İYİ Parti’nin merkez sağ siyaseti hedeflemesini bir kenara bırakıyorum, mevcut şartlar altında saygın bir parti olmak gibi bir derdi varsa düşünce özgürlüğü konusunu ciddi manada değerlendirmeli.

Bir süredir Türk siyasetinde ilginç bir örnek olması bakımından İYİ Parti’yi dikkatle takip etmeye çalışıyorum. Seçim sonrası muhalefet partilerinin durumu malum. Özellikle CHP ve İYİ Parti’nin durmadan kendi aralarında tartışmalarına ve iktidarı eleştirmekten ziyade birbirlerine taş atmalarına rağmen, sadece kuruldukları süreçte verdikleri mücadelenin hatırına İYİ Parti’nin kendine gelmesini ve toparlanmasını umarak bekliyorum.

KAYIP TAKKE

Seçim sonrasında İYİ Parti’nin hatalarından ders alacağını, takkeyi önüne koyup süreci enine boyuna analiz edeceğini düşünmüştüm. Fakat takkeyi kaybetmiş gibi görünüyorlar. Hani bir değerlendirme yapmadılar değil ancak bu, yeterli değil ve eleştiriler büyük ölçüde karşı tarafın hatalarına odaklı. Akşener en son konuştu ama pir konuştu. Yaptığı açıklamalardan sonra gerek yazılı basında gerekse sosyal medyada iddialar havada uçuştu ama bunlar ispat edilmedikçe, o böyle demiş, şu şöyle söylemişle yorum yapmayı doğru bulmam.

Kendi açımdan bakınca Akşener’in aday konusunda çaresiz kaldığını düşünüyorum açıkçası. Elinizde dışarıdan Dalai Lama gibi gözüken ama aslında hırsla dolu bir aday var. Siyasal hayatlarında Erdoğan olmasa o noktalara gelmesi mümkün olmayacak bir grup sası siyasal İslamcı var. Sivas Olaylarındaki tavrı henüz hafızamızda olan ama nedense son yıllarda bir anda sempatikleşiveren tonton bir dedemiz var. Bir de merkez sağın enkazının temsilcisi. Bunlarla ne yapılacaktı ki?

SİZ GELMEYİN

Başlangıçta, Altılı Masa bir fikirsel proje olarak Türkiye’nin demokrasisine katkı sunacak bir formül olabilirdi. Ama burada önemli bir yanlış yapıldı. Düşünce özgürlüğü ve demokrasi anlayışı, her fikre “gel masamızda otur” demek değildir. Bazı fikirler ile asla uzlaşmayacaksınız. Örneğin Cumhuriyetin temel değerlerine karşı görüşteki insanlar ile aynı masaya oturmak tarafsızlık değildir, hoşgörü hiç değildir. Tam tersine bu yaptığınızla bu fikirleri meşrulaştırırsınız. Kemal Bey’in en bariz hatası budur. Herkesi kucaklayamazsınız, kucaklamamalısınız.

Bazı fikirler de Halil İbrahim sofrasında yer bulmamalıydı. Lafı dolandırmadan söyleyeyim, siyasal İslamcıların bu oluşumda yeri olmamalıydı. Ülkenin geldiği bu noktada sorunun doğrudan müsebbibi olanların çözüme talip olmasına izin verilmemeliydi. Bazı insanlara “Sen gelme kardeşim” denmeliydi. Nitekim bence Akşener’in de masaya temel eleştirisi buydu. Siyasal İslamcılarla yürütülecek bir cumhurbaşkanlığı adaylığı kampanyasının hiçbir yere gitmeyeceğinin sanırım ki o da farkındaydı.

Geriye dönüp baktığımda şu bileşenlerle nasıl kazanacağımıza inandığımıza inanamıyorum. Sanırım ki muhalefet sadece kendi alacağı oya güveniyor değildi; biraz da halkın bu gidişattan dolayı Cumhur İttifakını bir şekilde cezalandıracağını da umuyordu. Fakat olmadı, halk iktidara desteğini sürdürdü. Artık olan olduğuna ve yenildiğimize göre bu tartışmaların hiçbir anlamı da kalmadı.

SEÇİM SONRASI

Seçim ertesinde İYİ Parti’nin iki noktada hatalı olduğunu düşünüyorum. Birincisi, iktidarı eleştirmede çok geç kalındı. Akşener’in aylarca konuşmaması başkalarının haddinden fazla cüretkâr konuşmasının, özgürce atıp tutmasının önünü açtı. Halkta beklenti yaratıp sonra sessizliğe gömüldüğünüzde, toplumda hayalkırıklığı yaratmış oluyorsunuz ve o yaraladığınız güveni tekrar tesis etmek ya hiç mümkün olmuyor ya da çok zaman alıyor. Bu yüzden İYİ Parti’nin ciddi oy kaybına uğradığı konuşuluyor. Bu kadar mevzi kaybedecek kadar ortadan kaybolmaya ve sessizleşmeye ne gerek vardı? Halbuki seçim ertesinde hemen başlayacaktınız. İktidar bile zafer kazandıktan sonra rehavete kapılmadı. İYİ Parti bir muhalefet partisi olarak içine kapanmamalıydı.

Partinin beyin takımı uzun vadede nasıl bir gelecek tasavvur ediyor bilmiyorum ama hâlâ bir merkez sağ parti yaratma gayesi sürüyorsa, nasıl bir milliyetçiliğin peşinde olduklarının da iyi bir tanımının yapılması gerektiğini düşünüyorum.

İkinci bir nokta da İYİ Partililer hep CHP ve Altılı Masa’ya dair eleştirilerde bulundular. Oysa şahsi olarak neyi yanlış yaptıklarını söylemekten imtina ediyorlar. Bir tek Bilge Yılmaz kamuoyundan çıkıp özür diledi. Demek ki geri kalan herkes doğru davranmış! Ne diyelim demek ki seçimdeki yenilginin suçlusu yine bizmişiz!

SIRTTAKİ YÜK    

Bundan sonrası için ne olacak? İYİ Parti özellikle yerel seçimlerle ilgili pek hevesli bir imaj çiziyor. Akşener şimdiden farklı illere giderek adayları açıklamaya başladı. Bu olumlu bir gelişme ama bir de bu adayların kazanma ihtimalini değerlendirmek gerekir. Sırf aday çıkarmış olmak için aday çıkarmanın uzun vadede partiye bir katkı sağlaması mümkün olmayacaktır, önemli olan “kazanacak aday”.

Öte yandan, partinin beyin takımı uzun vadede nasıl bir gelecek tasavvur ediyor bilmiyorum ama hâlâ bir merkez sağ parti yaratma gayesi sürüyorsa, nasıl bir milliyetçiliğin peşinde olduklarının da iyi bir tanımının yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ülkücülük belli bir dönemin ürettiği bir anlayış ve bunu merkeze alarak hareket etmenin özellikle 2000’lerin başında doğan ve şimdi genç seçmen dediğimiz kitleyi birleştirebileceğini hiç zannetmiyorum. Elbette parti içinde ülkücü gelenekten gelen kişiler bulunacaktır, bu insanları göndermekten bahsetmiyorum. Fakat parti dar bir kasaba milliyetçiliğine bağlanırsa, kendi sonunu hazırlar.

GAZETECİLER İÇERİ

Partinin bu çukura doğru gittiğini gösteren çok güçlü emareler var. Bunlardan en önemlisi anayasal vatandaşlık ve insan hak ve özgürlükleri ile ilgili her konuda  bazı önde gelen isimlerin ve bazı üyelerin Cumhur İttifakı ile benzer tepkileri vermeleri. Merdan Yanardağ’ın tutuklamasına giden süreçte kimi İYİ Partililerin de şikayetçi olmaları mesela buna çok açık bir örnek. Yanardağ’ın sadece bu konuşması değil, başta Filistin konusundaki fikirleri olmak üzere, hemen birçok konudaki görüşlerine katılmıyorum. Hatta kendisinin Soğuk Savaş dönemi sosyalizm kalıplarında takılı kaldığını düşünüyorum. Ancak bu bir hata değildir, sadece farklı bir düşünme şeklidir. Toplumda herkes bizim gibi düşünecek diye düşünemeyiz. Artık çağdaş ülkeler dediğimiz hiçbir memlekette “Şu gazeteci benim gibi düşünmüyor” diye koşa koşa şikayet etmeye giden bir milletvekili veya siyasetçi göremezsiniz.

İkinci bir örnek de Ayşenur Arslan olayı. Arslan’ın programda ifade ettiği sözlerle ne demeye çalıştığını kendisinin de açıkça söylemeyi beceremediğini düşünüyorum. Hemen her sabah kendisinin programını izlemeye çalışıyorum. Bu yüzden görüşlerinden haberdarım. Kürt siyaseti konusundaki fikirlerinin ezici bir çoğunluğuna ise asla katılmam. Ancak televizyon başına geçip “Bakalım bu sabah buradan hangi muzır faaliyetleri çıkaracağız?” şeklinde bir davranışın çağdaş dünyada yeri yok. Arslan’a sosyal medya üzerinden yapılan linçte İYİ Partililerin Cumhur İttifakı bileşenleriyle yarışması partinin oturup düşünmesi gereken bir nokta.

Benim anlamadığım, bu arkadaşlar madem düşünce özgürlüğüne inanmıyorlar, madem özgür basından hoşlanmıyorlar, o halde neden yeni bir oluşuma dahil olma gereği hissettiler? Bu kadar farkındalık yoksunluğuna ilk kez şahit oluyoruz. Her düşünceleri MHP ile aynı kalarak neden İYİ Parti’ye geldiklerini anlamıyorum. E zaten doğru yerdeymişsiniz, Bahçeli’yi niye eleştiriyorsunuz? Sizin yaptığınızdan fazla ne yapıyor ki?

Bu hafta meclis konuşmasında Meral Akşener çok yerinde bir tavır takınarak, Batuhan Çolak ve Süha Çardaklı’nın tutuklanmasına değindi. Peki mevzu Merdan Yanardağ ve Ayşenur Aslan olunca neden bir kelime açıklama duyamıyoruz? Bırakın açıklamayı, parti sözcüsü Zorlu’nun Yanardağ’a gösterdiği tepkiyi burada tekrar hatırlatmak isterim. Diyeceksiniz ki “solcu” basın ve medya kuruluşları da Çolak ve Çardaklı konusunda duyarsız davranıyorlar. Zaten ülkemizdeki dar mahalleci tavır sebebiyle bu günlere geldik. Üstelik bahsi geçen kanalların halktan oy almak gibi bir beklentisi yok, beğenmezsek kanalı değiştiririz ama İYİ Parti muhalif seçmenin tümünün oyuna talip.

İYİ Parti ülkücülüğü merkezine alıp bir tür “makbul milliyetçilik” kanalına girip, MHP ve Zafer Partisinin ligine mi düşmek istiyor? İşte buna karar vermesi gerekiyor.

Farklı görüşlerden herkesi kucaklamanız gerekmiyor, sadece bir prensibi savunmanız gerekiyor: düşünce özgürlüğü. Yoksa yukarıda da belirttiğim gibi her görüşe sarılmanızın özgür düşünce ile bir ilgisi yok. Bunu siz yapmadıkça, “sadece kendi mahallemizde top koşturalım” dedikçe, yalnız Cumhur İttifakının yarattığı tekçi zihniyete bir alternatif yaratamamakla kalmıyor, doğrudan oraya su taşımış oluyorsunuz.

İYİ Parti’nin merkez sağ siyaseti hedeflemesini bir kenara bırakıyorum, mevcut şartlar altında saygın bir parti olmak gibi bir derdi varsa düşünce özgürlüğü konusunu ciddi manada değerlendirmeli. Yoksa İYİ Parti ülkücülüğü merkezine alıp bir tür “makbul milliyetçilik” kanalına girip, MHP ve Zafer Partisinin ligine mi düşmek istiyor? İşte buna karar vermesi gerekiyor. Modern anayasal vatandaşlık anlayışına dayanan, laik ve demokratik hukuk devletinin peşinde bir Atatürk milliyetçiliği mi yoksa anılarda kalan ve Anadolu’da yeniden egemen olmaya çalışan bağnaz ve dar kalıplara sıkışmış bir zihniyet mi? Bu seçimin sonucunda kurgulayacağı siyasete göre, İYİ Parti ya yaşayacak ya da yok olacak gibi gözüküyor.

Editör: Deniz Ertuğ