Çarşamba, Nisan 24, 2024

İktidar katında kavga: AKP’nin sonbaharı mı?

Cumhurbaşkanlığı ile hükümet arasında  ve genel olarak da AKP içerisinde artan atışma ve restleşmeleri nasıl anlamak gerekir? Normal koşullarda; bu atışmaların bir "gerçeklik mi, yoksa orta oyunu mu olduğu?" sorgulanmaz ve doğrudan doğruya arkasındaki nedenler irdelenmeye çalışılırdı.

En geniş midelerin bile kaldırmakta zorluk çekeceği her türlü bayağılık, son yıllar içinde Türkiye’de olağanlaştırıldı. Bu nedenle devletin en tepesindekilerin birbirlerine karşı kullandıkları en yakası açılmadık itham ve hakaretlerin bile "siyasi mizansen gereği" olabileceğinden şüphe eder hale gelmiş durumdayız. Siyasi iktidar katında yaşanan çürümenin aldığı boyutu anlamak için tek başına yeterli bir veri aslında bu.

Ama önce Arınç şahsında ve şimdi de Davutoğlu’nun tasfiyesiyle artık iktidar katında ciddi bir çatışma/çatlak olduğu tartışma götürmez biçimde gün yüzüne çıktı.

Çatlak derinleşecek…

Olaylara söylem ve kişiler üzerinden değil de siyasetin nesnel kuralları üzerinden bakanlar için, AKP’de giderek bir hesaplaşmaya dönüşen ayrılıkların uzun süredir var olduğu tereddüt gerektirmeyecek açıklıktaydı.

Böyle bir çatışmanın varlığını hem siyasetin genel kuralları hem de güncel veriler yeteri açıklıkta ortaya koymaktaydı.

Önce güncel somut verilerden başlayalım. AKP içinde son dönemde "Yüce Divan", Hakan Fidan, Hazine/faiz, başkanlık sistemi, barış süreci gibi kritik konularda ciddi çatlaklar oluştuğu gözlemliyordu. Çok sert suçlama ve hakaretlerle birlikte yürüyen bu iç tartışmaları "danışıklı dövüş" olarak değerlendirmek mümkün değildi. Eğer böyle ise; hele hele M. Gökçek gibi çatışmayı "çamur güreşi" seviyesine çeken tiplerin de dahil olmasından sonra, bu görüntünün AKP açısından getirisinden çok götürüsü olacaktı. AKP kurmaylarının bunu hesap edemediğini düşünmek oldukça zordu.

Ardından da nesnel/temel nedenlere değinelim…

Gerek ülke içinden gerekse de uluslararası alandan bakıldığında egemen güç bloğunun AKP ile ilişkilerinde bir çatlama olduğunu söylemek yanıltıcı olmaz… Uluslararası ve yerel egemen güçlerin ana gövdesi, belki tümden AKP’yi değil ama, uluslararası planda eski kullanışlılığını yitiren ve bunu hissettikçe adeta bir nevi  “Topal Osman Sendromu”na tutulan Erdoğan’ı, en zararsız biçimde oyun dışı bırakmanın yollarını arıyor…

Siyasetin en şaşmaz kurallarından birisi de, böylesi iç ve dış basınçlarla karşı karşıya olan bir partinin, kendi içinde de çatlaklar oluşmasının kaçınılmazlığıdır. Liberallerle ayrışma ve peşi sıra  "Cemaat/parti çatışması" sıradan olaylar değil, parti içi ittifakların uğradığı erozyonun ilk önemli göstergeleriydi… Gezi olaylarından önce başlayan, Gezi ile daha görünür hale gelen bu çatlaklar, RTE’nin tek adamlığı dayatması sürecinde daha da genişlemiştir.

Bir siyasi parti böylesi durumda ve üstelik halkın en az yarısının nefretini üzerinde toplamış bir siyasi liderle özdeşleştirilmişse, aldığı oy oranı ne olursa olsun yönetebilirliğini büyük ölçüde kaybetmiş demektir. AKP içinde bir dizi önemli isim bu atmosferde "ne Erdoğan’la ne de Erdoğan’sız yapamamanın" sancılarını yaşamaya başladı. Bu isimlere göre, Erdoğan’ın en azından gücünün sınırlanması zorunluydu. Parti içindeki çatlağın esas kaynağı da bu durumdu.

Gezi eylemlerinden sonra AKP’nin beyin ölümünü gerçekleşmişti…

Nitekim o tarihten sonra AKP’de rasyonalite yetisi tümüyle dumura uğramış; parti özellikle de bir kişinin şahsında, "paranoid şizofrenik" semptomlar göstermeye başlamıştı.

Bilahare iktidarın akçalı konulardaki ve Ortadoğu politikasındaki "sır"larının ifşa olmasıyla, AKP’nin anayasal/parlamenter meşruiyetini de ciddi biçimde zedelenmişti.  Bazı parti yöneticileri açısından,ifşa edilen sırlar nedeniyle ağır yargılanmalardan kurtulabilmenin ve siyaseten de, muhalefete düştüğü koşullarda da AKP’nin siyasal varlığını sürdürebilmesinin tek yolu, Erdoğan’dan kurtulmak – en azından sınırlamak- ve bazı milletvekillerini Yüce Divan’a göndermekti.

Bunun farkında olan Erdoğan ise, bütün dikkatini tasfiye riskini bertaraf etmek üzerinde odakladı.

Ortak kaygı ve korkular  nedeniyle AKP’de bir kader dayanışması var gibi gözükse de, alttan alta çelişkiler birikiyor; parti içinde genel bir paranoya ve güvensizlik ortamı gelişiyordu. Herkes alttan alta kendi karşı hamlelerini hayata geçirmeye çalışıyordu.

Erdoğan ve yakın çevresi için ise varlıklarını muhafazanın tek yolu, tahkim edilmiş güçlü otoriter/diktatoryal bir iktidar inşa etmekti. Başkanlık sistemi konusundaki aceleci heveskarlığın arkasındaki en önemli nedenlerden biri ve belki de ilki, gözden çıkarılma ve tasfiye endişesindeki Erdoğan’ın parti üzerindeki inisiyatifini garantileme isteğiydi.

Erdoğan sorunu AKP sorunu oluyor…

Hem kişisel hırslarıyla kural tanımız bir tek adam haline gelmesi, hem iç ve dış politikadaki ölçü ve hukuk tanımaz uçuklukları ve daha da önemli olarak ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarısızlığı nedeniyle Erdoğan, müttefikleri nezdinde eski önemini ve kullanışlılığını yitirmişti. Erdoğan, bu gelişmelere ayak uydurmayı reddedip eski statüko üzerinden hareket etmeye devam etti. Böyle yaptıkça da, eski müttefikleri nezdinde giderek önemi azalan bir siyasal figür olmaktan öteye, bertaraf edilmesi gereken bir siyasal risk kaynağına dönüştü.

Erdoğan bir müddettir bu gelişmelere parti üzerindeki denetimini artırarak, içerideki muhalif odakları baskılayarak ve kendi siyasal konumunu başkanlık sistemi ile pekiştirme çabalarıyla direniş gösteriyor.

Davutoğlu’nun tasfiyesiyle  şu an için AKP’de ibrenin Erdoğan’dan yana işlediği ve kısa vadede partinin Erdoğan’ın başkanlık sistemi ve tek adamlık arzusuna göre dizayn edileceği görülüyor. Bu durumda artık  sorun yalnızca Erdoğan olmaktan çıkıp,  bir bütün olarak AKP’nin siyasal kaderini ilgilendiren bir soruna dönüşüyor.

Bizim açımızdan ise sorunun can alıcı noktası şudur:

Erdoğan ve  giderek de AKP, son on yıldır ki icraatlarıyla muhalefete düştükleri anda büyük olasılıkla ağır bir hukuki yargılama süreçleriyle karşılaşacaklarını bildikleri için, iktidarı bırakmamak için her türlü yolu deneyeceklerdir.

Gücü başkanlık sistemi ile tahkim edilmiş ve AKP üzerindeki hakimiyetini tartışmasız bir hale getirmiş Erdoğan, daha bugünden çok sayıda örneklerini gördüğümüz anti demokratik, yasa/hukuk tanımaz yaklaşımlarını sıradanlaştıracak, rejim açık bir diktatörlüğe evirilecektir.

AKP’ye karşı muhalefette artık bu gerçekliğin, yani özgürlüklere en yakın tehdidin bu kaynaktan geldiğinin bilinciyle hareket etmek durumundadır. Kendi aralarındaki sorunları bir süreliğine askıya almalı;  ulusalcı, Kemalist, sosyal demokrat, sosyalist, Kürt, Alevi, özgürlükçü-eşitlikçi Müslümanlar vb. vb. mümkün olan en geniş birlikteliği sağlamalı, halkın özgücüne dayalı aktif bir demokrasi cephesi  örgütlemelidirler.

Diktatörlük inşasını engellemek ve/veya bertaraf etmek açısından bu, çok kritik ve acil bir öneme sahiptir.                                       

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER