Cuma, Nisan 19, 2024

Hazal Yalın yazdı | Üç çeyrek asırdır muhalefette: Kemalizm -2-

Kemalizmde üç farklı eğilim: reformist, devrimci, protofaşist

Yukarıdaki alıntıları bilhassa seçtim, zira bunlarla, kemalizmin kendine has bir doğu despotizmi, yahut totaliter, hatta faşist bir rejim olduğu iddia edilen metinlerde sıkça karşılaşılıyor. Ancak bunlardan ilkinin, Yunus Nadi’nin, iktidarın yarı-resmi temsilcisi olduğunu ileri sürmek abartı olacaktır. Yunus Nadi, 1930’ların ortalarından II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar “Almancı” olarak tanınıyordu, ama bu dönemde siyasi iktidar içinde resmi bir misyon taşımadı. Ali Naci Karacan’a gelince, faşist propagandacı olarak nam salmıştı ve bu yüzden çıkardığı gazeteler ve dergilerin yasaklandığı da olmuştu.

Ancak Falih Rıfkı, Mahmut Esat ve Şükrü Saracoğlu’nun temsil ettiği üç farklı kemalizmi daha ayrıntılı incelemek gerekiyor. Bunların bilhassa ilk ikisi Mustafa Kemal’e çok yakındılar ve hiç şüphesiz, kemalizmin şekillenmesinde diğerlerinden daha büyük rol oynadılar. Mustafa Kemal ile 1913’te, henüz 20 yaşındayken tanışan Falih Rıfkı, onun gerçek siyasi görüşlerini ve karakterini bilenlerden biriydi. Süveyş cephesinde, Suriye’de, Filistin’de ve Lübnan’da, Cemal Paşa’nın maiyetinde bulunmuştu. İttihat ve Terakki hükümetine muhalifti. Bu yıllarda, Anadolu’da bir Türk devleti, batılılaşma ve yurtseverlik üzerine pek çok yazısı yayınlandı. Mondros mütarekesinden sonra İstanbul’da Akşam gazetesinde yazmaya başladı ve basındaki işbirlikçilerle mücadelede açıktan açığa Ankara hükümetini İstanbul’a karşı destekledi. Mustafa Kemal mi, Enver Paşa mı tartışmalarında da Mustafa Kemal’den yana oldu ki, bu tartışma aslında, Anadolu devleti mi yoksa turan mı anlamına geliyordu. 1932 – 1935 arasında 36 sayı yayınlanan Kadro dergisine de katkıda bulundu. Bu derginin kurucusu Şevket Süreyya (1927’ye kadar Komünist Parti üyesiydi), Atay’ın yukarıda alıntıladığım sözlerini yorumlarken, bu yıllarda kemalist entelijensiya tarafından faşizmin bir modernleşme hareketi, dolayısıyla devrim olarak görüldüğünü söyler; Aydemir’e göre “Moskova ve Roma, iki ihtilal tekniğinin ve iki ihtilal metodunun sadece bir müşahede ve hikâyesi değildir. Bu eserde bizzat bir ihtilalin oğlu ve bir ihtilal merkezinin ileri mücadelecisi olan Falih Rıfkı’nın şahsında, bir Türk mefkûrecisinin, kendi şahsiyetinden bir zerre bile vermeden iki büyük cemiyet hareketini nasıl objektif bir tetkik mevzuu yapabileceğinin canlı misali verilmiştir.”[1] Falih Rıfkı’ya göre kemalist devrim, bu iki devrimci hareketin olumlu taraflarını almalıydı. Belli ki 1930 ve 1932’de Sovyetler Birliği’ne yaptığı iki ziyaretin ardından (ikincisi, başvekil İnönü ile birlikteydi) son derece olumlu bir izlenim edinmişti. Kemalist iktidarın bu yıllarda birinci beş yıllık sanayi planıyla Sovyet desteği sayesinde ülkeyi sanayileştirmeye giriştiğini ve Sovyetler Birliği’nde kültür alanındaki gelişmeleri de örnek aldığını hatırlatmak gerek.[2] Belli ki Atay, bu iki ülkedeki gelişmeleri bir ulus inşası projesi olarak görüyordu. Atay, kemalist iktidarın organik bir aydınıydı. Ancak 1940’lı yıllardan itibaren laik düzendeki aşınmaları ihanet olarak değerlendirecekti ve daha bu yıllarda kemalist kadroların parçalandığını ve bunun neticesi olarak “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı gerçek Kemalistlerden oluşan bir kadro ile yeni bir yapılanmanın gerekli olduğunu” vurgulayacaktı.[3]

Bozkurt, altı yıl Adalet Bakanlığı yaptı; yargı düzeni onun sayesinde teokratik yapıdan kurtarılarak dünyevi, laik bir sistem yerleşti. Kürt milliyetçileri, AKP’nin organik aydınları ve liberaller, Bozkurt’u genellikle ırkçılıkla suçlarlar. Gerçekte bu suçlama, iktidarının ilk ve orta dönemlerinde AKP’yi destekleyen liberaller tarafından formüle edilmiştir. Gerçekten de Bozkurt’un makalelerinde onları haklı çıkaracak pek çok şey bulmak mümkündür. Ancak bunlar, onun faşizm yanlısı olduğu anlamına da gelmiyor. Aslında tam tersidir: Bozkurt’un antifaşist bilinci, birçok kemalist kadroda olduğundan daha güçlüdür.

Bozkurt, 1912’de 20 yaşındayken Fribourg Üniversitesi’ne girdi. Doktorası, Osmanlı kapitülasyonları üzerineydi. Çok açık ki bu yıllarda bağımsızlık ve laikliği en yüksek değerler olarak benimsemişti. Cenevre’deki Osmanlı elçisi, onun hakkındaki raporunda şöyle diyordu: “Uysal bir talebe değil, ihtilalcidir.”[4] İzmir’in Yunan kuvvetleri tarafından işgalinden sonra Avrupa’daki birkaç Türk öğrenciyle birlikte bağımsızlık savaşına katılmak için ülkeye döndü. Selçuk ve Kuşadası’nda çete (gerilla birliği) örgütledi. Mahmut Esat adına, Mustafa Kemal’in talimatıyla kurulan resmi Komünist Fırka’sının kurucuları arasında da rastlarız.[5] 1922 – 1923 yılları arasında Ankara hükümetinde iktisat vekâletinde, 1924 – 1930 arasında da adliye vekâletinde bulundu. İkinci çok partili sistem girişimini protesto etmek için istifa etti. Hiç şüphesiz çağdaşlarından çok daha ilerici olmakla birlikte, aydınlanmacı milliyetçi olarak nitelemek mümkündür. Örneğin 1930’larda, faşizme hayranlığın doruğa çıktığı yıllarda şu satırları yazmıştır: “Tarih durmayacaktır. Durmak ölmek demektir. Hayat ilerlemedir. Faşizm hayatı gerilerde arıyor, ölecektir.”[6] Milliyetçilik, bağımsızlıkçılık, laiklik; devletçilik ve feodalizmin tasfiyesi; modernleşme ve aydınlanmanın kaçınılmaz sayılan biçimi olarak batılılaşma – Mahmut Esat, kemalizmin cisimleşmiş hali gibidir. Milliyetçiliği, şovenizm sınırlarındadır;[7] bununla birlikte turancı yahut yayılmacı da değildir. Ona göre “Türk milliyetçiliği her şeyden önce fikir ve hars kimliğine dayanır ve laiktir”. Dahası: “Türk milliyetçiliğinde devlet mefhumu, laik, halkçı cumhuriyetle ifade olunabilir.” Bu dönemde kemalizmin en sol yorumuyla da Mahmut Esat’ın 23 Şubat 1939’da İzmir’de verdiği bir konferansta karşılaşırız: “İşçinin ve köylünün haklarını bağıranlara komünist yahut sosyalist damgasını yapıştırma gayretini güdenler şahsi menfaatlerini çalışan kitlelerin zararlarında arayanlardır.”[8] Halkçılık ilkesi burada ilk defa sol popülist bir perspektiften yorumlanmaktadır. Bu halkçılık korporatist olmakla ve sınıf mücadelesini soğurma amacı gütmekle birlikte burjuvazi ve toprak ağalarına karşı çalışanları savunmak görevi de ona izafe edilir. Mahmut Esat, “devletçilik” ilkesini de “devlet sosyalizmi” olarak tarif eder ve bu kavramı lasalcı bir tarzda yorumlar. Kemalizmin ilkelerini sık sık komünizm ile karşılaştırır, zira komünizmi ilerici bir hareket sayar. “Faşizmin öleceğini” söylediği yerde şöyle devam eder: “Komünizm, hayatı tarihin de ilerisinde arıyor, düşecektir. Hayatın dışında kalacaktır.”[9]

Kemalizmin tamamen sağ bir yorumunu ise Saracoğlu’nda buluruz. Mahmut Esat bu ülkede bulunduğu sırada o da Cenevre’deydi ve siyasi bilgiler akademisinde okuyordu. Savaşa katılmak için onunla birlikte geri döndü. 1929 dünya krizi sırasında maliye vekâletindeydi; gümrük tarifelerinin yükseltilmesinde, bazı iktisadi girişimlerin devletleştirilmesinde önemli rol oynadı. İktisat siyaseti olarak korumacılığı benimsemişti. 1938 – 1942 arasında Dışişleri Bakanı, 1942 – 1946 arasında başbakan. En azından Stalingrad’a kadar, hitlercilerin de dikkat çektikleri gibi, dış siyaseti bütünüyle faşist yanlısıydı. 1939 kasım ayı ortalarında von Papen’le yaptığı bir görüşmede basından yana şikâyetler üzerine konuşup bunun böyle devam edemeyeceğine söyledi ve ekledi: “Tan [gazetesi – bn.] olayı istediğiniz şekilde düzenlenecek.” Saracoğlu öylesine çok ikna olmuştu ki nazi elçisinin söylediklerinden, Ribbentrop bu naiflik karşısında soğuk Prusya gerçekçiliğini koruyacak ve bu haberle ilgili olarak Ankara’daki elçiliğe şöyle yazacaktı: “Türk dışişleri bakanının hiç açıklama yapmadan basının bize düşmanlığının sona erdirilmesini teklif etmesi kısmen saflık olarak nitelendirilebilir.” Öyle görünüyor ki bu sırada İnönü, hükümet içindeki faşist yanlılarını dengeliyordu. Von Papen ile Ribbentrop arasındaki yazışmalara bakılırsa her ikisi de Saracoğlu’nun kendilerinden yana olduğundan emindiler, ama İnönü’den yana şüpheleri vardı. Örneğin von Papen’in, 13 Mayıs 1941’de Saracoğlu ile görüşmesi sırasında başvekil, “olası bir Alman-Rus savaşında Türkiye’nin Almanya safında yer alacağını” açıkladı.[10] Von Papen ertesi gün İnönü ile görüştü; bu defa İnönü de başvekilin sözlerini teyit etti.[11] Saracoğlu’nun milliyetçiliği, Bozkurt’ta olduğu gibi kültürle değil, kanla ilişkiliydi. Şu sözler de ona ait: “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.”[12]

Kemalizmin bu üç biçiminin ortak niteliği, şovenizm. Saracoğlu’nun temsil ettiği ilk çizgi, geleneksel Rus düşmanlığıyla da örülü antikomünist bir hezeyan içinde ve devlet fetişizmiyle Kürtlere ve azınlıklara karşı ırkçılığa, protofaşist biçimlere kadar vardı; bu suretle burjuva demokratik düşüncelere, hatta bizatihi kemalizme de yabancılaştı, faşist darbelerin dayanağı oldu. Bu çizginin sivil temsilcileri, ilkin faşist Almanya, sonrasında ise ABD ile sıkı ilişkiler içinde zenginleşerek tekelci burjuvazi saflarına katıldılar; askeri temsilcileri ise aynı duruma OYAK aracılığıyla ulaştılar.[13] Bilhassa 12 Mart darbesinden sonra bu çizgiyi kemalizmin bir türevi saymak mümkün değildir, zira bu çizginin temsilcileri, sınıfsal dönüşümden başka, sol kemalistleri de tasfiye ettiler ve laiklik ilkesini kendi sınıf menfaatleri için aşındırdılar. 12 Eylül faşist darbesinden sonra “Türk-İslam sentezi” adı altında yeni bir devlet ideolojisinin şekillenmesinde büyük rol oynadılar ve bu “sentez”i Atatürkçülük olarak sundular. Kemalizm ile Atatürkçülük, yani faşist bir darbenin ideolojisi arasındaki farkı göstermek büyük önem taşır.[14]

Falih Rıfkı’nın temsil ettiği ve bilhassa entelijensiyada yaygın olan çizgi ise reformisttir ve devletin korunup ıslah edilmesini vazeder. Başka deyişle, bunun reformist burjuvazinin çizgisi olduğunu ileri sürmek de mümkün. Kısa süreli 27 Mayıs iktidarı istisna edilecek olursa, bu çizgi daha 1940’ların ikinci yarısında iktidardan tasfiye edildi; Falih Rıfkı’nın 1947’de Ulus başyazarlığından ayrılması, bu tasfiyenin tarihini işaretler. Bu çizgiyi geleneksel olarak CHP’nin kanatları temsil ediyordu. Ancak o da 1980’li yılların ortalarına kadar yüksek bürokrasi içindeki etkisini tedricen kaybetti, günümüzde ise küçük bürokraside (memurlar ve öğretmenler arasında) dahi ciddi bir önem taşıdığından söz etmek mümkün değil. Şüphesiz bu kesimlerden oy almayı başarıyor; ancak bu daha ziyade alternatifsizlikten kaynaklanıyor, onların hayata bakışlarını değiştirecek bir ideolojik güç değil. Dahası zaten CHP yönetiminde bile 1999’da Deniz Baykal’ın genel başkanlığa gelmesinden (başka bir deyişle, Hasan Fehmi Güneş’in CHP’ye has delege oyunlarıyla tasfiye edilmesinden) beri bu çizginin izlerini bulmak mümkün değil. Günümüzdeki CHP yönetimine gelince, bu ne kemalist ne de sol; sadece neoözalist, sağ-reformist.

Üçüncü çizgi, yani sol kemalizm ise, 1991’de Yön hareketinin tasfiyesinden bu yana örgütsel bir yapıdan yoksun.

Hazal Yalın yazdı | Üç çeyrek asırdır muhalefette: Kemalizm -1-

[1] Aydemir Ş.S. Falih Rıfkı ve Son Eseri // Kadro. 1932. no. 9. P. 46.

[2] Falih Rıfkı’nın gezi notları, kemalist ideolojinin şekillenmesi bakımından da büyük önem taşır, zira bunlar, edebi değerleri bir tarafa, farklı ülkelerin deneyimlerini kemalist kadroların önüne seriyordu. Notlarını Yeni Rusya (1931) ve Moskova – Roma (1932) adlı kitaplarında toplamıştı. Bak. Atay F.R. Moskova-Roma. İstanbul: Muallim Ahmet Halit Kütüphanesi. Atay’ın gezi notlarıyla ilgili ayrıntılı bir inceleme için, bak. Girgin S. Falih Rıfkı Atay’ın Gezi Yazılarında Avrupa: PhD. Famagusta, Northern Cyprus, 2012 URL: http://psi520.cankaya.edu.tr/uploads/files/Girgin%2C%20Falih%20Rifki%20Atay%27in%20Gezi%20Yazilarinda%20Avrupa%20%28tez%29.pdf (accessed 29.12.2018).

[3] Şirin F.S. Bir Gazeteci ve Aydın Olarak Falih Rıfkı Atay (1893-1971) // Vakanüvis. 2017. vol. 2, no. 2. P. 269.

[4] Arı K. Mahmut Esat Bozkurt: Yaşamı ve Kişiliği // Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi. 1994. vol. 2, no. 4. P. 191.

[5] Ankara’da hepsi topu birkaç ay süren bu kısa dönem bazı yerlerde “kızıl tepeli kalpaklar” diye de anılıyor. Bizzat Mustafa Kemal ve İsmet’in de aralarında olduğu önde gelen kemalist kadrolar, Bakü’de kurulan Komünist Parti muhalefetiyle Ethem’in Yeşil Ordu hareketini tasfiye etmek için kurulan resmi Komünist Parti’ye katılmışlardı. Parti kuruluşundan üç ay sonra kapatıldı.

[6] Aksoy M. Atatürk ve Sosyal Demokrasi. Ankara: Gündoğan Yayınları. P. 34.

[7] Örneğin Üçüncü Ağrı Ayaklanması devam ederken, 7 Eylül 1930’da şöyle der: “Benim fikrim, kanaatim şudur ki … bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.”

[8] Arıkan Z. Mahmut Esat Bozkurt // Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi. 1998. vol. 3, no. 8. P. 223.

[9] Aksoy M. Op. cit. P. 34.

[10] Ne var ki, İnönü engel olmasaydı Saracoğlu gerçekten vaadini yerine getirirdi, demek de mümkün değil. Başvekil, profaşist görüşlerini hiç gizlemiş değildi, ama aynı şekilde Türkiye’nin savaş dışında kalması gerektiğine de emindi. Aynı yılın şubat ayında şöyle demişti: “Bitaraf değiliz, harp hariciyiz.” Bak. Saraç B. Şükrü Saracoğlu (1887-1953) // Tarih İncelemeleri Dergisi. 2015. vol. 9, no. 1. P. 397.

[11] Kılıç S. Op. cit. P. 55, 59, 60.

[12] Yaşlı F. Türkçü Faşizmden “Türk-İslam Ülküsü”ne. İstanbul: Yordam Kitap. P. 21–22.

[13] Bu konuyla ilgili Türkçe sol siyasi literatürde sayısız ve akademik literatürde de çok sınırlı sayıda çalışma var. Rusça akademik literatürde ise Türkiye’nin en büyük tekelci burjuvası olarak Vehbi Koç’un OYAK’ın doğuşunda oynadığı rolle ilgili şu çalışma ilgi çekici: Васильев А.Д. Армия в Турции // История и современность. 2013. № 2. С. 62.

[14] Ne yazık ki bu görev genellikle göz ardı ediliyor. Örneğin yukarıdaki makalede Vasilyev şöyle yazıyor: “Yeni müfredat geliştirildi; buna göre gençlerin kemalizm ruhuyla yetiştirilmesi gerekiyordu.” Aynı yerde kemalizmi de şu kelimelerle tarif ediyor: “Kemalizm, Türk milliyetçiliği ideolojisidir.” (Bak. Там же. С. 53, 65.) Bu tanım düpedüz yanlıştır, zira kemalizm, milliyetçiliğe dayanan ideolojilerden sadece biri. Türkiye’nin, seçmenlerin neredeyse yüzde 85’ini temsil eden üç büyük siyasi partisi de, neoosmanlıcı-faşist AKP ve geleneksel faşist MHP dahil, Türk milliyetçiliğini savunuyorlar. Türk milliyetçiliğinin bütün biçimlerini aynı başlık altında toplamak mümkün değildir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER