“Jamais vu”, Fransızca bir kavram. Yani “bu daha önce olmuştu, bunu daha önce yaşamıştım” hissinin, “deja vu”nun tersi. Bir tür nöbet ve hastalık, bütün yaşadıklarını her seferinde hiç yaşamamış gibi yaşamak, hissetmek.

Bir toplum düşünün, sürekli aynı şeyleri yaşadığı halde, sanki bunları ilk kez yaşıyormuş gibi yapsın.

Üstelik başına gelen şeylerin sıklığı arttıkça, daha da kayıtsız, “nereden çıktı bu olay, ne acayip şey, kim bu, ne oldu ya şimdi” diyen bakışlarla birbirini süzen, heyecan, coşku ve şaşkınlığını hiç yitirmeyen bir toplum düşünün.

Sorunlarını çözemeyen, çözmeye yeltenenleri görmezden gelen, o sorunlarla her yüzleştiğinde sanki ilk defa başına geliyormuş gibi her şeyi sürekli yeniden konuşmaya başlayan insanlar düşünün.

Birlikte doğan, büyüyen, büyüten insanların her görüşmede birbirine sanki yabancı olduğu, her şeyin sürekli yeni ve hiçbir şeyin bir türlü tanıdık gelmediği bir yerde yaşadığınızı düşünün.

Tarihsiz, tarifsiz, hiçbir şeyle “sarsılmayan” bir insan kitlesi içinde olduğunuzu düşünün.

Her gün birlikte adım attığınız dostlarınızı, “acıda, tasada, kederde ve mutlulukta” birlikte olduğunuz insanları birden hiç hatırlamadığınızı düşünün.

Yeni bir başlangıçtan yorulduğunuz, anı sözcüğünün, belleğin olmadığı bir toplum düşünün: Deneyimin ne olduğunu bilmeyen, sık sık yaşarken hep ilkmiş gibi yapan, kendine yabancılaşan insanları…

Hiç ders çıkarılmayan, ibret alınmayan olayları…

“Jamais vu”, Fransızca bir kavram. Yani “bu daha önce olmuştu, bunu daha önce yaşamıştım” hissinin, “deja vu”nun tersi. Bir tür nöbet ve hastalık, bütün yaşadıklarını her seferinde hiç yaşamamış gibi yaşamak, hissetmek.

Bir balık gibi, balık hafızasıyla yaşamak da denebilir, amnezinin bir türü de.

Çoğunluğu böyle “mutlu” yaşayan bir insan topluluğu içinde olduğunuzu düşünün; kendini sürekli inkâr eden bir toplumu, siyasetçileri, bürokratları, sıradan insanları…

Bir de son yıllarda Türkiye’de yaşadıklarımızı düşünür müsünüz?

Düşündünüz mü?

Güzel. Şimdi unutun.

Toplum mu, ne toplumu, hangi toplum?

Siz kimsiniz?

ü

*Bu yazı ilk kez 02.10.2009 tarihinde Kayıtsız Kalamamak adlı bloğumda yayınlanmıştır.
Editör: Suat Özçelebi