Cuma, Nisan 19, 2024

İran ve Suudi Arabistan ilişkilerinde yine yeni yeniden başlangıç

Suudi Arabistan ve İran arasında ikili ilişkilerin yeniden başlaması Orta Doğu’nun gergin siyasetine istikrarın gelmesinde önemli bir adım olabilir. Yemen, Suriye ve Irak’ın yanında Filistin’de de barışa yönelik gelişmeler yaşanabilir.

İran ve Suudi Arabistan’ın ilişkilerini yedi yıl aradan sonra yeniden başlatması gerek iki ülke ilişkileri gerekse Orta Doğu için önem arz etmektedir. İki ülke Orta Doğu’da birbirine rakip olup bölge liderliğine oynamaktadır. Ayrıca Orta Doğu’da İsrail’in entegrasyonunu İran’ın ise izolasyonunu hedefleyen paradigma değişikliği mevcuttur. Riyad-Tahran yakınlaşması ise bu paradigmanın da değişebileceğini, eski “düzenin” yeniden uygulamaya konulabileceğini göstermiştir. Özellikle Yemen, Suriye, Filistin ve Lübnan’daki gerilimlerin/çatışmaların hafiflemesi Riyad-Tahran normalleşmesi ile gelebilir.

İran ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkiler 2016’da kesilmiştir. Şii din adamı Nimr el Nimr’in Suudi Arabistan’da idam edilmesinden sonra Tahran’daki Suudi Arabistan büyükelçiliği saldırıya uğramış ve Riyad, diplomatik ilişkileri kesme kararı almıştır. El Nimr, Suudi Krallığı’nı eleştiren bir isim olup hükümet karşıtı protestoların merkezinde yer almıştır. Riyad, saldırıdan sonra ilişkilerin kesilmesine gerekçe olarak İran’ın büyükelçiliği koruyamamasını göstermiştir. Suudi Arabistan’ın bu kararını Bahreyn ve Sudan da izleyerek İran ile diplomatik ilişkilerini kesmiştir.

İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesi yedi yıl boyunca yapılan görüşme turlarının bir sonucudur. Irak ve Umman da iki ülke arasında arabuluculuk faaliyetlerini yürütmüştür.  Andlaşmaya göre belli bir süreden sonra büyükelçilikler karşılıklı olarak açılacaktır.

İki ülke gerek iç gerekse dış politikalarında aralarındaki rekabeti kullanmıştır. İran ve Suudi Arabistan’ın Orta Doğu’daki rekabeti özellikle mezhep farklılığı üzerinden okunabilir. Bölgede etki alanlarını genişletmek hem Riyad hem de Tahran tarafından amaçlanmaktadır. Rekabet devam ederken ilişkilerin yeniden başlatılması kararının alınması ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerde açıklanabilir.

Örneğin İran’ın dış politika ilkelerinden/söylemlerinden biri monarşi karşıtlığıdır, anti-emperyalizmdir. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın dış politika önceliklerinden biri sadece Krallığın değil Körfez’deki monarşik yapıların da korunması olmuştur. Ayrıca Riyad, Washington ile ilişkilerinde görüş ve anlayış farklılığının olabileceğini göstermek istemiştir.

Bunun yanında Suudi Arabistan’da Şii nüfusunun olması Riyad-Tahran rekabetini ve gerginliğini farklı bir noktaya koymaktadır. Ülkenin doğusunda bulunan Şii nüfus 2012 yılında olduğu gibi dönem dönem protesto gösterileri düzenlemektedir. Riyad en ufak bir protestoyu terörle ilişkilendirmektedir. Bu tip hareketlenmeler ikili ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur.

Keza 2012’de de ilişkilerde gerginlik yaşanmıştır. Bu tip söylem ve politikalara rağmen iki ülkenin Çin’in arabuluculuğunda andlaşma zemininde buluşması daha önemli ve farklı konuların masada ele alındığına işaret etmektedir. Diğer taraftan gerek Suudi Arabistan’dan gerekse İran’dan yapılan açıklamalarda ilişkilerin başlatılmasının iki ülke arasındaki tüm pürüzlerin ve sorunların sona erdiği anlamına gelmediği vurgulanmaktadır.

Uluslararası yaptırımların hedefinde olan İran aynı zamanda uluslararası izolasyona maruz kalmaktadır. 2015 tarihli nükleer anlaşmanın akıbeti merak konusudur. ABD eski başkanlarından Barack Obama döneminde imzalanan anlaşma ile İran, nükleer tesislerini ve dolayısıyla nükleer programını uluslararası denetime açarken karşılığında İran’a uygulanan yaptırımlar süreç içinde kaldırılacaktır.

Diğer bir ifadeyle, İran’ı uluslararası sisteme yeniden entegre ederek nükleer faaliyetleri uluslararası denetim altına alınmak istenmiştir. Obama’nın diplomatik faaliyetlerini öne çıkaran Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP), Donald Trump’ın Amerikan başkanlık koltuğuna oturmasıyla büyük yara almıştır çünkü Trump ABD’nin çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesiyle KOEP’ten ülkesini çekmiştir. Mevcut Amerikan yönetimi ise KOEP’e geri dönmeyi masada tutarken İran ile müzakereler gündemde yer almaya devam etmektedir.

İran, nükleer programı ve aylardır düzenlenen rejim karşıtı gösteriler sebebiyle uluslararası baskı altına alınmasına bölgedeki varlığını güçlendirerek cevap vermek istemiştir. Orta Doğu’da yalnız kalmamak adına Riyad ile ilişkileri başlatma politikası izlemiştir. Bunun yanında Rusya’ya Ukrayna’da kullanılmak üzere SİHA temin etmesi, yüzde 84 oranında uranyum zenginleştirdiğinin ortaya çıkması dolayısıyla nükleer silah geliştirmeye yaklaşması gibi sebeplerden dolayı maruz kaldığı uluslararası baskının arttığı unutulmamalıdır.

Suudi Arabistan, ABD ile olan ilişkileri gibi farklı nedenlerden dolayı İran ile ilişkileri başlatma kararı vermiştir. Özellikle Joe Biden yönetiminin Orta Doğu’daki politikaları Riyad’ın Tahran ile ilişkileri başlatma nedeni olmuştur. Washington’ın politikalarından Suudi Arabistan memnuniyet duymamaktadır.

Dolayısıyla Krallık, Washington’dan bağımsız bir dış politika izlediğini göstermek istemektedir. Riyad, Orta Doğu’nun liderliğine oynarken içeride Muhammed Bin Selman liderliğinde bir dizi “reform”a imza atmaktadır. Değişimin kozmetik mi olup olmayacağı tartışılırken İran ile ilişkileri başlatma kararı Riyad yönetiminde değişimin olduğunu göstermektedir.

İsrail’in Orta Doğu’ya entegrasyon hedefine Suudi Arabistan’ı dahil etmeyi istemesi ve bunu yaparken de İran karşıtı cephenin oluşturulması politikasının şimdilik başarısız olduğunu ifade etmek mümkündür.

Riyad-Tahran yakınlaşması yukarıda da belirtildiği üzere İran karşıtı yeni paradigmanın uygulanması sürecinde gerçekleşmiştir. İsrail’in entegrasyonunun başlıca hedef olduğu bu konjonktürde İran ve Suudi Arabistan’ın ilişkileri başlatma kararının Tel Aviv için ne anlama geldiği açıktır. İsrail’in Orta Doğu’ya entegrasyon hedefine Suudi Arabistan’ı dahil etmeyi istemesi ve bunu yaparken de İran karşıtı cephenin oluşturulması politikasının şimdilik başarısız olduğunu ifade etmek mümkündür.

Trump yönetimi, İran karşıtı cephenin oluşturulması için adım atmış; “barış planı”nı açıklamış ve bu plan uyarınca Orta Doğu’da ve hatta Afrika’da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bahreyn, Birleşik Arap Devletleri, Fas ve Sudan İsrail ile ilişkileri başlatma antlaşmalarına imza atmıştır. İbrahim Antlaşmaları, İsrail’i Arap politikalarına entegre etmeye çalışırken İran’ı bölgede yalnızlaştırmayı amaçlamıştır. İsrail ile ilişkilerinin başlatılması Filistin-İsrail sorununun çözümünü beklememiştir.

Dolayısıyla Trump’ın dediği gibi “yeni gerçeklik” fiiliyata geçmiş ve İran’ın Orta Doğu ülkelerinin başlıca düşmanı olduğu tezi zımnen kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle BM Güvenlik Konseyi’nin 1967 tarihli 242 sayılı, 1973 tarihli ve 338 sayılı kararlarına dayanan “barış için toprak” ilkesi çiğnenmiş ve buna dayalı paradigma değişmiştir.

Söz konusu kararlara ve yerleşik uluslararası teamüle göre Filistin devletinin kurulması, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ile Arap devletleri İsrail ile ilişkilerini başlatacaktı. Mevcut durumda ise Filistin-İsrail sorunu çözümden bir hayli uzak olup; şiddet dalgasının bir sarmal haline gelmesinden endişe edilmektedir.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu için İran ve Suudi Arabistan yakınlaşması oldukça olumsuz bir gelişme olmuştur. Özellikle İsrailli muhalifler tarafından tablo, başarısızlık olarak değerlendirilmektedir. Bu noktada Netanyahu’nun İsrail-Filistin barışının Suudi Arabistan’dan geçtiğini ifade etmesi hatırlanmalıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere Netanyahu İran karşıtı cepheye Suudi Krallığı’nı da çekmeye çalışmamış fakat başarılı olamamıştır.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu için İran ve Suudi Arabistan yakınlaşması oldukça olumsuz bir gelişme olmuştur. Özellikle İsrailli muhalifler tarafından tablo, başarısızlık olarak değerlendirilmektedir.

İran ve Suudi Arabistan’ın yakınlaşması bir ilki teşkil etmemektedir. Öncesinde de ilişkiler kopmuş ve sonrasında diplomatik ilişkileri başlatma, normalleşme adımları atılmıştır. Örneğin kesilen ilişkiler 1991’de yeniden başlamıştır. Neticede karşılıklı olarak büyükelçilikler açılmıştır. İki ülkenin önceliklerinin değişmesi bu sonuçta etkili olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Irak’ın Kuveyt’i işgali Tahran’ın da Riyad’ın da güvenlik algılarını ve çıkarlarını değiştirmiştir. Öncelikli tehdit Irak olmuştur.

Dönem dönem yaşanan gerginliğe, İran’ın 2005’te nükleer programa başlamasına rağmen gerek Tahran gerekse Riyad ilişkilerde temkinli davranabilmiştir. Bu bağlamda 11 Eylül terör saldırılarından sonra Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkilerinin bozulduğunu hatırlamak gerekmektedir. “Tahran Baharı” mimarı olarak adlandırılan bir dizi reformlara imza atan Muhammed Hatemi döneminde aynı zamanda 1998 ve 2001 yılları arasında iki ülke arasında güvenlik antlaşmaları imzalanmıştır.

Sonuç olarak, ikili ilişkilerin yeniden başlaması Orta Doğu’nun gergin siyasetine istikrarın gelmesinde önemli bir adım olabilir. Yemen, Suriye ve Irak’ın yanında Filistin’de de barışa yönelik gelişmeler yaşanabilir. Örneğin Filistin sorununda ağırlığa sahip olan Riyad, Filistin’deki iki başlılığı çözmekte adım atabilir. İran’ın da Hamas üzerindeki etkisi düşünülünce Filistin’deki uzlaşı için Riyad ve Tahran’ın işbirliğine girebileceği düşünülmektedir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI