Cuma, Nisan 19, 2024

“Hasta adam”dan “hasta sistem”e geçilebilecek mi?

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

Eğer Türkiye’de “hasta” olan “adam(lar)” değil de “sistem” ise, sistemik psikopatolojiye sistemik müdahaleler yapılmalıdır. Bu da koca toplumu ne tek bir birey insana benzetmek, ne de metafor olarak bile olsa fiziksel/mekanik veya biyolojik/organik bir sisteme indirgemek demektir.

İşte bugün Türkiye’de büyük heyecan, umut ve kaygılarla beklenen “efsane yılın” ilk günü.

Çocukken ilk duyduğumdan beri pek beğenmiş olduğum bir deyişle de, “tüm yaşamımızın geriye kalan kısmının ilk günü”.

Toplumun uzun süredir içinde bulunduğu karanlık dönemden çıkışının hiç de kolay olmayacağı unutulmamalı. Ancak aydınlık yarınları yakına çekmek için umudu da asla bırakmamalı.

Tabii boş umutlarla veya “iyimserlik” adına değil; “her şeyin daha güzel, doğru ve iyi” olabilmesi için, yapılması gerekenlere bakmalı ve yapmalı.

Geçen hafta 2022’ye şöyle bir dönüp baktığım yazımda da dediğim gibi tüy bitmiş dilim de dönmek istemiyor olsa da,  biraz daha yazmalı.

Aslında yazılmıyor, konuşulmuyor da değil. Hatta tam tersine, aşırı derecede ve her kafadan çıkan seslerle muazzam bir gürültü üretiliyor. Katlanarak çoğalan “abukluklarla” geçmiş yılın metaforik dizilerinden “Sıcak Kafa”daki gibi, kafalar ısınıyor mu, üşütülüyor mu, belli değil!

Dikkatlerin dağıldığı, uyaran bombardımanına eleştirel değerlendirici filtreleme kullanılamadığı, hiç bir düşünceye odaklanılamadığı, sık biliş tutulmaları yaşandığı, bilinçsiz ahmaklık ve şiddet sarmalından çıkılamadığı ise kesin.

Zaten ne kadar yazılıp çizilirse çizilsin, yazılanlar diyalojik akılla okunup, birlikte sorgulanmadıkça ve düşünülmedikçe, o kadar kakofonik.

İster akademik, isterse medyatik tartışmalarda olsun monologların ötesine geçilemiyor olması trajikomik.

Bu toplumun bilinen evrensel yanlışların göz göre göre tekrarlamasına göz yummak veya kulak tıkamak iç siyaset açısından bile pragmatik filan değil. Sadece ve son derece patetik.

Hem “sözde”  çözümler arayıp, bol laf üretmek sadece boş retorik. Hem de pratikte sınanmış bilgileri hayata, yani “eylemde” geçirmemekte direnmek oldukça hipokratik.

Her şeyden önce ülkenin gerçek yaşamda yakalandığı tüm düşünsel, bilimsel, toplumsal ve beşeri güçlükleri kapsayan hayatî paradoksun ve temel çatışmanın adını da doğru koymalı: Demokratik – antidemokratik.

Nitekim Baharda yapılması beklenen Cumhurbaşkanlığı seçimine epeydir Cumhuriyet’in yüzüncü yılda yapacağı rejim tercihi gibi ağır bir anlam yüklendi. Tarih yaklaştıkça giderek de kötüleşecek yönetişim sarmalı ile daha da kesifleşecek tablo ise gayet belli: Daha çok konfüzyon ve daha çok panik.

Ülkede zaten alaturka veya ucube başkanlık sistemine geçildiğinden bu yana iktidar/muhalefet kutuplaşması hız kazandı. Her iki tarafın da araçsal demokrasi taktiklerini eline yüzüne bulaştırması arttı. Bu sürece baş sorumlu olarak öncülük edenler de tabii, siyasilerden de önce, akademik ve de medyatik.

Elbette siyasi popülist “analizler” ile toplumda dindar/laik kamplaşması, endişeli modern/ muhafazakar mahalleler olumlandı. Fakat bu söylemlerin siyaseten ülke yararına olmadığı ancak yeni yeni telaffuz edilebiliyor. Kaldı ki, ne kuramsal olarak doğru/geçerli idi zaten, ne de  analitik.

Çünkü bu türden anaakım ve statükocu kategorilerin çoğu zaten baştan ve son derece sorunlu. Her şeyden önce, bireysel/toplumsal karşılıkları yeterince “sahici” değil. Ve yapılan yanlışlar ne salt epistemolojik, ne estetik veya ne de etik; çoğunlukla da toplumsal pratikte ve ontolojik.

Zaten entelektüel ve bilişsel olarak yanlı ve kapalı olan bu söylemlerin çoğu ne bilimsel veya düşünsel senteze götürür, ne de toplumsal ve siyasi retoriklere hakim eril zihniyetin pek hayran olduğu gibi, diyalektik. Çünkü o anlamda değilse de, “yapay” anlamında sentetik.

Kimi tarihsel, kimi ekonomik, kimi sosyolojik, kimi siyasî ve benzeri perspektiflerden olaylara yaklaşıyor. Sorunu sendrom gibi teşhis etmek bile değil aslında, bolca etiket isim koyuyorlar. Yani çoğunlukla semptomatik ve diagnostik.

Öte yandan, tüm iyi niyetli ve yapıcı çabalar farklı derecelerde de olsa önemli. Ama tabii ki bu, postmodernizme (ve bence büyük bir yanılgı ile) sıklıkla atfedildiği gibi “her şey mübah” filan demek değil. Hemen her biri ve kaçınamadıkları biçimde, kendi dünya görüşü tercihleri, formasyonları veya mesleki bakış açılarınca fena halde konumlanmış durumda. Değerleri de ancak o sınırlar dahilinde ve ideolojik.

Fakat kendi bilimsel bilgilerinin açıklayamadığı veya siyasi muhakemelerinin tıkandığı her noktada, yani sıklıkla bu sınırlarının dışına çıkılıyor. 2022’nin en sık telaffuz edilmiş sözcüğü ise belki de “psikolojik”.

İlk kez bundan tam 170 yıl önceki yılbaşında, ekonomisiyle, yolsuzluklarıyla, devlet içi didişmeleriyle, dış ülkelerden medet ummalarıyla, vs bugünküne çok benzer bir tablo sergileyen Osmanlı İmparatorluğu için (yani o zaman tahttaki Sultan Abdülmecid için değil!) Çar I. Nikola’nın “hasta adam” tabirini kullandığını okuduk.

Daha sonra ortak görüş olarak yerleşmiş ve yaygınlıkla kullanılmış “Avrupa’nın hasta adamının” teşhisini tarihçiler ve diğer disiplinler kendi açılarından o zaman da koymuşlardır sanırım.

Zaten modern bir disiplin olarak Psikolojinin ortaya çıkması için Avrupa 23 sene daha bekledi. Psikanaliz ise başka akademik yazılarımda tartıştığım biçimde, Cumhuriyet’in oluşumu ile akran sayılır, hatta daha fazlası.

Bugün de yine dönüp dolaşıp gelinen psikanalizden ve  muhtelif düşünürler karşılaştırmalı olarak telaffuz edilmeye başlanan “radikal sevgi” kavramından kimin ne anla(ma)dığı ise belirsiz. Abukluk hali tam bir “yerli ve millî” epidemik.

Zaten her şeyin önüne arkasına “psikolojik” sözcüğünü eklemeseler bile veya bu alanın jargonunu paralamasalar da, vıcık vıcık “psikolojizasyondan” ve siyaseti kişiselleştirmekten alıkoyamıyorlar kendilerini. Bu durum da tabii  en hafif tabiri ile hayli ironik.

Çünkü bunu bir yandan da “rejim elden gidiyor”, “bu sistemin değişmesi gerek”, “demokrasiyi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi getireceğiz” denirken yapılıyor. Açıkçası sorunlar salt statik ve yapısal da değil; dinamik ve sistemik.

Öte yandan, bugün Türkiye’nin yoğun biçimde yaşanan, hatta daha çok “hasta eden” toplumsal sorunları en temelinde ne siyasî, ne ahlakî, ne dinî , ne ekonomik, ne sosyolojik, ne de hukukî: Herhangi bir değer yargısı atfetmeksizin ve kolektif anlamda psikopatolojik.

O halde, 2023’te başta siyasette ve tüm diğer alanlarda  iyileşmeler ile bu toplumun refaha ve huzura kavuşması gerçekten arzulanıyorsa eğer, öncelikle şu beş hususun da doğru  kavranması gerekecek:

  • Psikolojik olgular ve dinamikler ne psikiyatrist, psikolog, psikolojik danışman ve diğer akraba alanlardaki akademik/mesleki temsilcilerin ürettikleri ve yaptıkları ile özdeştir. Ne de başka disiplinlerin ismini Psikoloji ile yan yana getirerek, sözde melez yeni “uzmanlık (alt)alanları” türeterek üstüne çöktüğü, çöplerini attığı bir çöp sepeti veya yok sayıp paspas yaptığı bir “görünmez boşluk” alanıdır.
  • Kaldı ki akademik ve mesleki psikoloji bilgisi ve toplumsal pratikleri sadece “birey” ve onun “iç dünyası” ile ilgilenmez. İnsanın olduğu her entelektüel ve yaşamsal alana yayılmış durumdadır. Salt kendi ekosistemine gömük bireye bile bakılacaksa eğer, elbette salt lider veya diğer siyasetçilerin değil, her bilim veya meslek insanının, her siyaset veya iletişim danışmanın, her kanaat önderinin ve seçmenin de öznel psikolojileri ve ilişkisel psikodinamikleri vardır.
  • Eğer Türkiye’de “hasta” olan “adam(lar)” değil de “sistem” ise, sistemik psikopatolojiye sistemik müdahaleler yapılmalıdır. Bu da koca toplumu ne tek bir birey insana benzetmek, ne de metafor olarak bile olsa fiziksel/mekanik veya biyolojik/organik bir sisteme indirgemek demektir.
  • Bir kez daha öngörerek vurgulamam gerekirse eğer, 2023’te Türkiye’nin kolektif psikopatolojik tablosu daha da şiddetlenecek. Demokrasi-antidemokrasi çelişkisini sağlıklı biçimde çözmek için, farklı aktörlerin yapması zorunlu olanları mutlaka zamanında yapması gerekir. Çünkü her psikopatolojik, psikolojik ve psikanalitik olan aynı zamanda da zaten politiktir.
  • Dolayısıyla bu ülkede kimlerin Noel ağacını günah bulup bulmadığı ilgisiz. İsterse bu âdet Nardugan Bayramı ritüelinin Hunlar ile Avrupa’ya aktarılması ile “özünde” Orta Asya Türklerinden çıkma olsun, önemsiz.

Dinî veya etnik milliyetçiliklerin siyasetin emrine amade popülizmle araçsallaştırılarak sömürülmesinin bugünden sonra, ne bu topluma, her hangi bir kesimine veya bireyine, ne de sandık oylarını artırmaya yararı var.

Sonuç olarak ,Türkiye kendi gerçekleriyle yüzleşmeden ve sistemik paradigmatik değişime sistematik biçimde ve hemen “şimdi-burada” başlamadan, Cumhuriyet için aradığı “demokrasi tacını” filan kesinlikle bulamaz.

Gerçekler ister kötü(mser), isterse iyi(mser) olsun. İster mafyatik şantaj videoları, devletin kozmik oda sırları, ister kozmik efsaneler gibi yerin veya bilincin altında gizli ve karanlıkta, ülke sınırlarının veya bilincin dışında tutulsun. Bilince gelmelerine ve “arınmaya”  ister senede bir gün, isterse her gün meşru izin, onay veya kabul verilsin.

Nitekim artık ülkenin bu tablosuna eleştirel psikanalitik açıdan bile, aşırı uzamış bir “geçiş dönemi” ve “emeklemek” filan bile denemez; “yerlerde sürünmek” denir.

Öyleyse, onca acıya rağmen 2022 boşa yaşanmış olmasın ki, 2023 de herkese daha hoş gelsin, hoşluklar getirsin!

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI