Cuma, Mart 29, 2024

İklim değişikliği kimin umurunda?

Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde (COP27) bir anlamda havanda su dövüldü. BM Genel Sekreteri Guterres, dünyada İklim Dayanışması Paktı’nın gerçekleşmemesi durumunda alternatifin; “Küresel İntihar Paktı” olduğunu ifade ediyor. Emre Erdoğan da soruyor; “İklim değişikliği kimin umurunda?”

Geçen hafta Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi (COP27) dikkatleri yine küresel iklim değişikliğiyle mücadelede insanlık olarak nasıl başarısız olduğumuza çekti. BM Genel Sekreteri António Guterres yaptığı açılış konuşmasında iklim değişikliğinde mücadele insanlık için iki seçenek olduğunu söyledi: İşbirliği yap ya da mahvol (cooperate or perish).

Gerçekten de kendisinin sunduğu rakamlar Paris Antlaşması’nda öngörülen küresel ısınmayı 1.5 dereceyle sınırlı tutmak ve 2050 yılında Sıfır Net Emisyon hedefine ulaşmaktan hayli uzakta olduğumuzu gösteriyor. Bu konuda sorumluluğun önemli kısmı gelişmiş ülkelere ve Çin’e düşüyor ve bunların da gerekli adımları atmadıkları açık.

Sadece 2022’de Çin’den Florida’ya, Batı Avrupa’dan Pakistan’a küresel ısınmayla doğrudan ilişkilendirilebilecek 29 doğal felaket gözlenmiş ve bu felaketler on milyonlarca insanın yerinden olmasına ve milyarlarca dolarlık zarara yol açmış. Buna karşılık sera gazı emisyonu 2021 yılında tarihi zirvesine ulaşmış durumda, COVID-19 dönemindeki geçici düşüş normale dönüşümüzle birlikte ortadan kalkmış.

Toplam emisyonun kayda değer kısmı Çin, ABD, Hindistan, Avrupa Birliği, Rusya ve Endonezya kökenli. Kişi başına toplam emisyona bakıldığında birinci sırada ABD’nin yer aldığını, Rusya, Çin ve Brezilya’nın da bu ülkeyi takip ettiklerin görüyoruz.

Çin’in toplam emisyonu ABD’nin iki buçuk katıyken, kişi başında emisyonda ABD ortalamasının da Avrupa Birliği ortalamasının iki katından fazla.

Küresel ısınmaya bu kadar fazla katkıda bulunan ülkelerin 2021 yılında verdikleri sözlerin çoğunu yerine getirmedikleri ve bu gidişle hedeflerine ulaşamayacakları yazılan raporlardan görülüyor.

Guterres’in de dikkat çektiği üzere daha sıkı tedbirler alınmazsa olumsuz gidişatı tersine çevirmek bir süre sonra neredeyse imkânsız hala gelecek.

Küresel iklim değişikliğinin vahim sonuçlarını kabul eden ve bu sonuçları engellemek için küresel bir çaba harcanmasını savunanların birçoğu yaşadığımız dönemde bu hedeflere ulaşılmasının ne kadar zor olduğunun farkındalar. Ukrayna Savaşı sonrasında gözlemlenen enerji fiyatlarındaki artış, ülkelerin jeopolitik nedenlerden dolayı doğal gaza bağımlılıklarını azaltmak için karbon temelli enerji kaynaklarına yönelmeleri ve pandemi sonrasında ekonominin ısınması nedeniyle çok az sayıda ülke sera gazı emisyon hedeflerine ulaşmışlar ve söz verdikleri politikaları uygulayamamışlar.

Guterres’in de dikkat çektiği üzere daha sıkı tedbirler alınmazsa olumsuz gidişatı tersine çevirmek bir süre sonra neredeyse imkânsız hala gelecek. Genel Sekreter iklim değişikliğiyle mücadele için bir Küresel İklim Dayanışması Paktı kurulması gerektiğini sıklıkla vurguluyor, bu pakt çerçevesinde zengin ülkelerin ve uluslararası finans kuruluşlarının diğer ülkelere finansal ve teknik yardımda bulunmasının şart olduğunu öne sürüyor.

Öte yandan ülkelerin bir arada fosil yakıtlara bağımlılığını azaltacak ve yeni kömür santralleri kurulmasını engelleyecek adımları atmaları ve herkesin ucuz ve sürdürülebilir enerjiye erişebilmeleri hedefini önceliklendirmeleri de bu İklim Dayanışması paktının hedefleri arasında sayılıyor, Guterres İklim Dayanışması Paktı’nın gerçekleşmemesi durumunda bir alternatifin de var olduğunu söylüyor: Küresel İntihar Paktı…

Pandemi sonrasının bu kaotik günlerinde bu tür küresel sorunları kendi ülkesinin meselelerinin önüne koyup küresel bir dayanışmayı sürükleyecek bir liderlik görüyor muyuz? Hayır…

İklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir rol oynaması gereken ABD, geçen ara seçimlerde de gördüğümüz üzere kendi meselelerine odaklanmış durumda ve hali hazırdaki Başkan Biden’ın bir daha seçilmeyi bırakın aday olmasını bile istemeyenlerin çoğunlukta olduğunu görüyoruz.

Sorunu çözmek için var olan siyasal elit umut vermiyor. Pekiyi, talep yönlü bir çözüm söz konusu olabilir mi, yani seçmenlerden bu iklim değişikliğinin çözümüne yönelik bir istek gelse ve siyasetçiler bu talebi yanıtlasalar, bunu düşünelim bir.

Olası rakipleri de popülist, homofobik ve Evanjelist seçmen tabanına yaslanan Trump ya da DeSantis; yani ancak kendi derdiyle ilgilenebilir. Avrupa Birliği bürokrasi düzeyinde bu konulara önem verse de ulusal liderliklerin bu sorumluluğu almalarını beklemek fazla iyimserlik olur. Birleşik Krallık’ta Muhafazakârlar seçimden kaçarak yaklaşan felaketi küçültmeye çalışıyorlar, Fransa’da Macron aşırı sağın nefesini ensesinde hissediyor ve Almanya’da geniş spektrumlu koalisyon başarısızlıktan başarısızlığa koşuyor. Avrupa’nın doğusu gözlerini Ukrayna-Rusya çatışmasına çevirmiş ve güvenlik kaygısından başını kaldıramazken; güney Avrupa ekonomik krizin etkisini ülkeyi teknokratlara ya da faşizan yönetimlere teslim ederek atlatmaya çalışıyor. Bitmez bir savaşa bulaşmış Rusya ya da kendi ekonomik mucizesini sürdürmeye çalışan Çin’den de hayır gelmeyeceği açık, küresel iklim krizi öncelikleri arasında en son sırada. Farkındaysanız bu tartışmada Güney ülkelere fazla bir söz de düşmüyor zaten.

Sorunu çözmek için var olan siyasal elit umut vermiyor. Pekiyi, talep yönlü bir çözüm söz konusu olabilir mi, yani seçmenlerden bu iklim değişikliğinin çözümüne yönelik bir istek gelse ve siyasetçiler bu talebi yanıtlasalar, bunu düşünelim bir.

İklim değişikliğinin insan kaynaklı bir faaliyet olduğu konusunda vatandaşlar arasında da bir uzlaşma doğmuş durumda, farklı araştırmalar iklim değişikliğinin acil bir sorun olduğu görüşüne katılanların oranının %60 ile %75 arasında değiştiğini gösteriyor.

Genel olarak iklim değişikliğiyle ilgili politikalar da destek görüyor. Ülkemizde her dört vatandaştan üçü iklim değişikliğinden olumsuz etkilendiğini söylerken, sorumluluğun şirketler ve bireylerde olduğu görüşü genel kabul görüyor. Yani hem küresel olarak hem de ülkemizde sorunun aciliyeti konusunda iyi kötü bir uzlaşma var ve politikalar da destek görürken; siyasetçiler neden bu konuya ağırlık vermiyorlar?

Seçmenler iklim değişikliğinin önemli olduğunu düşünseler de karşı karşıya kaldıkları sorunlar arasına en önemlisi olduğunu düşünmüyorlar. ABD seçimlerinde iklim değişikliğini en önemli sorunlar arasında sayanların oranı % 10’un altında. Ülkemizdeyse bu oran çok daha düşük, % 3 civarında. Avrupa Birliği ülkeleri arasında İsveç, Hollanda ve Danimarka bir kenara bırakılırsa bu sorunu önemli sorun olarak belirtenler % 20’yi geçmiyor. Yani seçmenler konuyu önemli bulsalar da hayatlarını doğrudan etkileyen enflasyon, ekonomik kriz ya da işsizlik gibi konuların yanında pek esamesi okunmuyor. Bir de ABD örneğinde olduğu gibi konunun kutuplaşmaya kurban gitmesi de söz konusu Demokratlar bu konuyu daha fazla sahipleniyorlar. Ülkemizde de parti tabanları arasında bir fark gözlemlense de çok siyasallaştığını söyleyemeyiz.

Bütün bunları bir arada değerlendirdiğimizde karamsar olmamak imkânsız. Küresel iklim değişikliği gittikçe ağırlaşan ve bedeli artan bir sorun. Çözüm için yeterli çaba gösterilmiyor, içinde bulunduğumuz “kıtlık” dönemi önceliği işsizlik, enflasyon ve ekonomik büyüme gibi temel sorunlara vermemize yol açıyor.

Bazılarına göre iklim politikaları Z Kuşağı adı verilen ve ebeveynlerinden çok farklı olduğu düşünülen gençleri çözmeye yarayacak bir anahtar olabilir. Malum son dönemde yapılan bütün seçimler gençlerin sandıktan uzak durduklarını gösteriyor, ABD ara seçimlerinde “yükselmiş” katılım oranı %30’un altında, gelecek seçimlerde bizde de benzer bir manzara gözlemlenebilir. Ancak bu kararsız ya da inançsız gençleri sandığa götürecek sihirli çözüm bu mudur? Gençleri sandıktan ve geleneksel siyasetten uzak tutanın anomi, yani bir tür inançsızlık olduğunu biliyoruz. Siyasetçilerden ve siyasetten hayır gelmeyeceğini düşünen gençleri iklim değişikliğini siyaset yoluyla çözebileceklerini söyleyerek sandığa çekebilir miyiz?

Sanmam.

Her ne kadar Avrupa Birliği’nde çevreci partiler zaman zaman ön plana çıksalar ve bir “Yeşil Devrim” söz konusu olsa da ülkemizde böyle bir hareket henüz ortaya çıkmış değil. Var olan ve kurulmaya çalışılan Yeşil Partiler ulusal ya da yerel düzeyde bir başarı elde etmediler. Ana akım partilerimizin de konuya pek muhabbet göstermediklerini biliyoruz, partilerin seçim beyannamelerinde çevre konusu niceliksel olarak %3 civarında bir ağırlığa sahip, neredeyse bütün partilerde ekonomi konusuna en az beş kat daha fazla yer ayırmışlar. Yani seçmen çok umursamayınca, partilerde politika geliştirmek için uğraşmamışlar.

Bütün bunları bir arada değerlendirdiğimizde karamsar olmamak imkânsız. Küresel iklim değişikliği gittikçe ağırlaşan ve bedeli artan bir sorun. Çözüm için yeterli çaba gösterilmiyor, içinde bulunduğumuz “kıtlık” dönemi önceliği işsizlik, enflasyon ve ekonomik büyüme gibi temel sorunlara vermemize yol açıyor.

Küresel liderliği üstlenecek bir siyasal aktör yok, seçmen konunun öneminin farkında ancak konu seçim kararını etkileyecek bir ağırlığa sahip değil. Bu şartlar altında, Guterres’in bahsetmiş olduğu senaryolardan kötü olanına, mahvolmaya doğru hızla gittiğimizi söyleyebiliriz. Tabii, bir aktör ortaya çıkıp olmayacak gibi gözükeni mümkün kılmazsa ve bizi acizliğimizi elden bırakıp irademizi ortaya koymaya ikna etmezse…

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI