Cumartesi, Nisan 20, 2024

İktidar sokak röportajlarından neden korkuyor?

Otoriter rejim baskısı nedeniyle çekinen seçmenler kendi gibi vatandaşların sokakta rahatlıkla hükümeti eleştirdiklerini gördükçe cesaret kazanıyor. Adeta otoriter rejimin inşa ettiği korku duvarları yıkılıyor.

Yaklaşan Merkez Bankası faiz toplantısı öncesinde piyasalarda oluşan belirsizlik ortamı gün içinde doların Türk lirası karşısında hızlıca değer artışı sağlamasına yol açtı. Özellikle Ekim sonundan beri Türk lirası dolar karşısında büyük oranda değerini yitirirken, oluşan olumsuz ekonomik tablo enflasyon ve fakirlik oranlarında ciddi bir yükselişi de beraberinde getirdi.

Demokratik bir ülkede iktidarın yanlış politikaları nedeniyle yaşanan ekonomik krize sivil toplum ve muhalif örgütlerden sert tepkiler tepkiler gelir. Ne yazık ki, özellikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiği tarihten beri yaşanan otoriterleşme nedeniyle artık ne sivil toplum ve meslek odalarından ekonomik durum hakkında eleştiriler duyuyoruz, ne de böyle tepkileri yayınlayabilecek bağımsız medya sektörü kaldı.

Devlet kurumları üzerinde kurduğu kişisel hakimiyet sayesinde Erdoğan yönetimi artık kendini büyük oranda toplumdan gelen tepkilerden soyutlamış durumda. Dolayısıyla iktidar sorunları çözmek yerine, o sorunların algılanış şeklini kontrol etmeye çalışıyor.

KRİZİN FATURASINI BAŞKA AKTÖRLERE ÇIKARMA STRATEJİSİ

Bu plan doğrultusunda bir taraftan yüksek enflasyonun sorumlusunun hükümetten ziyade toptancılar ve süpermarketler olduğu algısı iktidar medyası tarafından düzenli olarak işleniyor. Bu çizginin muhalif seçmenleri ikna etmesi tabii ki mümkün değil. Fakat muhalif medyanın büyük oranda sesinin kesilmesi sayesinde en azından eleştirel haberlerin önü kesilerek tepkinin hükümete yönelmesi engellenmek isteniyor. İktidar açısından krizin dar gelirli vatandaşlar üzerinde yarattığı olumsuz etkileri bertaraf etmek için gereken kamu kaynağının çok cüzi bir miktarı ile finanse edilen hükümet yanlısı medya kuruluşları krizin faturasını hükümet dışı aktörlere çıkarıyor.

Bu düzenleme 2. Dünya Savaşı esnasında karaborsacılığı önlemek için çıkarılan Milli Korunma Kanunu’nu andırıyor. Fakat o dönemin aksine Türkiye’de ne savaş koşulları geçerli, ne de korumacı ve dar bir iktisadi pazar var.

Nitekim bugün AKP stokçuluğun cezasını 2 milyon TL’ye çıkaran düzenlemeler içeren 8 maddelik yasa teklifini Meclis’e sunuldu. Bu yasa sayesinde iktidar krizin siyasi faturasını ekonomik aktörlere çıkarmakla kalmayacak, onları doğrudan cezalandırma fırsatı da kazanacak. Bu düzenleme 2. Dünya Savaşı esnasında karaborsacılığı önlemek için çıkarılan Milli Korunma Kanunu’nu andırıyor. Fakat o dönemin aksine Türkiye’de ne savaş koşulları geçerli, ne de korumacı ve dar bir iktisadi pazar var. Kendi beceriksizliğini yasal yöntemlerle kamufle etmeye çalışan Erdoğan yönetimi bu hamlelerle ekonomik tabloyu daha da kötü hale getirecek.

Yasalaşması durumunda bu düzenlemenin ne oranda uygulanacağını şimdiden kestirmek güç. Fakat iş dünyasında kendi yandaşlarını ödüllendirip, muhaliflerini cezalandırmayı alışkanlık haline getirmiş bu iktidarın yasayı özellikle kendisine karşıt olarak gördüğü şirketler için kullanacağını öngörmek zor değil.

TOPLUMSAL TEPKİLERİ KRİMİNALİZE ETME

Öte taraftan Erdoğan yönetimi, geçtiğimiz hafta içinde ekonomik krizin yarattığı ağır toplumsal tablonun üstünü örtmek için başka otoriter hamlelere de başvurdu. Eylül ayından beri büyükşehirlerde artan ev kiralarını protesto eden üniversite öğrencilerinin başını çektiği ‘Barınamıyoruz’ eylemine giden 30’dan fazla kişi ve orada bulunan gazeteciler iki gün önce gözaltına alındı. Bu aslında iktidarın Boğaziçi eylemleri başta olmak üzere son dönemde sıklıkla başvurduğu bir yöntem. Toplumda iktidar politikalarına karşı ortaya çıkan tepkilerin yayılmaması için polis kuvvetleri kullanılarak protesto eylemi önceden yasaklanıyor ve o eylemin düzenleyicileri gözaltına alınıyor. Böylece iktidara karşı yükselen tepkiler lokalize edilerek sınırlı halde tutuluyor. Nitekim birkaç hafta önce Türk lirasının hızlı değer kaybetmesine tepki olarak İstanbul ve Ankara’da gerçekleşen protestolara da polis anında müdahale etmişti.

SOKAK RÖPORTAJLARININ ÖNEMİ

Diğer bir gelişme, Youtube sitesi aracılığıyla sokak röportajları yayınlayan Hasan Köksoy, İlave TV’den Arif Kocabıyık ve Turan Kural, ‘Sade vatandaş’ kanal yöneticisi Mehmet Koyuncu’nun birkaç önce sabah saatlerinde gözaltına alınması oldu. Sokak röportajları senelerdir birçok TV kanalının da çok farklı konularda başvurduğu bir yöntem. Fakat özellikle son dönemde yapılan röportajlarda, önceki senelerden farklı olarak, siyasi sorulara verilen cevaplarda AKP politikalarını savunanların sayısının azaldığına ve bu savunmalara karşı vatandaşların röportaj esnasında sert tepki gösterdiğine tanık oluyoruz. AKP’nin güçlü olduğu bölgelerde bile Erdoğan’a destek verenlerin azınlığa düşmesi ve diğer vatandaşlar tarafından tepki görmesi iktidarın çok çekindiği sahneler yaratıyor.

Normal şartlarda herhangi bir TV kanalında yayınlanmadığı için küçük bir kitleye ulaşması beklenen sosyal medyada yayınlanan röportajlar, ekonomik krizin ağırlaşması ve medyada iktidar karşıtı haberlerin çok az yayınlanması nedeniyle rekor sayıda izleyicilere ulaşmaya başladı. Özellikle Twitter’ın sağladığı olanaklar sayesinde bu röportajlar ‘viral’ hale gelerek milyonlarca kişiye ulaşıyor.

Sokak röportajları sadece iktidara yönelik tepkiyi yansıtmakla kalmıyor. Aynı zamanda bu yayınları dinleyenler tepki göstermekte yalnız olmadıklarını ve bu tepkinin düşündüklerinden daha büyük boyutta olduğunu görüyor. Otoriter rejim baskısı nedeniyle benzer şekilde tepki göstermeye çekinen seçmenler kendi gibi vatandaşların sokakta rahatlıkla hükümeti eleştirdiklerini gördükçe cesaret kazanıyor. Adeta otoriter rejimin inşa ettiği korku duvarları yıkılıyor. Hatta belki bazı iktidar seçmenleri de bu yayınlardan etkilenerek ilk defa muhalefete geçme seçeneğini değerlendiriyor. Türkiye’deki gibi seçimli otoriter rejimler sadece seçmenlerden aldıkları destek nedeniyle değil, aynı zamanda muhaliflerin umutsuzluk ve yalnızlık hissi yaratmaları sayesinde iktidarlarını sürdürür. Kötüleşen koşullara rağmen iktidarın hala popüler olduğu algısını zayıflatma açısından bu röportajlar büyük etkiye sahip oluyor.

KRIZ KARŞISINDA ARTAN TOPLUMSAL TEPKİLER

Erdoğan’ın otoriter yönetimi seçim sandığı dışında muhalefetin kendini göstermesi için alan bırakmamaya çalışırken, toplumda biriken tepki en ufak bir boşluk bulduğunda bile kendini göstermeye başladı. Önümüzdeki dönemde bu röportajların, gösterilerin ve protestoların artacağını düşünüyorum. Toplumsal muhalefet karşısında artan baskı politikası dışında Erdoğan yönetiminin dini referanslar ve ulusal güvenlik vurgusu aracılığıyla seçmenlerini ikna etme politikası da yeterli başarı kazanamadı.

Kış aylarıyla birlikte artan gıda fiyatları ve ısınma giderlerinin ekonomik tabloyu kötüleştirmesi toplumsal tepkilerin de büyümesine yol açacak. 2000’li yıllarda gerçekleşen hızlı ekonomik büyüme ve AKP’nin kendi tabanına partizan kaynak aktarımında bulunması iktidar partisiyle seçmenleri arasında çok zor kırılacak bir bağ oluşmuştu. Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda Anadolu illerinden büyükşehirlere göç eden muhafazakar seçmenler, 1994 yerel seçimlerinden beri İslami hareketin kontrol ettiği belediyeler ve 2002 seçimleri sonrasında AKP hükümetiyle kurdukları yakın iktisadi ve siyasi ilişkiler sonucunda Erdoğan yönetimine karşı çok güçlü destek veriyordu. Doların neredeyse her gün Türk lirası karşısında değer kazandığı, benzin ve ekmek kuyruklarının arttığı ve enflasyon artışının sabit gelirlileri vurduğu bu tabloda işte bu bağ hiç olmadığı kadar sarsılmaya başladı. Baskı politikaları bu erimeyi ancak yavaşlatma etkisine sahip olabilir.

MUHALEFETE DÜŞEN SORUMLULUK

İşte bu noktada muhalefet partilerine büyük bir fırsat ve aynı zamanda sorumluluk düşüyor. Muhalefet partilerinin acilen yaşanan ağır ekonomik tablonun sorumlusunun Erdoğan ve onun başında olduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi olduğu konusunda seçmenleri ikna etmeye odaklanması lazım. Bunun sadece siyasi parti liderlerinin yapacağı mitingler aracılığıyla gerçekleşmesi mümkün değil. Muhalefet partilerinin yerel örgütleri aracılığıyla artık düzenli olarak sokakta olması gerekiyor.

Ayrıca toplumda biriken bu öfkenin sadece organize olmayan şekilde gelişen sokak eylemleri değil, siyasi parti örgütleri üzerinden kamusal ortama kanalize olması lazım. Bu noktada Millet İttifakı’nın elinde seçmenlere temin etttikleri hizmetler ve dağıttıkları sosyal yardımlar üzerinden ulaşabilen birçok büyükşehir belediyesi var. Artık bu somut hizmetler üzerinden yeni bir iktisat politika inşa etmenin ve bu modelin uygulayıcılarını daha fazla öne çıkarmanın zamanı geldi.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI