Çarşamba, Nisan 17, 2024

HDP MYK Üyesi Alp Altınörs: “AİHM kararlarının uygulanması, Türkiye halkları için hem demokrasi hem de bağımsızlık meselesidir”

Kobani davası nedeniyle tutuklu bulunan HDP MYK Üyesi Alp Altınörs, AİHM’in Kobani ile dayanışma için atılan tweetlerin “tutuklamaya gerekçe gösterilemeyeceğine” karar verdiğini söyledi. Altınörs, AİHM kararlarının uygulanmadığını belirterek, “AİHM kararlarının uygulanması, Türkiye halkları için hem demokrasi hem de bağımsızlık meselesidir” dedi.

PolitikYol’a açıklamalarda bulunan Altınörs, şunları kaydetti:

“Öncelikle birkaç soru ile başlamak istiyorum. IŞİD’e karşı sosyal medyadan dayanışma çağrısı yapmak suç mudur? Bir suç sayılabilir mi? Cezalandırılabilir mi?

“Laik, demokratik, sosyal hukuk devletinde” bu soruların yanıtının “hayır” olması gerekirdi. Oysa AKP-MHP fiili OHAL rejiminde, dönemin HDP-MYK üyeleri olarak bizler, tam da IŞİD terörüne, IŞİD soykırımına karşı bir çağrı yaptığımız gerekçesiyle 1.5 yıldır tutukluyuz. Dahası, müebbet hapsimiz isteniyor!

6 Ekim 2014 akşamında, soykırımcı IŞİD çeteleri Kobani şehrini dört bir yandan kuşatmışken, HDP- Merkez Yürütme Kurulu bir “Acil Çağrı” yayımlayarak, duyarlılık çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine kimi sivil demokratik protestolar olduysa da 6 Ekim gecesi şiddet olayları yaşanmadı. Ancak devamında, 7-8-9 Ekim günlerinde, protesto hakkının kullanan yurttaşlara yönelik, pek çoğu “faili meçhul” bırakılan katliamlar yaşandı.

Aradan 8 yıl geçtikten sonra, IŞİD’e karşı yapılan bu sosyal medya çağrısı şeytanlaştırıldı. AKP-MHP bloğunun siyasi ihtiyaçları doğrultusunda, bizler tutuklandık. Üç tweet ile 37 kişinin ölümüne sebep olmakla suçlandık. Oysa biz, tam tersine, Kobani’de yaşanacak ölümleri önlemeye çalışmıştık.

Tutuklanmamızdan 2 ay sonra çıkan AİHM Büyük Dairesi’nin “Selahattin Demirtaş (no:2)” kararı, bu Twitter çağrısı ile ilgili çok net bir hüküm kurdu:

“Söz konusu üç tweet’te HDP o sırada silahlı terör örgütü IŞİD mensupları tarafından başlatılan askeri saldırıyla karşı karşıya olan Kobani halkıyla dayanışma çağrısında bulunmuştur…. Mahkeme, söz konusu çağrıların bir şiddet çağrısı olarak yorumlanamayacağı için, siyasi söylem sınırları içerisinde kaldığı kanaatindedir. 6-8 Ekim 2014 tarihleri arasında meydana gelen şiddet eylemleri, her ne kadar üzücü de olsa, söz konusu tweet’lerin doğrudan bir sonucu olarak görülemez ve söz konusu suçlara istinaden başvuranın tutukluluğunu haklı gösteremez.” (327.paragraf)

Türkiye Anayasası’nın 90.Maddesine göre en yüksek hukuki otorite olan AİHM Büyük Dairesi böyle söylüyor. Lafta “AİHM kararları bağlayıcıdır” diyen Ankara 22.Ağır Ceza Mahkemesi ise pratikte bu kararı uygulamayarak, tutukluluğumuzu 1.5 yıldır sürdürüyor.

AİHM kararları uygulanacak mı? Uygulanmayacak mı? Bu soru “OHAL fiilen devam edecek mi etmeyecek mi?” sorusuyla eş anlamlıdır. Dahası, Kavala davasında geline nokta itibariyle “Türkiye Avrupa Konseyi’nden çıkartılacak mı, çıkartılmayacak mı” sorusuyla özdeş hale gelmiştir. AİHM kararlarını uygulamamak, Türkiye Anayasası’nı uygulamamak demektir. Türkiye’nin altına imza koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulamamak demektir.

Rusya Lideri (ve Cumhur İttifakı’nın fiili ortağı) Vladimir Putin’in kendisini adeta “Çar” ilan ederek, Rusya İmparatorluğu’nun tüm eski toprakları üzerinde hak iddia ettiği bir dönemde Avrupa Konseyi üyeliğinin Türkiye bakımından önemi ve ağırlığı daha da artmıştır. Böyle bir dönemde Türkiye’nin de Rusya gibi Avrupa Konseyi’nden dışlanması, Türkiye’yi Rusya’nın yarı-sömürgesi olmaya doğru itecektir.

O bakımdan AİHM kararlarının uygulanması, Türkiye halkları için hem demokrasi hem de bağımsızlık meselesidir.

Başlangıçtaki soruya dönersek… IŞİD terör ve soykırım çetesinin, tüm dünyanın gözü önünde Şengal’de Ezidilere soykırım uyguladığı (Ağustos 2014 ve devamında) bilinirken… IŞİD çetebaşı Ebubekir El-Bağdadi’nin “Kürtlerin canı, malı, karıları size helaldir!” fetvası ortadayken… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 15 Ağustos 2014 tarihli, 2170 sayılı kararı ile bütün dünya milletlerinin IŞİD’in yeni insanlık suçlarını engellemek için harekete geçmeye çağırmışken… TBMM 2 Ekim 2014 tarihli Suriye tezkeresi ile IŞİD’i “terör örgütü” ilan etmiş ve BMGK’nin 2170 sayılı kararını iç hukuka uygulamışken… IŞİD’in Kobani’yi çepeçevre kuşattığı 6 Ekim akşamında… Soykırım tehdidi altındaki Kobani halkı ile dayanışmak için bir sosyal medya çağrısı yapmak… Anayasanın 34.maddesi ile güvence altına alınan “barışçıl demokratik protesto hakkını” kullanmaya çağırmak… Bir suç değildir ve olamaz.

Ben de sosyalist bir düşünce işçisi, bir yazar, çevirmen, siyasetçi ve hepsinden önce de bir insan olarak, yanı başımızda bir halk soykırım tehdidi altındayken dayanışma çağrısı yapmayı ahlaki ve vicdani bir tutum olarak görüyorum. Zira soykırım söz konusu olduğunda harekete geçme çağrısı yapmak değil, seyretmek suçtur.

Gerisi, siyasi kumpastır. Dün “Oda TV” davasında “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” diyenler bugün de “HDP’ye Kumpas Davası”nda tweetleri “cinayet silahı” gibi göstermek istiyorlar. Bu kumpasın da öncekiler gibi demokratik dayanışma ile ancak başa çıkartabileceği açıktır. Aslında bizler bu davada 6-8 Ekim 2014’te gerçekte neler olduğunu ortaya koymak için zorlu bir hakikat mücadelesi de veriyoruz. AKP ve MHP’nin kendi siyasi ihtiyaçlarına göre dizayn ettikleri bu siyasi davada, haklılığımızı ve meşruluğumuzu mahkeme kürsüsünden de savunuyoruz. Diliyorum ki bu hakikat mücadelemiz, dışarıdaki tüm demokratik güçlerle, özgürlük isteyen insanlarla buluşsun, çoğalsın. Çünkü siyasi kumpas davaları, tutsaklara yapıştırılan yaftalarla meşrulaştırılır. Ve ancak toplumsal dayanışma ile başa çıkılacaktır.”

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER