Peki, kimi suçlamalıyız? Hiç kimseyi. Herkesin işin içinde olduğu bir durumda suçlu aranmaz. Ayrıca suçlu bulmaya gerek yok. Bazen kimse suçlu olmasa da herkes sorumlu olabilir. İşte deprem öyle bir şey.
6 Şubat Büyük Anadolu Depremi 44 bini aşkın canımızın hayatına mal oldu. Bölge kentleri ciddi ölçüde hasar kördü. Hala yas dönemizdeyiz. Mahvolan hayatların ardından normalleşme çabaları başladı. Ama 1999 Deprem tecrübesinden dolayı biz biliyoruz ki o şehirler yeniden kurulsa da, giden hayatlar bir daha geri gelmeyecek ve korkuyla sabahlayan milyonlarca insan bundan sonraki hayatında o korku dolu anlara sürekli bir şekilde geri dönecek. Bu tür büyük olaylarda normalleşme ancak kısmi bir şekilde söz konusu olabilir. Hiçbir şey tam olarak eskiye dönmez çünkü.
Tüm bu acılar yaşanırken depremin ilk gününden itibaren bir “suçlu kim” tartışması yaşanmaya başladı. Muhalefet açıkça iktidarı suçladı. AFAD’ın yetersizliği temel eleştiri konusu. Arama-kurtarmaya geç başlandı iddiasından bölgedeki koordinasyonsuzluğa kadar pek çok tez duyduk bugüne kadar. Hükümete yönelik bir diğer eleştiri alanı imar afları. Siyasi iktidar oy uğruna kaçak ve yetersiz binalara göz yumdu.
İmar affı tartışması çok yüksek perdeden olmasa da “biz nasıl bir toplumuz” soruşturmasıyla birlikte sonuç doğurdu. Yüzbinlerce eksik, kaçak, plansız binayı kim yaptı? Vatandaşlar tabii ki. İnşa edilen binalarda kolonları kim kesti? Üç beş müteahhidi tutuklamak büyük resmi değiştirmiyor. Ülkede çok ciddi bir konut yapım ahlakı sorunu var.
Kısaca “halkımızda da sorun var kardeşim” diye ifade edebileceğimiz bu tezin arka planındaki sosyolojiyi açık yüreklilikle konuşmalıyız. Şüphesiz ki iktidar ve muhalefet olarak siyaset kurumu bu ülkede alınan her karardan sorumludur. İmar barışından muhalefetin elindeki Hatay Belediyesine kadar devlet aygıtına yönelik eleştiriler de belli ölçüde haklılık payı var. Siyasi iktidar imar barışı gibi bir yasa çıkarmamalıydı. Belediyeler ise müteahhitlerle çok yakın ilişki içine girmemeli, her binayı ciddi şekilde denetlemeliydi.
Burjuvazi sadece burjuva ahlakı bakımından değil, kent kültürü bağlamında da önemli. Bu genel çerçevenin sonrası ise çorap söküğü gibi geliyor. Hazine arazisine gecekondu yapan milyonlarca vatandaş ile o vatandaşları af eden siyaset kurumu modernleşemeyen Türkiye’nin hüzün dolu hikayesinin kaçınılmaz sonuçları.
Bu tespit haklı olmakla birlikte yetersiz. Çünkü imar barışı zaten yapılmış olan yüzbinlerce binaya yönelikti. O barışı çıkarmamın alternatifi nedir? Eksik ve hatalı tüm binaları yıkmak mı? Bizimki dahil olmak üzere hiçbir devletin gücünün buna yetmeyeceği açıkça ortada. Siyasetin bazı temel sosyolojik, kültürel ve ekonomik eğilimler ya da yapılar üzerinde söz konusu olduğunu kimse unutmamalı.
Siyaset boşlukta, insanlar yokmuş gibi, bir takım temel ilkelere göre yapılmıyor. İmar barışı kararları belli aralıklarla Meclisten çıkmakta. Çünkü ilk gecekondunun İstanbul’a yapıldığı andan beri köyden kentte, küçük kentten büyük kentte kontrolsüz bir göç var. Son 70 yılda yaşananlara daha etkin kamu müdahalesi mümkün müydü? Şüphesiz ki evet. Kent planlaması yapamaz mıydık?
Kamucu bir mantıkla kentlerin planlanmasına ne kadar ihtiyacımız olduğunu yaşadığımız her depremde bir kez daha yaşıyoruz. Ancak kentleşme diğer büyük sosyolojik eğilimler gibi hükümetlerin tam anlamıyla kontrol edemediği, etmenisin de mümkün olmadığı bir mesele. Ayrıca kent planlamanın bir sınırı var. Dünyadaki hangi büyük kent tümüyle planlı?
İmar aflarını veya belediyeleri konuşmaya doğrudan kendilerinden değil Türkiye’deki temel modernleşme dinamiklerinden başlamak lazım. Osmanlı-Türkiye toplum yapımızın bazı özellikleri yüzleşmemiz gereken asıl meseleler. Hiçbir zaman özel mülkiyet temelli güçlü bir sivil toplumumuz olmadı. Sivil toplumun ve özel mülkiyetin zayıf olduğu yerlerde burjuva sınıfı cılız kalıyor. Burjuva ahlakının yokluğu kent dinamikleri en baştan sakatlamakta. Çünkü burjuvazi sadece burjuva ahlakı bakımından değil, kent kültürü bağlamında da önemli. Bu genel çerçevenin sonrası ise çorap söküğü gibi geliyor. Hazine arazisine gecekondu yapan milyonlarca vatandaş ile o vatandaşları af eden siyaset kurumu modernleşemeyen Türkiye’nin hüzün dolu hikayesinin kaçınılmaz sonuçları.
Peki, kimi suçlamalıyız? Hiç kimseyi. Herkesin işin içinde olduğu bir durumda suçlu aranmaz. Ayrıca suçlu bulmaya gerek yok. Bazen kimse suçlu olmasa da herkes sorumlu olabilir. İşte deprem öyle bir şey. Bir şeyleri gerçekten de değiştirmek istiyorsak kent kültürüne, burjuva ahlakına ve sivil topluma özerk bir şekilde gelişebileceği sosyolojik imkanlar tanımalıyız. Bakış açımızı değiştirme konusunda kararlılık sonraki kuşakları kurtarma yolunda bir umuda dönüşebilir.