Nietzsche’den hareketle bir böcek öldürürseniz kahraman, bir kelebek öldürürseniz hain ilan edildiğiniz ahlakın çağdaş estetik standartları çerçevesinde İsrail ve Filistin olaylarında, dinî, etnik ve ideolojik tüm kimlikler dışında amasız ve fakatsız bir insanlık dramı yaşanmaktadır.

Tarih boyunca önemli olaylara sahne olmuş bir bölge olarak bilinen Ortadoğu coğrafyası, son yıllarda bölgeyi etkisi altına alan savaşlar ve yoksulluk sorunlarıyla dünya gündemine oturmuştur. Ortadoğu'da yaşanan savaşların temelinde birçok faktör bulunmaktadır. İlk olarak, etnik ve dini ayrılıklar bölgedeki istikrarsızlığın temel kaynağını oluşturmaktadır. Irak, Suriye ve Yemen gibi ülkelerdeki mezhepsel ve etniksel gerilimler, uzun süreli çatışmaların patlak vermesinde etkili olmuştur. Özellikle Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki ayrışmalar, bölgenin istikrarsızlığını artırmıştır. Gerilimin bir diğer önemli faktörü, bölgedeki liderlik sorunudur. Birçok Ortadoğu ülkesi, otoriter yönetimler altında uzun yıllar boyunca yönetilmiştir. Bu yönetimler, halkın taleplerini görmezden gelen anti-demokratik idareler inşa etmiştir.

2011 Arap Baharı’nda birçok ülkede halkın ayaklanması sonucunda yönetim değişiklikleri vücut bulurken bu değişimler, istikrarsızlık ve savaşlara yol açmıştır. Bununla birlikte, bölgedeki savaşların başlıca sebeplerinden biri de çıkar odaklı dış müdahaleler olmuştur. Birçok büyük güç, Ortadoğu'da kendi çıkarlarını korumak için askeri operasyonlara katılmış veya bölgedeki yerel grupları desteklemiştir. Nihayetinde bu müdahaleler, mevcut çatışmaları derinleştirmiş ve bölgeyi daha da istikrarsızlaştırmıştır.

Çözüm için oluşturulması gereken uluslararası kamuoyu bilinci etkisini kaybettiği gibi sorun üzerinde tezahür eden kutuplaşma eğilimi, yükselerek devam etmektedir.

Günümüzde devam eden İsrail ve Filistin sorunu, yaklaşık yüzyıldır süregelen ve uluslararası ilişkilerin önemli bir odak noktası olan karmaşık siyasi, tarihi ve insani bir meseleye evrilmiştir. 20. yüzyılın başlarına kadar uzanan İsrail ve Filistin meselesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz mandası dönemiyle birlikte bir sorun olarak doğmuştur. Balfour Deklarasyonu (1917), Filistin topraklarının Yahudi yerleşimcilere verilmesini desteklerken bu da Filistinliler arasında büyüyen bir rahatsızlığa neden olmuştur. Ayrıca, 1947'deki Birleşmiş Milletler bölünme planı, Filistin topraklarını Yahudi ve Arap devletleri arasında paylaştırırken bu plan, uygulamada başarısız olmuş ve 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın zeminini atmıştır. Savaşın sonucunda İsrail bağımsızlığını elde ederek Filistin topraklarının bir kısmını ele geçirmiştir.

Günümüzde İsrail ve Filistin sorunu, İsrail'in 1967 Altı Gün Savaşı sırasında ele geçirdiği Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs topraklarını işgal etmesiyle daha da karmaşık bir hale gelmiştir. İsrail, bu topraklarda yerleşim birimleri kurarak Filistinlilerin yaşamını etkileyen sıkı güvenlik kontrolleri uygulamıştır. Bu durum, çatışmaların devam etmesine ve Filistinlilerin bağımsız bir devlet kurma hakkı konusundaki uzlaşılamayan görüşlerin artmasına neden olmuştur. Tüm yaşanan gelişmeler sonucunda Filistinliler, İsrail'in toprak işgaline ve insan hakları ihlallerine karşı çıkarak uluslararası destek çağrısında bulunmuştur. İsrail ise meseleye dair kendi güvenliği ve Yahudi nüfusunun korunmasını öne sürmüştür.

İsrail ve Filistin sorununun çözümü için birçok öneri ve perspektif bulunmaktadır. Bunlardan biri; iki devletli çözümü öneren ve uluslararası toplumun desteklediği ve çatışmanın sona ermesi için bir yol olarak görülen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, bağımsız bir İsrail ve bağımsız bir Filistin devletinin yan yana ve ayrıca varlığını öngörmektedir. Ancak, bu çözümün uygulanabilirliği ve koşulları konusunda bölgede siyasi ve sosyal birçok anlaşmazlık bulunmaktadır. Ayrıca, İsrail ve Filistin arasındaki güvensizlik ve tarihî anlaşmazlıklar, çözüm sürecini karmaşık hale getirmektedir. Diğer bir yaklaşım ise tek devletli çözümdür. Bu yaklaşım, İsrail ve Filistin topraklarının tek bir demokratik devlette birleştirilmesini savunur. Ancak, bu yaklaşımın da uygulanabilirliği ve sonuçları konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Ayrıca, toprak anlaşmazlığı, mülteci sorunu ve Kudüs'ün statüsü gibi temel meselelerde yaşanan derin kriz, mevcudiyetini korumaktadır.

Nietzsche’den hareketle bir böcek öldürürseniz kahraman, bir kelebek öldürürseniz hain ilan edildiğiniz ahlakın çağdaş estetik standartları çerçevesinde İsrail ve Filistin olaylarında, dinî, etnik ve ideolojik tüm kimlikler dışında amasız ve fakatsız bir insanlık dramı yaşanmaktadır.

Çözüm için oluşturulması gereken uluslararası kamuoyu bilinci etkisini kaybettiği gibi sorun üzerinde tezahür eden kutuplaşma eğilimi, yükselerek devam etmektedir. Basın ve sosyal medya üzerinden yürütülen ceset, kan ve gözyaşı görüntüsü yarıştırma tavrı, savaşın gelişimine katkı sağlamaktan öteye gitmemektedir.

Her geçen gün sivillerin ölmeye devam ettiği savaşın tarihsel arka planına atıfla Osmanlı’ya yapılan “ihanet” ve toprak satma konularına dair yapılan analizler ve kola dökülerek gösterilen romantik tepkiler, çözüm adına gerçekçi ve yapıcı bir katkı sağlamamaktadır.

Bölgede uzun yıllardır beklenen çözüm ve barış ortamı hala sağlanamadığı gibi vaziyet, her geçen gün daha da kötüye dönüşen bir hal almaktadır. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere aksiyon alması gereken toplumsal kuruluşlarla bir an evvel iki taraf arasındaki güven inşa edilerek tüm tarafların çıkarlarını gözeten bir uzlaşı ortamı oluşturulmalıdır.

Bölgedeki çatışmaların sona erdirilmesi ve barışın sağlanması için daha fazla görüş ve uluslararası işbirliği gerekmektedir. İsrail ve Filistin arasında kalıcı bir barışın sağlanması, açıkça tüm tarafların işbirliği yapmasına ve adil bir çözüm bulunmasına bağlıdır.

Ortadoğu'nun bu çalkantılı coğrafyasında barışın sağlanması, şüphesiz ki tüm tarafların isteği ve çabaları ile mümkün olacaktır. Bu süreçte diplomatik girişimler, müzakereler ve anlayışlı yaklaşımlar ve Türkiye gibi bölgesel güçler, bölgedeki barışı teşvik etmede kritik öneme sahip olacaktır.