İran’ın desteğini alan örgütler artık İsraile karşı daha pervasızca mücadele edebiliyorlar. Bu yüzden İsrail de verdiği mücadelede artık kuklalarla değil, kukla oynatıcısıyla savaşması gerektiğinin farkında. Bu sebeple İranla kapışmaktan başka bir seçenek yok gibi gözüküyor. Ülkemizde her ne kadar bayram havası esmese de yaşam devam ediyor, her şeye rağmen umut ediyoruz. Bu arada İsrail basınına ilginç bir olay düştü. Ben de bu hafta bunu not etmek ve İsrail’in İran operasyonlarına dair gerçekleşen bu önemli bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak istedim. MOSSAD İran’daki operasyonlarına bir yenisini daha ekledi. İRANDA TERÖR FAALİYETLERİ Daha önce defalarca yazdığım için aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum fakat İran’ın bölgedeki en büyük terör finansörlerinden olduğu artık herkesçe biliniyor. Ancak İran yardımı bununla sınırlı değil, mühimmat, teknolojik ve lojistik destek anlamında da bölgedeki terör örgütlerine yardım ediyor. İran’ın bu faaliyetleri uzunca bir süredir terörü bastırabilmiş olan İsrail’in yeniden terör sarmalına düşmesine sebep oldu. Özellikle İran’ın desteğini alan örgütler artık İsrail’e karşı daha özgüvenli ve pervasızca mücadele edebiliyorlar. Bu yüzden İsrail de verdiği mücadelede artık kuklalarla değil, kukla oynatıcısıyla savaşması gerektiğinin farkında. Bu sebeple İran’la kapışmaktan başka bir seçenek yok gibi gözüküyor. Tabii ki İsrail’in İran’la açıktan bir sıcak savaşa girmesi, hele de böyle bir kararı tek taraflı alması mümkün değil. Her ne kadar Netanyahu yıllardır ABD’yi bu konuda ikna etmeye çalışmış ve hatta İsrailli üst düzey yetkililer, İran’la savaşın bir seçenek olduğu yönünde açıklamalar yapmış olsa da, bu, en azından şu şartlar altında pek gerçekleştirilebilir gibi gözükmüyor. Umalım ki bölgede yeni bir savaş daha patlak vermesin. Yine de İsrail’in haklı olduğu bu savaşta boş durmasını da bekleyemeyiz. Nitekim, son birkaç yıldır mücadelesini küçük ölçekli bombalamalar ve kişiye özel operasyonlarla sürdürüyor.
Tabii ki İsrailin İranla sıcak savaşa girmesi, hele de böyle bir kararı tek taraflı alması mümkün değil. Her ne kadar İsrailli üst düzey yetkililer, İranla savaşın bir seçenek olduğu yönünde açıklamalar yapmış olsa da…
KIBRISTA TERÖR EYLEMİ The Jerusalem Post’tan Yonah Bob’un haberine göre Mossad, İran’da önemli bir operasyon gerçekleştirerek, Yusef Shahabazi Abbasalilu’yu kaçırmış. Abbasalilu bir süredir Kıbrıs’ta bulunan İsraillilere yönelik bir eylem hazırlığında olan bir hücrenin lideri. Sorgusunda, emirleri İran İslam Devrimi Muhafızları Ordusundan aldığını söyleyen Abbasalilu, İsrail istihbaratına planlardan kullanacakları malzemelere kadar olayın tüm detaylarını anlatmış. Böylece Kıbrıs’taki olası bir bombalı eylemin engellendiği söyleniyor. Bu gelişmeden sonra Kıbrıs’ta da bir operasyon gerçekleştirildiği ve İranlı hücrenin çökertildiği bildiriliyor. Hücrenin yedi üyesi tutuklanmış, birisi ise halen kayıp. İSRAİL-YUNANİSTAN-KIBRIS Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıl eylül ayında MİT ve Mossad’ın ortak bir operasyon gerçekleştirerek, İsrailli turistlerin hiçbir tehlike ile karşılaşmadan sağ salim evlerine dönmeleri sağlanmıştı. Türkiye’nin özellikle terörle mücadele alanında İsrail ile işbirliği iki ülke arasındaki siyasi iniş çıkışlara rağmen belli bir düzeyde sürüyor. Burada özellikle bir nokta önemli; terörle mücadelede her iki ülkenin de yılların tecrübesine dayanan muazzam bir bilgi birikimi var. Bu ortaklıktan doğacak sinerjinin yabana atılmaması gerektiğini düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz şartlar, gerek düzensiz göç, gerekse İran’ın bölgeye terör ihracı gibi konularda İsrail’le daha fazla dirsek temasında olmamız gerektiğini gösteriyor. Filistin meselesi ise bunun önüne geçmemeli. Bir başka önemli nokta da, Yunanistan’ın bizim dış politika hatalarımızı kullanarak ülkesinin potansiyelinin çok üstünde bir siyasi hevese kapılmış olması. Burada kendi hatalarımızı görüp, eğer mümkünse, Doğu Akdeniz’de iyice kenetlenmiş olan Kıbrıs-Yunanistan-İsrail üçgenini bozmak ve bozmak mümkün değilse, Türkiye’yi de konuya dahil etmek gerekiyor. Milliyetçi nutukları seçim dönemine saklayıp, “Atlantik bizi parçalamak istiyor” kaygılarına kapılmaksızın özgüvenli bir şekilde atılım yapmak gerekiyor. Her iki ülke de işleri liderler bazında halletmeyi tercih ettikleri için, Erdoğan ve Netanyahu görüşmesi böyle bir adım için çok uygun bir fırsat doğurabilir. Türkiye hem Akdeniz’de, hem de Orta Doğu’da ciddi bir müttefik olursa, İsrail mutlaka bunu değerlendirecektir.
Kendi hatalarımızı görüp, eğer mümkünse, Doğu Akdenizde iyice kenetlenmiş olan Kıbrıs-Yunanistan-İsrail üçgenini bozmak ve bozmak mümkün değilse, Türkiyeyi de konuya dahil etmek gerekiyor.
FİLİSTİN FAKTÖRÜ Ülkemizde konu İsrail-Filistin meselesi veya kimilerince “Filistin davası” olunca tüm ideolojilerden herkes bir fikir beyan ediyor ve hepsi sözde “iyi niyetli”. Herkes Filistin halkını kurtarmaya çalışıyor. Kimse de demiyor ki bu halk kurtulmak istiyor mu kardeşim? Daha da önemlisi senin tarafından kurtarılmak istiyor mu? Herkes kahraman olmaya meraklı ama bu kahramanlar nedense oturdukları yerden twit atmak veya Cuma namazı çıkışı “Kahrolsun İsrail” diye bağırıp İsrail bayrağı yakmak dışında bir adım atmıyorlar. Çünkü aslında kimsenin gerçekten umurunda değil. Filistin davası artık Türkiye’de bir mevzu olmaktan öteye gitmiyor. O yüzden de orada insanların gerçekten ne yaşadığını anlatmaya çalıştığınızda, dinlemek istemiyorlar. Dinlese de etki etmiyor çünkü kendi bildiği gibi inanmak daha konforlu, maliyeti de düşük, kim oturup uğraşacak yeni bilgileri analiz edip de önyargısını yıkmakla? Ezberlediğini papağan gibi tekrarla gitsin, ne güzel hayat. Fakat dış politika ezberlerle yapılmaz. Dava diyerek savunulan ve gerçekte bir terör meselesi olan Filistin konusunu daha tarafsız bir gözle görmeye çalışmamız gerekiyor. Biz kime destek veriyoruz? Başka bir ülkenin teröristine özgürlük savaşçısı dediğimiz müddetçe, karşı tarafın da bizim için tarafgir olmasını beklememiz gerekir. Erdoğan’ın Filistin yönetimi ile ilişkilerinin iyi olduğu ve üzerinde etkisi olduğu bilinen bir gerçek. O halde bunu niçin olumlu yönde kullanmıyoruz? Filistin halkının yaşam koşullarının düzeltilmesinden birinci olarak sorumlu olan Abbas’tır. Türkiye, Filistin’e ziyadesiyle yardım yaptı. Hâlâ bir şeyler değişmiyorsa, burada bir irade problemi olduğu açıktır. O halde niçin Filistin halkının hak ettiği şartlarda yaşaması konusunda Abbas yönetimine baskı uygulamıyoruz? Eğer gerçekten derdimiz halkın durumuysa böyle yapmamız gerekir. İsrail mi yönetiyor Filistin’i? İsrail’in ülke içinde yaptığı terörle mücadelenin biçimini çok sert bulabiliriz, eleştirebiliriz ama bu iki ülkenin ilişkilerini etkileyecek kadar önemli olmamalı. Bize ne, Arap mıyız? Filistinli miyiz? Kendimizi düşünmek zorundayız. Kimsenin derdinin bekçisi değiliz. Bugün uluslararası alanda İsrail’in ve özellikle Yahudi lobisinin desteği eskisi kadar olsaydı, Amerika ile ilişkilerimiz daha farklı bir boyutta olabilirdi. AKP’nin ilk dönemindeki durumunu hatırlarsak, ne dediğim daha çok anlaşılacaktır. ORASI KİMİN TOPRAĞI? Bayram üzeri, yazar Kenizé Mourad’ın “Toprağımızın Kokusu” isimli kitabını okuyayım dedim. Kitabın kapağı bile bizim Filistin sorununa nasıl bakmamamız gerektiğinin bir örneği. Yeni Osmanlıcılık düşüne hâlâ sarılan arkadaşlar varsa, orası bizim toprağımız değil. Mourad kendisi Osmanlı soyundan geldiği için, dedesinin toprağı sayarak “toprağımız” demiş olabilir ancak bizim gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için acı gerçek şu ki orası zaten bizim değildi. Bildiğiniz üzere, 1917 Aralık’ında İngiltere, Filistin’i işgal ederek sömürge yönetimini kurmuştur. Dolayısıyla Yahudiler, 1948’de İsrail’i İngiliz sömürgecilerine karşı kurmuşlardır, bize değil. Araplar ise o dönemde sömürgecilere karşı direneceklerine onları desteklemeyi tercih etmişlerdir. Nasıl? Size de tanıdık geldi mi? Hani bize karşı da zamanında İngilizleri desteklemişlerdi. Gördüğünüz gibi, Araplar hiç değişmiyor. Bugün Filistin’i kuramadılarsa, bunun müsebbibi sömürgecilere yamanmaya çalışan kendi basiretsiz politikacılarıdır. Bizi ilgilendiren bir şey yok. Türkiye’nin potansiyeli ve vizyonu bunların çok üstündedir. Bir ideolojiye saplanıp kalarak kendi hesabımıza bir şey kazanamayacağımızı bugün hepimiz görüyoruz. Umalım ki, önümüzdeki dönem Türkiye’nin Ortadoğu’da daha fazla kazandığı bir süreç olsun.