İlhan Cihaner: FETÖ ve benzer yapılarla sahiden adil, sol, sosyalist, sosyal demokrat kesimler baş edebilir

Türkiye’de Adalet Yürüyüşü sonrası muhalefeti ve Türkiye’nin ‘adalet’ arayışını CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner ile konuştuk.

Adalet Yürüyüşü’nün ortaya çıkardığı fırsatları, barındırdığı risklerle beraber değerlendirmek gerektiğini ifade eden Cihaner, yürüyüşün dünya siyasi tarihine geçecek bir eylem olduğunu söylüyor.

Kılıçdaroğlu’na yönelik operasyon tartışmalarına ilişkin böyle bir durumu öngörmediğini söyleyen Cihaner, “Kılıçdaroğlu’nun özgürlüğünün kısıtlanmasına gidecek bir süreci başlatmak için aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir. Ondan sonra Türkiye’nin dikiş tutması mümkün olmaz.” dedi.

-Siyasi kapsamda ‘Adalet Yürüyüşü’nün bir ağırlığı oldu mu? Bundan sonraki sürece nasıl etkisi olacak?

Adalet Yürüyüşünün olağanüstü bir siyasi eylem olduğu tartışmasız. Dünya siyasi tarihine geçecek bir eylem olduğuna dair hiç bir tereddüt yok. Ancak, bu yürüyüşe karar verildiği anda da söylediğim gibi, eylem, ancak politik bir hedefin realize edilmesi için bir araçtır. Eylem, başlı başına siyasi bir amaç olamaz. Bu, ancak bir takım romantiklerin, STK’ların benimseyebileceği bir şeydir. Eylem, tutarlı, bütünlüklü bir politik tutumun parçası olması halinde değerli olur. Adalet yürüyüşünün bu anlamda bir eylem olarak, üstelik çıtayı baya yukarı koyan, dünya siyasi tarihine geçecek bir eylem olduğu tartışmasız. Ancak bu, bir politik hedefe yönelmezse o zaman artı yerine eksi getirecek bir şeye dönüşebilir. Adalet yürüyüşünün ortaya çıkardığı fırsatları, barındırdığı risklerle birlikte değerlendirmek lazım.

Yürüyüşü belli eksenlerde değerlendiriyorum. Birincisi, Türkiye geneline, Türkiye siyasetine ne ifade ettiği. Bu da, destekleyenler ve karşı çıkanlar ekseninde ele alınabilir. Bir diğeri, Türkiye’nin adalet-özgürlük-eşitlik mücadelesinde nereye oturuyor? Nasıl potansiyeller barındırıyor? Bunlardan belki de daha önemli olansa, CHP ile ilişkisi. CHP için nasıl avantajlar, olanaklar, dezavantajlar ve riskler barındırıyor. Bu eksenlerde değerlendiriyorum. “En önemlisi CHP ile olan ilişkisi” dememin gerekçesi de, bu eylem, her şeyden önce CHP Genel Başkanının kararı ile ortaya çıktı. Ayrıca, kim ne derse desin, eyleme katılan ağırlıklı kitle CHP tabanındandı. Bu eylemi CHP açısından önemli kılan bir diğer unsur da, tam da kurultay, il ilçe kongreleri ve belediye seçimleri öncesine gelmiş olması.

Türkiye’de adalet, özgürlük, emek mücadelesi verenler açısından düşünecek olursak, bu yürüyüş, tam da herkesin yıldığı, bıktığı umutsuzluğa kapıldığı bir anda bir cesaret ve umut aşıladı. Sanıldığı kadar insanların sinmediğini, yılmadığını ortaya koydu. Bu anlamıyla eylemin tamamına erdiğini düşünüyorum. Özellikle mitingle birlikte bu gerçekleşti. Eylemin kararının alınıp, Güvenpark’tan çıkıldığı anda marjinal fayda ortaya çıkmıştı. O artık, elde edildi. Tabii bir toplam da karşı çıktı bu eyleme. Ama adalet talebi, adalet beklentisi, çok sadeleştirilmiş bir taleptir. Bu anlamda politik bir kavganın unsuru olmaya elverişli de değil. Siyasi partilerin kavgasını verebileceği kristalize olmuş politik bir tutumun parçası olabilir ama onun nihai hedefi olamaz. Ama çok sadeleştirilmiş ve kimsenin karşı çıkamayacağı bir talep olduğu için karşı çıkışlar çok güçlü olmadı. En fazla karalamaya çalıştılar, yıldırmaya çalıştılar. “Asıl adaletsizliği yapanlar sizsiniz vs.” dediler. Doğrudan doğruya adalet kavramının karşısına çıkabilecek bir argüman bulamadılar. Bulamazlar da zaten. Çünkü adalet insanlığın var olduğu günden bu yana, her zaman olacak olan, tamamlanması mümkün olmayan bir ideal. O ideali gündeme getirdiğimizde ise kimse, “ben burada adaletsizlik istiyorum” diyemez. Bu hem adalet talebiyle ortaya çıkanların avantajı, hem de karşı çıkanların dezavantajı oldu.

Yürüyüş güzergahı boyunca yabana atılmayacak bir AKP seçmeni desteği de gözlemledik. Kayda değer bir saldırı, eleştiri vs. görülmedi. O yüzden bu talebe eleştirel yaklaşanların da bir etkisinin olduğunu sanmıyorum. Onların politik performanslarını göz önünde bulundurduğumuzda bundan dersler çıkaracaklardır.

-Adalet gündemi ile ilgili epey bir tartışma yaşandı. Şu an, CHP bundan sonra ne yapacak diye tartışma yürütülürken, adalet kurultayı kararı alındı. Buna ilişkin düşünceniz nedir? Bu kurultaya bakışınız nedir? Sonrasında da nasıl götürülmeli bu süreç?

Doğrusunu söylemek gerekirse biraz eleştirel yaklaşıyorum bu süreçlere. Biz bir siyasi partiyiz. Siyasi partilerin de memleketin sorunlarına dair, tahlil ve çözüm setleri olur, programları olur. Siyasi parti bu çerçevede örgütlenmiş bir yapıdır. Bunu, özellikle referandumdaki %49’un bir blok olarak okunması ile başlayan ve siyasi partilikten adeta istifa etmiş bir gidişat olarak görüyorum. Parti bayraklarının, flamalarının olmaması referandumda belki anlaşılabilir bir şeydi. Ama düşünün, siz dünya siyasi tarihine geçecek bir eylemin motor gücüsünüz, başlatıcısısınız ve bunu partiye mal etmiyorsunuz. Bunda ya bir özgüven sorunu var ya da partinin topluma siyasi alternatif olamayacak bir geçmiş olumsuz bagajı olduğunu düşünüyorsunuz. Her ikisi de kabul edilebilir değil, ölümcül hatalar.

Ayrıca orada, CHP’nin flama-bayrak bulundurmaması, mitinge destek veren değişik kesimler tarafından farklı okundu. Sol-sosyalist kesimlerin okuması farklıydı: Daha kapsayıcı olma, bir araya gelinip daha doğru bir yerden etkileşim anlamında doğru bulundu ama mitinge destek veren muhafazakar kesimler muhtemeldir ki, CHP ile ve CHP sembolleriyle yan yana gelmekten imtina ettikleri için, bunun hesabını kendi tabanlarına vermekte zorlanacakları için CHP böyle bir tercih yapmış oldu. Tam burada bir rahatsızlık var. Böyle bir mitinge destek veriyorlar. Bir yandan da destek verdiği mitingin en güçlü taşıyıcısı olan kitlesine böyle bir yaklaşım içinde bulunuyorlar. O zaman CHP’nin, bu rahatsızlığı, “Siyasi programımıza nasıl çekeriz?” “Nasıl ikna ederiz” meselesini düşünmesi gerekiyor. Ancak burada parti, parti olmaktan istifa ediyor. Bunun üzerine Adalet Kurultayı’nda da parti sembolleri olmayacak. Oysa CHP’nin tam da çözüm setini temas kuramayacağını düşündüğü kitlelerle paylaşması için bundan daha büyük bir fırsat olabilir mi? O zaman siyasi parti olmayalım. Platform olalım. Böyle bir şey yok. CHP, kurtuluşun, kuruluşun ve Türkiye’de eşitlik özgürlük adalet mücadelesi veren ve bir çok kişinin şu anda sırtını dayadığı bir parti. Tabi ki eleştirilecek çok şey olabilir. Bunlar ayrı bir şey. Ama siz kalkıp, partiyi topyekün sembolize eden simgelerden arındırırsanız, gidişat sizin ikna etmek istediğiniz kesimlerden size doğru değil, sizden onlara doğru gider. Bizim tabanımız, çok farklı bir politik taban haline geliyor. Bu tersinden bir endoktrinasyondur. Onun için bir an önce CHP’nin karar vericilerinin akıllarını başlarına toplayıp parti olduğunu hatırlamaları lazım. Bu partinin tabanındaki insanlar, iki kuşaktır, kuruluş, tek parti döneminden sonra hiç iktidara gelmemiş. Sürekli eleştirilmiş, buna rağmen bu partiyi bırakmamışlar. Şu anda tarihsel olarak haklılıkları ortadayken, tam da bir politik özne olarak ortaya çıkıp, siyasete müdahale edebilecek dinamikleri içinde barındırıyorken, tam tersi bir şekilde “ben parti değilim” demeyi aklım almıyor.

-Bunun arka planında şöyle bir şey söyleniyor. Artık, bu son referandumla birlikte siyasal konjonktür değişti. Dolayısıyla, herkesi kucaklayacak bir siyaset izlemek lazım. Bu muhtemelen 2019’a hazırlık olarak giden bir süreç.

Beni korkutan da bu. 2019’a bu kabulle gidilirse, bu ikinci bir çatı aday faciası anlamına gelir. Yeni bir hukuki durum var. Öncesindeki cumhurbaşkanının sembolik ve hakem pozisyonu gereği, o zamanki cumhurbaşkanı profili başka bir şeydi, şimdiki başka olacaktır. Tüm kitleyi kapsamak, kişiler üzerinden olmaz. Tam tersine şu an, tüm kitleyi kapsamayan, çok farklı politik çıkarların, minimal anlamda bir araya gelebileceği %49 üzerinden siyaset yapılıyor. Siyaset toplumun yüzde yüzünü kapsamak için yapılır. Orada da temel çelişkileri göz önünde bulundurursunuz. Nedir bu temel çelişkiler? Türkiye’nin barış talebi. Barış herkesi ilgilendiren bir taleptir. Referandumda evet vereni de hayır vereni de kapsar. Ya da emeğe yönelik çelişkiler. Emekten yana bir politika izlerseniz, bu, sanayide çalışan, yol boyu Rabia işaretiyle Adalet Yürüyüşü’nü protesto eden insanı da kapsar. Orada olsa bile onu kapsar. Sen dersin ki, “ben senin yoksulluk sınırı altında aldığın asgari ücreti insani bir seviyeye çekeceğim”. Bunu dediğin anda onu kapsarsın. Tüm demokratik mücadele veren insanların iki şeyden kurtulması lazım; Bir, referandum sonucu bir başarı değildi. İkincisi, Adalet Yürüyüşü, sihirli bir değnek değildi. Politik bir programa monte edilirse, tüm siyasete müdahale edebilirsiniz. Hedefim o bloğu bir arada tutmak derseniz baştan kaybedersiniz. Bu blok çatırdamaya başlar. İdam tartışmaları olduğu zaman, Meral Akşener ve etrafındaki kişiler evet mi diyecek hayır mı diyecek? Biz ne diyeceğiz? CHP’nin idam cezasına destek vermesi herhalde düşünülemez. Bunun dışında, örneğin müftü nikahı tartışmaları başladığı zaman, çok farklı şeyler söylenmeye başlandı. Bunlar, zaman içerisinde daha da artacaktır. Dolayısıyla, tam da dünyadaki gelişmeler orayı işaret ediyorken (Corbyn, Sanders, İtalya’da 5 yıldız hareketi, Podemos, Syriza) bizim yeniden siyasetin ve tarihin temel çelişkilerini esas alan bir güncellemeyle, bu Adalet Yürüyüşü dinamiğini bir parti programı olarak gündeme almamız lazım.

Tabi ki, siyaset ittifaklar siyasetidir. Tabi ki siyaset kimseyi dışlamak amacıyla başlamaz. Ama Türkiye’nin temel meselelerini ortaya çıkacak enerjiyle çözecek bir perspektif koymak yerine, kişiler üzerinden ya da politik bir iddiaya dönüştürülmesi her zaman kolay olmayan çok kapsayıcı geniş kavramlar üzerinden kurarsanız sonuç alıcı olmaz. Bir platform ya da STK etkinliği haline dönüşür parti.

-Sizin söylediğiniz esasında bir siyasal programın kitlelerin önüne konması gerekliliği. 2019’a CHP’nin kafasında bir kişiyle gitmesi değil, toplumsal sorunları çözecek bir programla gitmesi mi gerekiyor?

Bunun sadece 2019 hedefi olması da şart değil. Bazı lokal iktidarlar, lokal müdahaleler yapma olanağına zaten sahip bir partiyiz. Eğer bizim partinin belediyelerinin ana sosyal belediyecilik faaliyeti sadece umre ziyaretleriyle iftarlara sıkışmışsa, bu biraz önce bahsettiğim o alanda kendi çözüm setinizi topluma benimsetmek yerine zaten var olan iktidardan yana bir siyasi iklimi yeniden üretiyorsunuz demektir. Kentleşme politikalarınız, AKP’li belediyelere alternatif oluşturabilecek ‘kentsel dönüşüm’, ‘yerinde dönüşüm’ gibi konularda hiç bir farkınız yoksa, o zaman ben bu iktidarı niye elde ediyorum sorusunun yanıtını vermeniz lazım. Buralardan başlayalım. İlla 2019’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini hedef almak yerine, hala devam eden sorunlarımızı çözelim. Bakın AKP, referanduma giderken, “evet çıkarsa Türkiye’nin terör sorunu bitecek” dedi. Ama bitmedi. Referandumdan sonra 100’ü buldu şehit asker ve polis sayısı. Suriyeli göçmenler sorunu ortada duruyor. Bu sorunlar, “şu adamı yanıma alırım”, “şu benimle olursa ben bu oyu alırım” mantığıyla çözülmez. Bu da, bölünmüş toplumda, kişisel yandaşlıklar ve karşıtlıklar üzerinden siyasetin kurulması anlamına gelir ki, başarıya ulaşmaz. Dolayısıyla 2019’u beklemeden de Türkiye’nin sorunlarına dair çözümler sunmamız, adalet yürüyüşü ile başlayan dinamizmi politik bir programa entegre etmemiz gerek. O konuda da maalesef fazla sinyal almıyoruz.

-Cumhurbaşkanı, Adalet Kurultayı ile ilgili, “2-3 gün toplanın ne yapıyorsanız yapın” dedi. Sanki bir lütuf veriyormuş gibi bir izlenim ediniliyor. AKP’yi bu süreçte nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP bir parti falan değil. AKP, mevcut iktidar ilişkilerinin devam ettirilmesi için bir araya gelmiş, bir çoğu geçmişindeki Fethullahçı performansları nedeniyle teslim alınmış, bir çoğu inanılmaz maddi rant ilişkileri içerisinde oraya bağlanmış garip bir organizasyon. Dolayısıyla, iktidardan ziyade belki de Erdoğan demek lazım. Erdoğan’ın siyaset anlayışı da, insanının binlerce yıllık birikimini sıfırlayan, hak kavramını içselleştirmemiş, iktidarda kim varsa onun lütfuyla insanların hak ve özgürlüklerini yaşadıklarını düşünen, hatta yaşamalarının dahi onun lütfuyla olduğunu düşünen bir siyaset anlayışı. Ya da narsisistlik. Belki totaliterliği açan bir idare tarzı ve bakış açısı. Bu nedenle orayı çok fazla önemsemiyorum ben. Orada nihayetinde böyle bir karar alındı. Zaten mücadele ettiğimiz de bu anlayış. İnsanların binlerce yıllık kazanımıyla elde ettiği kazanımları sıfırlayan, muhalefeti sadece, Meclis’te nafile önerge veren, “tarihe düşülen notlar”a indirgeyen bir yaklaşım. Ama partinin bu açıklamadan sonra geri adım atma gibi bir durumu yok. Muhtemeldir ki program yapılacak. Erdoğan, “2-3 gün arkadaşlar izin verecek” gibi, sanki memlekette onun onayı olmadan bir şey oluyormuş gibi, bilgisi yokmuş gibi konuşuyor. Çok ciddiye almıyorum o taraftan yapılan açıklamaları. Önemli olan, bunun eşitlik, özgürlük, demokrasi ve adalet mücadelesine en fazla nasıl katkı sağlayacağı. Partiye nasıl katkı sağlar? Buna kafa yormak lazım.

-FETÖ mağduriyeti ile ilgili ilk akla gelen insanlardansınız. AKP medyasında sürekli FETÖ-Kılıçdaroğlu ile ilişkilendiriliyor. En son Osman Baydemir, “Kılıçdaroğlu’nu tutuklarsa şaşırmayın” dedi. Böyle bir süreç partinin karşısına çıkabilir mi?

Gelebilir demek, bunu normal koşulların sonucudur gibi algılamak olur. Böyle bir şey tabi ki kabul edilemez. Siz kesintisiz, siyasi gelenek olarak 50 yıldır iktidarda olacaksınız. Bunun son 15 yılı doğrudan doğruya tek adamın belirleyiciliğinde geçecek. Asıl güçlerini oluşturdukları, yığınaklarını yaptıkları yargı ve ordunun ele geçirilmesinde doğrudan doğruya sizin imzanız olacak. Sonra da soyut, delilsiz bazı gerekçelerle faturayı başkalarına çıkarmaya çalışacaksınız. Bu olacak şey değil. Adalet Bakanlığı’nın belirleyiciliğinde yapılan sınavlarda, yüksek yargıç atamalarında, önceki HSYK’da, çok net bir Fethullahçı yapı ortadayken kalkıp muhalefete bunu fatura çıkarmak, psikolojideki yansıtma kavramına uyar.

Türkiye’nin dinamikleri çerçevesinde de, Kılıçdaroğlu’nun özgürlüğünün kısıtlanmasına gidecek bir süreci başlatmak için aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir. Ondan sonra Türkiye’nin dikiş tutması mümkün olmaz. Böyle bir şeyi öngörmüyorum. Tabi ki Fethulahçı yapıyla da mücadele edilmesi çok önemli. Fethullahçı yapının, AKP başta olmak üzere sağ ile ilişkisi açık bir işbirliği, solla olan ilişkisi ise en fazla sızmak ve sızmaya çalışmak şeklinde olmuştur. Adamlar böyle çalışıyor. Kendisini CHP’li gibi gösteriyor. Yıllardır uyuyan bir hücre olarak devam ediyor. Sonra anlaşılıyor ki, Fethullahçıymış. Ben CHP’nin bir kurultayını hatırlıyorum. PM’ye aday olan bir kişiyle ilgili, sadece bir dedikodu çıktı, bu kişinin Fethullahçıların avukatı olduğu ile ilgili. Onun yanlış olduğu da ortaya çıktı. O anda neredeyse seçilemeyecek kadar geriledi. CHP’nin böyle bir örgütsel yapısı vardı. Bu tarz kimliklerini ortaya koyarak CHP’de devam eden bir figür de yok. Yanlış açıklamalar olabilir. Yanlış yorumlanacak şeyler olabilir. Muhalefettesiniz, devletin elindeki olanaklar ve bilgi setleri sizin elinizde yoktur. Tutumunuzun görünür ilkeler çerçevesinde sonradan yanlış olduğu ortaya çıkabilir. Tümünü toplasanız, AKP’li bir bakanın günahı kadar etmez. Bence burada, kontrollü darbe söylemini, mağdur söylemini revize etmemiz lazım. Anlaşılıyor ki, bizim, ‘darbenin gelişimindeki sorular’ olarak ortaya koyduğumuz şeyler, AKP’nin elindeki propaganda aygıtıyla geniş kesimler açısından sanki Fethullahçılık tehlikesi yoktu gibi algılatılıyor. Bu geri döndürülemez bir algıysa, bunu revize etmemiz lazım. Ya da mağdur diyince, örneğin barış için akademisyenleri kastediyorsunuz ya da haksızlığa uğrayan insanları kastediyorsunuz ama sadece mağdur eksenli bunu söylediğiniz zaman, KPSS’de hile yapıpı kamuya giren Fethullahçıları da o kefeye koymuşsunuz gibi bir algı oluşabiliyor. Bu konuda daha dikkatli bir dil tutturmamız lazım.

Fethullahçı yapı ile mücadele çok kötü gidiyor bir kere. İktidar bu yapı ile mücadele azminde ve yeteneğinde değil. Çünkü, geçmişlerinde çok fazla ilişkilenme var. Artık Tayyip Erdoğan, bu Fethullahçılık suçlamasını bir yönetme modeli olarak, elverişli bir araç olarak görüyor. Şu anda Fethullahçılıktan tutuklanıp 3 kez ağırlaştırılmış hapisle yargılanan adamla Bakanlık yapan adam arasında eylem bazında bir fark yok. Sadece Erdoğan’ın bir işaretine bakar onun sanık yapılması. Onu sanık yapmak yerine yanında tutup, kontrolünü elinde tutarak, bu korkuyla çok güzel yönetebiliyor. Sermaye ve parti açısından bunu yapıyor. Şu anda, Fethullahçılık meselesinde yargılayan ve yargılanan arasında bir fark kalmamışsa bu iş, son derece keyfi olarak ele alınıyor demektir.

Oradaki risklerden birisi, 17-25 Aralık’ın referans olarak alınmış olması başlangıç olarak. İkincisi, Fethullahçıların kamuya sızma ya da hukuku ihlal etme eylemleri bazında değil de AKP ile çatışmaları bazında tehdit olarak algılanmış olması. Bakarsanız benzer bir sürü yapı var şu anda. Muhafazakarların bakış açısıyla bakılırsa, Fethullah Gülen’in safsatalarını şimdi farketmiş görünüyorlar. Fethullah Gülen cinlere şöyle diyormuş, kendini mehdi sanıyormuş. Öyle başka bir sürü figür var şu anda. Kamuda onlar yerleşiyor. Diyelim ki İsmail Ağa Cemaati, kamuda Fethullah Gülen gibi kadrolaştığında ne yapacak? Nasıl bir Türkiye önerecek bize? Demokratik, eşit, laik bir Türkiye mi var onun kafasında siz ona destek veriyorsunuz? O güce eriştiği zaman o da aynı şeyleri yapmaya çalışacaktır. O da pilotlar kendine bağlı olsun isteyecektir. Dolayısıyla AKP’nin Fethullahçı yapılanmayla baş etmesi mümkün değil. Bu ve benzer yapılarla sahiden adil, sol, sosyalist, sosyal demokrat kesimler baş edebilir.

Türkiye’de yaşananlar bir kaç kuşağı etkileyebilecek bir sorun. Almanya’da Nazi döneminde yaşanan travmaların etkisi uzun süre devam etti. Türkiye’deki durum çok daha fazla. Siz kamudaki görevlilerle ilgili bir perspektif ortaya koydunuz ama okullar var. Üniversiteler vardı. Bunlarla kriminal süreçlerle, gözaltına alarak, tutuklayarak baş edemezsiniz. Bunun adli boyutu var, sosyolojik boyutu var, ekonomik boyutu var. Dolayısıyla hem adil olacaksınız, hukuk kuralları içerisinde yapacaksınız, hem de etkin olacaksınız. Böyle seramonik bir şekilde halkın önünden geçirmenin, tulum giydirmenin zerre katkısı yok. Tam tersi, ilerde bu süreçlerin hukukiliğinin tartışılıp, buradan mağduriyetler çıkmasına sebep olacaksınız. O nedenle, hukuk içerisinde, adil ama etkin bir mücadele şart. Şu anda AKP o vizyondan çok uzak görünüyor. O nedenle Türkiye’de iktidarın değişmesi gerekir.