihinin en tartışmalı kurumlarından biri haline getirilmiş ve AKP’nin arka bahçesi haline büründürülmüştür.

Türkiye’nin bir diğer büyük medya kurumu olan TRT’de bizzat AKP’nin yayın organı haline gelmiştir. TRT, habercilik anlayışı itibariyle görülebilecek en kötü örnek durumuna düşmüş, kurumda çalışan ve AKP kadrolarından olmayan basın emekçileri işsizlik ve boyun eğme ikilemine mahkûm edilmiştir.

Özel sektör medya kuruluşlarının bir kısmı ise, bağlı bulundukları holdinglerin bünyesinden çeşitli yöntemlerle koparılarak doğrudan AKP’li işadamlarına satılmış ve AKP’lileştirilmiş durumdadır. Diğer kısmı da sürekli tehdit altında tutularak etkisizleştirilmiş ve halkın haber alma hakkı engellenmiştir.

AKP: Kötülüklerin Anası

AKP, Türkiye’de kökten bir dönüşümün failidir. Bu dönüşüm, Türkiye’nin kurucu kurumlarında ve kurucu kavramlarında, gerici biçimlerde sürdürülmektedir.

Ekonomik alanı, devletin geleneksel para politikalarının yanı sıra siyasi ilişkilere, kendisine ve çevresine dağıtılan ranta göre dizayn eden AKP, medyanın da içinde bulunduğu ideolojik alana da doğrudan müdahale etmektedir. İktidarı boyunca tüm sınıfsal kompozisyonların içyapılarını değiştiren AKP, ekonomik alanda güvencesizlik ve işsizlik, ideolojik alanda ise biat ve gericilik üretmektedir.

On iki yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP, Türkiye’deki tüm dönüşümlerin temel sorumlusu olarak, medya alanındaki işten çıkarılmaların da baş sorumlusudur. Gerek ekonomik gerekse ideolojik tüm araçları kullanarak medya üzerindeki etkisini artıran AKP’nin medya emekçilerinin bugün içinde bulunduğu durumun da yaratıcısı olduğunu söylemek gerekmektedir. Medya etiğinde yaşatılan gericileşmeden işten çıkarmalara kadar yaşanan tüm olumsuzlukların ve gerilemelerin faili AKP’dir.

Sonuç Yerine

Freedom House tarafından yayınlanan 2014 raporunda, Türkiye, “kısmen özgür olan ülkeler” kategorisinden “özgür olmayan ülkeler” kategorisine gerilemiştir.

Bugün gelinen noktada hükümet tarafından ele geçirilen gazete ve televizyonlar ile basın adeta iktidarın, iyimser bir benzetme ile “halkla ilişkiler bürosuna” dönüştürülmüş durumdadır.

Havuz medyası adı verilen yapılanma, hükümet komiserleri ve yandaş işadamları tarafından yönetilmekte ve özel manipülatörler/kalemşörler olarak yetiştirilmiş “beyefendinin kalemlerinden” oluşmaktadır. Meslek aşkıyla çalışan onurlu ve saygın gazetecilere rağmen sonradan türetilmiş “sözde gazeteciler” ile yönetilen “yandaş medya”, bugün basın özgürlüğünün önündeki en temel tehlikelerden biri haline gelmiştir.

Sermayenin egemenliği ve iktidarın kuşatması altındaki medya, emek sömürüsünün dozunun her geçen gün arttığı, iş güvencesinin var olmadığı ve adeta bir fabrikanın üretim bandı gibi çalışan bir noktaya sürüklenmiştir.

Özgür basının düşmanı olan AKP iktidarının sansürcü zihniyeti “Alo Fatih!” hattıyla somutlaşmıştır. Şimdi cumhurbaşkanı seçilmiş Başbakanın gazetecilere yönelik kullandığı nefret dolu dil ise gazetecilik mesleğinin ve basın özgürlüğünün karşı karşıya kaldığı durumun vahametine bir diğer örnektir.

“Alo Fatih!”lerin olmadığı, özenle yetiştirilmiş sonradan olma gazeteciler ile iktidar yalakalığının yapılmadığı, havuz medyasının güdümünde değil halkın haber alma 26 özgürlüğünün emrinde bir medyanın kurulacağı aydınlık yarınlar diliyoruz. Bu aydınlık yarınların inşası için her türlü çabanın içinde olmaya ve özgür basının düşmanları ile mücadele etmeye devam edeceğiz.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER