Cuma, Nisan 19, 2024

İttifaklardan “Demokrasi koalisyonuna” geçme zamanı

İktidar, iktidar olma hâlini korumak için her şeyi yaparken; muhalefetin de kazanmak için siyasi olarak yapması gerekenlerin başında açık ya da örtülü daha geniş bir “demokrasi koalisyonu” inşa etmek gelmektedir.

Seçim tarihi büyük ölçüde belli oldu denebilir; 14 Mayıs 2023. Tarih belli ama tarihi açıklayan isim AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan. İlginç olan ise Erdoğan’ın tek başına tarih belirleme lüksünün olmadığı gerçeği.

Anayasa Hukuku uzmanlarının yorumları, mevcut şartlarda Erdoğan’nın yeniden aday olmasının tek koşulu olarak ancak Meclis 360 milletvekili ile seçim kararı alması yönünde. Bu olmadan Erdoğan’ın tek başına seçim kararı belirleme yetkisi yok. Daha doğrusu yetkisi var ama bu durumda yeniden aday olma şansı yok.

Bu hukuki gerçek ortada olmasına rağmen, Erdoğan’ın her koşulda aday olmasına muhalefetin büyük partilerinin siyaseten itiraz etmeyeceği. Ancak TİP, Deva Partisi ve kimi hukukçuların bu durumu yargıya taşıyacağı ve son sözü Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) vererek, tarihe bir not düşmek istedikleri de bir gerçek.

Sonuç olarak muhalefetin kazandığı yeni dönemde yakın geçmişte “hukuksuz” olan pek çok kararın bir biçimde kamusal bir tartışmanın nesnesi olacağı da açık.

Bu açıdan YSK da sicili pek parlak olmayan bir kurum.

2019 İstanbul yerel seçiminde aldığı karar, 2017 Anayasa Referandumu’nda “mühürsüz oyların” geçerli sayılması kararı hafızamızdan silinmiyor.

Evet, Erdoğan konusunda yapılacak hukuki itirazlar, belki bir sonuç doğurmayacak ama YSK vereceği karar ile kurumsal sorumlu olarak kamuoyu önünde olacaktır.

Diğer yandan tartışmanın sadece Erdoğan’ın yeniden aday olup olamayacağıyla ilgili olmadığı da açıktır.

Mesela olası 14 Mayıs seçiminde seçimin başlangıç tarihi olan 9 Mart ise, bu durumda 7 Nisan 2022’de değişen yenin seçim sistemi mi yoksa 7 Nisan 2022 öncesi seçim sistemi mi geçerli olacaktır?

Görüldüğü gibi soruların sonu yok…

POPÜLİZMİN SONU YOK

Hukuki alanda yaşanacak tüm bu tartışmalardan bağımsız olarak siyasi iktidar son dönemde sadece siyasi alanda değil ekonomik alanda da popülist politikalarını sürdürmektedir.

Siyasi alanda izlediği “biz ve öteki” ayrıştırmasına ek olarak ekonomik alanda devlet kaynaklarının sonuçları hiç düşünülmeden kaynak transferi ile kullanılması başka bir popülizm olarak karşımızdadır.

Dahası ekonomik alanda izlenen bu popülist politikaların, Erdoğan’ın oylarını az da olsa olumlu etkilediği kimi araştırmalara yansımaktadır.

Kamu bütçesinden, vergilerimizden sağlanan bu kaynak transferinin ülkenin içinde olduğu ekonomik krizi aşmada hayat pahalılığına merhem olmadığı bu kadar açıkken, Erdoğan’ın oyunun az da olsa yükselmesi gerçeğini; muhalefetin gerekse ittifak gerekse tek tek tüm partiler olarak tekrar düşünmesi gerekmektedir.

Dahası sadece düşünmesi değil, bu gerçeği kullanacakları iletişim stratejileri ile halka anlatmaları gerekmektedir.

Muhalefet kazanmak için daha geniş bir koalisyon kurmak zorundadır. Bu koalisyonun ortak paydası, iktidar/devlet blokunun ötekileştirdiği tüm partilerin, bu sistemin değişmesi ekseninde ahlaki ve siyasi bir ortaklığa sahip olmasıdır. Yani daha çok demokrasi, daha çok adalet, daha çok özgürlük isteyen; demokratik parlamenter sisteme dönmek isteyenlerin ortaklığı kaçınılmazdır.

LÜMPENLİĞİN YÜKSELİŞİ

Buna ek olarak siyasi iktidar, uzun süredir sürdürdüğü lümpen bir milliyetçilikle karışık bir dinbazlık politikasını devam ettiriyor. Sadece içerde değil dışarıda da bu politikayı sonuçlarından bağımsız olarak uygulamaya ve sahip olduğu görsel ve yazılı “propaganda makinası” ile bunu bir gerçekmiş gibi sunmaya devam ediyor.

İktidar, bu kapalı devre yayın sistemi ile gerçekdışı pek çok şey üzerinden gerçek algısı üretmekte ve bunu tabanına sunmaktadır.

Buna göre Türkiye’de ekonomik kriz yoktur, zam değil fiyat değişikleri olmaktadır, enflasyon bir sorun değildir, döviz düşecektir, özetle ekonomide iktidar dünyaya örnek olmakta, dünya bizi kıskanmaktadır.

İktidarda kalmayı, “siyasi başarı” değil, “ontolojik” yani “var olma ya da olmama” hâli olarak okumak her alanda popülizmi zorunlu kılmaktadır. Buna göre iktidar, hep iktidar olmak zorundadır ve bunun için de her şey mubahtır.

KAZANMANIN OLMAZSA OLMAZI

Bu gerçek ortadayken yani iktidar, iktidar olma hâlini korumak için her şeyi yaparken; muhalefetin de iktidar olmak için siyasi olarak yapması gerekenleri; en azından seçimi kazanmak için siyasi ortaklığı kurmak zorundadır.

Bu da ancak ittifaklardan hareketle açık ya da örtülü bir “demokrasi koalisyonu” inşa etmekten geçmektedir.

Bu koalisyonun ortak paydası, iktidar/devlet blokunun ötekileştirdiği tüm partilerin, bu sistemin değişmesi ekseninde ahlaki ve siyasi bir ortaklığa sahip olmasıdır.

Yani daha çok demokrasi, daha çok adalet, daha çok özgürlük isteyen; demokratik parlamenter sisteme dönmek isteyenlerin ortaklığı kaçınılmazdır.

Bu durumun siyasete yönetebilmenin koşulu, bir araya gelen tüm toplumsal farklılıkların kendi siyasal, kültürel, dinsel ve etnik kimliklerini koruyarakyeni bir üst kimlikte buluşmak için bir adım atmalarıdır.

Kimsenin kimseyi siyasal görüşünden, siyasal kimliğinden, siyasal geçmişinden dolayı yargılamadığı bir başlangıç; ülke için ortak doğru ve iyinin ortaya çıkarılması için olağanüstü bir fırsattır.

Bu farklılıklar arasındaki eş düzeyli ilişki, demokrasi için birer, “taşıyıcı koalisyon”dur ve bu dönem en çok ihtiyacımız olan budur.

Bu açıdan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “ülkenin tüm demokratları birleşmeli” derken ifade ettiği tam da bu geniş demokrasi koalisyonunun kendisidir.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI