İktidarın belirli bir yorumu topluma dayatması dinin doğasındaki çoğulculuğa aykırıdır. Türkiye’nin sahip olduğu kültürel, dinsel farklılığı heba etmesine yol açmıştır. Bu açıdan “siyasallaştırılan İslam” doğal olarak iflas etmiştir.Ne yazık ki siyasi iktidarın son on yılda ülke içinde İslami yorumları kendi yorumunu kabul ettirmesi ve bu yorumu da Diyanet üzerinden tüm topluma empoze etmesi, dinin doğasında olan çoğulculuğa aykırıdır. Bu özünde ataerkil zihniyette neşet eden dini yorumun, otoriter zihniyet içinden homojenleştirilmesi ve tüm toplumun da bu yoruma uymaya zorlanmasıdır. Yani dinin siyasallaştırılmasıdır. İşte Türkiye’nin sahip olduğu kültürel, kimliksel, dinsel farklılığı heba etmesine yol açmıştır. Bu açıdan “siyasallaştırılan İslam” doğal olarak iflas etmiştir. Bu açıdan bugün Türkiye’nin de, Türkiye’deki mütedeyyinlerin, muhafazakârların da karşı karşıya olduğu soru, tartışma İslam’ın-demokrasi ile bağdaşıp bağdaşmadığı değil, tek tek muhafazakârların bireyselleşerek, inanç alanındaki çoğulculuğa saygı duyacak ve demokratik bir Türkiye için mücadele edip etmeyeceklerine bağlıdır. AK Parti’nin siyasal pratikleri, seküler kesimde muhafazakârlara duyulan güveni zedelemiş ve İslam’ın demokrasi ile bağdaşmayacağı yolundaki inancı pekiştirmiştir. Dahası eskiden bu yana; muhafazakârlar konusunda şüpheleri olanlar; “Biz size demiştik, muhafazakârlardan demokrat olmaz” benzeri hüküm içeren cümleleri daha çok duyar olduk. Bu açıdan AK Parti, laik/seküler kesime de, muhafazakârlara da kötülük etmiştir. Bir kez daha ifade etmek gerekiyor ki, sorunumuz İslam’ın demokrasi ile bağdaşıp, bağdaşmadığı değil, tek tek muhafazakârların bireyselleşerek, önce kendi içlerindeki çoğulculuğu sonra da Türkiye içindeki çoğulculuğu veri alarak demokratlaşmaları ve devletin demokratikleşme mücadelesinin parçası olup olmayacaklarıdır. Muhafazakârların en büyük sınavı budur. Konuşmaya ve düşünmeye değmez mi?
İslam demokrasi ile bağdaşmaz mı?
Politikyol
AK Parti’nin siyasal pratikleri, seküler kesimde muhafazakârlara duyulan güveni zedelemiş ve “Biz size demiştik, muhafazakârlardan demokrat olmaz” cümleleri daha çok duyulmaya başlamıştır.
Türkiye gündeminde tartışmalar bitmiyor. Her gün birden fazla tartışma kamusal gündem oluyor. Daha kötüsü bu tartışmaların hiç biri de sonuçlanmıyor. Bir süre sonra yeniden gündeme gelen tartışma için kimimiz içimizden; “aaaa biz bu filmi görmüştük” diyoruz.
Diğer yandan Türkiye belki de tarihte hiçbir ülkeye kısmet olmayacak kadar zenginliklere sahip. Bu zenginlik; kültürden siyasete, kimliklerden cemaatlere kadar çok farklı alanlarda gündelik yaşantımızın içinde. Bunu bir şans ya da bir zaaf olarak algılamak ise bize kalmış bir tercih.
Bu kadar farklılığın ve zenginliğin sahibi bir ülkede doğal olarak, gündelik siyasete ilişkin tartışmaların ve kullanılan siyasi terminolojinin de zengin olması beklenir. Ancak bu zenginlik şimdiye kadar ne yazık ki ne terminoloji olarak ne de siyasi olarak ortak dil yaratma konusunda başarılı olmuş değildir. Bunda otoriter zihniyette şekillenmiş devlet-toplum anlayışının önemli bir etkisi olduğunu kabul etmekle birlikte, bu yapıya eleştirel bakmak, mesafe almak yerine bu yapıyı veri kabul eden siyasi partiler ve toplumun yani tek tek biz yurttaşların önemli sorumluluğu var.
Sonuç olarak bu yapı, bizi içinden çıkılmaz dar kimlik politikalarına ve çatışmalarına hapsetmektedir. Laik-İslamcı, Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi benzer kutuplaşmaları çoğaltmak mümkündür.
Türkiye bu dar kimlik çatışmalarının aşma konusunda 1980’ler sonu 1990’larda önemli bir fırsat yakaladı ama kullanmadı. Dahası AK Parti’nin son on yılı, iktidarı sürdürmek için bu kimlik siyasetini her alanda derinleştirmiş ve toplumsal fay hatlarını sonuna kadar harekete geçirmiştir.
Türkiye’de AK Parti deneyimi ile ortaya çıkan algı şudur; İslam-demokrasi ile bağdaşmaz.
Peki bu ne kadar doğrudur?
Bunun için önce iki kavramı tek tek ele alalım.
DEMOKRASİ
Demokrasi kavramından başlayalım.
Halkın kendi kendini yönetmesi olan demokrasi tarihin farklı dönemlerinde farklı anlam ve uygulamalarla hayata geçmiştir. Klasik Yunan kent-devletlerindeki doğrudan demokrasi uygulamasından bugüne farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde farklı uygulamalar olarak karşımızda çıkmıştır demokrasi uygulaması.
Ancak tüm bu farklı farklı uygulamaların hepsinin ortak bir noktası ise güç sahibi olanlara karşı toplumsal taleplerin sürekli var olmasıdır. Bu anlamda demokrasinin dönüşümü, devlet-sivil toplum arasında bir mücadeleye bağlı olmuştur. Bugün klasik demokrasinin yetersizliklerine karşı çoğulcu, katılımcı demokrasi arayışı da; aynı şekilde otoriter/popülist liderlerin demokrasiyi gereksiz bir mekanizma olarak görmesi de bu mücadelenin bir yansımasıdır.
Özetle tarih boyunca ne tek bir demokrasi tanımı var olmuş ne de daha çok demokrasi yönündeki talep ve mücadeleleri tarihsel bir mutlaklık içermiştir. Ve her toplumun demokrasi talebi ve demokrasi anlayışı sahip olduğu kültür üzerinden şekillenmiş ve var olan devlet-toplum ilişkisinin niteliği ve güç dengesine göre güçlü veya güçsüz olmuştur.
İSLAM
İslam, tüm diğer tek tanrılı dinler gibi ataerkil zihniyete dayanmaktadır. Yaratan ve yaratılış varsayımına dayandığı için canlıdan cansıza, Tanrıdan cansıza doğru toplumsal bir hiyerarşi kurar. İnsanlara düşen kendi iç dünyalarında yaratana yaklaşmanın yollarını aramaktır.
Kutsal metinlerin zaman içindeki farklı yorumları farklı yolları açmış, rehberlik ve rehbere biat kendiliğinden bir çoğulculuk üretmiştir. O yüzden farklı dini yorumların varlığı doğal olarak birbirinden farklı tarikat ve cemaatlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bu açıdan İslam dini bir değerler sistemidir, bir yönetim sistemi değildir. Seküler dünyaya nizam vermeyi değil ilahi olana ulaşmanın yolları konusunda ahlaki ilkeler önerir.
Bu açıdan İslam-demokrasi ikilemi çözümü olmayan bir karşılaştırma ve sonuçsuz bir tartışmadır. Dahası sorunludur da.
Özetle dinler kamusal alana değil özel alanı, demokrasi ise özel alanı değil kamusal alanla ilgilenirler.
AK PARTİ İLE KAÇAN FIRSAT
Bu açıdan dünyada klasik demokrasi krizi yaşanmaktadır. Demokrasi, klasik demokrasiden çoğulcu, katılımcı demokrasiye dönüşmektedir. Bu arayış iki ayak üzerinden yükselmektedir. Bunlardan biri demokrasinin teknik (salt oy verme), ikincisi de zihniyet (katılım, karar süreçlerinin arttırılması, alınan kararların denetlenebilmesi, şeffaflık) yönüdür.
Demokrasinin bu şekilde dönüştüğü bir süreçte İslam adına birilerinin çıkıp “Gerçek İslam”ı biz temsil ediyoruz ya da “en Müslüman biziz” söylem düzeyinde mümkün olsa da teorik olarak mümkün değildir. Hele hele Türkiye ile yetinmeyip, tüm dünya Müslümanlarını temsil etme, onlara siyasi liderlik etme hayali büyük bir yanılgıdır.
Yorumlar