İran ambargolarının delme süreci İran devletinin bir politikası olarak uluslararası büyük bir suç örgütü tarafından gerçekleştirildi. Türkiye ayağında da sadece Halkbank bulunmuyor, pek çok kurum ve aktörün varlığı söz konusu.

Halkbank, ABD’nin İran ambargolarını deldiği gerekçesiyle ABD yargısının kıskacı altında ve eğer karar Halkbank’ın aleyhine sonuçlanırsa Türkiye’yi çok önemli ekonomik ve siyasi sorunlar bekliyor olacak. Halkbank’ın avukatı Robert M. Carry, 71 sayfadan oluşan savunma dilekçesini New York'taki İkinci Bölge Temyiz Mahkemesi’ne sundu. Halkbank davasını gündemine alan ABD Anayasa Mahkemesi, 19 Nisan’da kararı yeniden değerlendirmesi için New York İkinci Bölge Temyiz Mahkemesi’ne göndermişti. Bu kararın nasıl sonuçlanacağı beklenirken ambargo delme sürecinin İran ve Türkiye devletleri arasında girift ilişkiler ve menfaat bağları vasıtasıyla gerçekleştiğini gözden kaçırmamak gerekiyor.

İran’a yönelik Amerika, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerin uyguladığı ambargolar devam ederken İran devletinin farklı kanatlarının doğrudan desteği ve girişimiyle ambargolar delindi. İran halkının milyarlarca dolar petrol parası temel ayağı İran’da olan, uluslararası bir suç örgütü tarafından zimmete geçirildi. Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığının ikinci dönemine tekabül eden 2010 yılında daha da yoğunlaşan ambargo delme süreci, İran’ın bütçe geliri elde etmek için meşru gördüğü bir devlet politikası hâline geldi. Öte taraftan, resmin tamamını kavrayabilmek için Babek Zencani’nin İran’da yargılandığı dava ile Rıza Sarraf’ın ABD’de yargılandığı davaya da bakmak gerekiyor çünkü biri suçsuz olduğunu söylerken, diğeri itirafçı oldu.

Babek Zencani, İran’a uygulanan ambargoların delinmesi noktasında “özel sektör” ayağının en önemli ismi. Babek Zencani önceleri sadece ambargo delmeyle elde edilen petrol parasını İran’a aktarıyordu. Sonraları bizzat petrol satışı işine de girmesiyle birlikte şirketlerinin ticaret ve para dolaşımı hacmi öyle bir noktaya ulaştı ki sonunda Amerika ve Avrupa Birliği tarafından tespit edildi ve kara listeye alındı. Nihayetinde İran devlet yönetiminin değişmesiyle birlikte farklı kanatların mücadelesine kurban gitti ve idam istemiyle yargılanmak üzere dördüncü kez cezaevinin yolunu tuttu. Yargılama sonunda idam cezası alan Zencani’nin cezası onansa da 9 yıldır henüz cezası infaz edilmiş değil.

Bir demir yolları işçisinin oğlunu düşünün; 20’lerinin başında Tahran piyasasında günde 17 milyon dolarlık döviz işi yapsın, 30’larının sonuna doğru o kadar büyük bir servet sahibi olsun ki Amerika’da bile ondan daha zengin sadece 28 kişi olsun, Amerika ve Avrupa Birliği onu kara listeye alsın, Çin Ordusuna bir telefonla iş yaptırsın, Dubai’de havaalanında tutuklanmak üzereyken İran İstihbaratı tarafından kurtarılsın ve elçilikte yatırılsın, İran ambargo altındayken Ukrayna’daki kendi havayolu şirketini dolandırarak 11 uçağı Tahran’a indirmeyi başarsın, cumhurbaşkanlarına bir telefon mesafesinde olsun, bakanlarla birlikte seyahate çıkmak onun için günlük bir iş olsun, 4 kez cezaevine girsin, 40. yaşını cezaevinde idam gölgesi altında kutlasın…

Babek Zencani işte böyle biri. Türkiye kamuoyu onun ismini ilk kez Onur Air’in gizli hissedarı olduğu iddialarıyla duydu ama Zencani 20’li yaşlarının başından itibaren hep Türkiye’deydi. 17 Aralık operasyonunda Rıza Sarraf’ın tutuklanmasıyla birlikte, Zencani’nin adı “Rıza Sarraf’ın Patronu” olarak yine karşımıza çıktı. Babek Zencani, aslında Rıza Sarraf’tan ziyade babasıyla uzun zamandır ilişki içindeydi ve Türkiye, İran, Irak ve Dubai gibi ülkelerde yaptıkları altın-döviz ticaretinde bir nevi meslektaş sayılırlardı. Her ikisinin de Tebriz şehrinde sanayi tesisleri vardı ve İran devletiyle sıkı bir ilişki içindeydiler. Rıza Sarraf’ın babası Hacı Hüseyin Sarraf, İran-Irak savaşı döneminde pek çok alışverişte çeşitli şekillerle İran devletinin yanında oldu ve destek sağladı. Savaş sonrasında İran’a dönen Baba Sarraf, devletle güçlü ilişkilerini sürdürdü ve altın-döviz işlerinin yanı sıra sanayi sektöründe de büyüdü.

Babek Zencani’den ambargoları delip İran’a para alışverişlerini sağlamasının önünü açan ve bundan büyük paralar kazanan İran devletinin o dönem görevde olduğu kanadıydı.

Özellikle Ahmedinejad hükümetiyle sıkı bir ilişkisi vardı. Rıza Sarraf ise 2010 yılından itibaren “Baba Mesleği” olan altın-döviz işinde Babek Zencani’yle aktif olarak çalışmaya başladı. Babek Zencani’nin mahkeme sürecinde verdiği ifadeler, Tahran Başsavcılığının ortaya koyduğu deliller ve İran makamlarının yaptığı açıklamalara bakıldığında, bu birlikteliğin asıl amacı İran’a karşı uygulanan ambargoları delmek ve yapılan iş için komisyon almaktı. 2013 yılında İstanbul Atatürk Havaalanında yakalanan ve Zencani’ye ait olan 1.5 ton altın bu ittifakın bariz örneğidir. İran’a uygulanan ambargolar hem Zencani’yi hem de Sarraf’ı büyüttü. Babek Zencani kimdi ve genç yaşına rağmen nasıl böylesi bir servetin sahibi olabilmişti?

İran-Irak Savaşı bittiğinde, Babek Zencani 16 yaşında bir gençti ve işe Tahran pazarında küçük bir kuyumcuda çıraklıkla başlamıştı. Liseden mezun olduktan sonra askere gider ve dönemin Cumhurbaşkanı Rafsanjani’nin emriyle Merkez Bankasın Başkanının makam şoförü olarak çalışmaya başlar. Dönemin Merkez Bankası Başkanıyla olan bağlantılarını kullanarak 20’li yaşlarının başında Tahran pazarında günde 17 milyon dolarlık döviz satmaya başlar ve zamanla işlerini büyütür. 20 yaşındayken ihracat işine de el atar, İran’dan Türkiye’ye deri göndermeye başlar ve serveti büyümeye devam eder. 22 yaşındayken ilk cezaevi deneyimini yaşar ve karşılıksız çeklerden dolayı 2 yılını hapiste geçirir. Cezaevinde de ticareti sürdürür ve hapishane kantinini işletmeye başlar. Bu işten iyi para kazanan Zencani, cezaevinde bir de kitap yazar.

Cezaevinden çıktıktan sonra, deri ticaretinden kalan alacaklarını toplamak için kaçak yollardan Türkiye’ye gelir. Dönüş yolunda tekrar yakalanır ve ikinci cezaevi serüveni başlar. Kısa bir süre sonra para cezasını öder ve serbest kalır. Yine deri ticareti işine dönen Zencani, malvarlığının büyük bir kısmını Türkiye’ye kaydırır ve burada yaşamaya başlar. İran’da da işlerini devam ettirir ve örnek iş adamı olarak İran eski Cumhurbaşkanları Hatemi ve Rafsanjani’den ödüller alır. İranlı bir iş adamından bölgede güçlü bir milyardere dönüşme yılları da böylece başlar ve Zencani uluslararası yatırımlarla pek çok alana el atar. 10 yıl içinde kendi beyanıyla 64 şirket, 17 bin çalışan ve 13.5 milyar dolar servetle büyük bir imparatorluk kurar. Şöyle ki, 2014 yılında Forbes dergisi Amerika’nın en zengin 400 kişisinin ismini açıkladığında, bu listeden sadece 28 kişi Babek Zencani’den daha zengindir.

Güç ve servetin doruğunda olduğu bir dönemde Babek Zencani bir anda üçüncü kez cezaevine girer ve 2 ay hapiste kalır. Zencani, bir çek yüzünden hapse düştüğünü söylese de cezaevine girdiği dönem İran’ın içinde bulunduğu koşullar açısından manidardır. Yıl 2009’dur, İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmış, Ahmedinejad ikinci kez iktidara gelmiş ancak seçimde hile yapıldığı gerekçesiyle sokaklar karışmış, İslam devriminden sonra İran en geniş halk eylemleriyle karşı karşıya kalmış ve güvenlik güçleri olayları kanlı bir şekilde bastırmıştı.

Devrim Muhafızları ve İran İstihbaratı başta olmak üzere, dönemin bakanları ve Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’a kadar uzanan bir organizasyonun olduğu Zencani’nin yargılandığı dava sürecinde ortaya çıktı.

O dönemde Babek Zencani’nin İran’a toplumsal olayları bastıracak teçhizatlar ithal ettiği ve İstihbarat Bakanlığı ile mali anlaşmazlığa girdiği gerekçesiyle hapse atıldığı hep tartışıldı. Serbest kaldıktan sonra, Babek Zencani yepyeni iki alana el atar: sinema ve futbol. Devletteki bağlantılarını da kullanarak önce Demir Yolu Futbol Kulübünü satın alır. Sonrasında İran’ın en büyük futbol kulüplerinden Persepolis’i de almak için yoğun girişimlerde bulunur ama başaramaz. Sonrasında kurduğu şirketlerle İran’ın tanınmış üst düzey aktör ve aktrislerinin rol aldığı film ve reklâmların yapımcılığını üstlenir.

Babek Zencani’yi büyük bir yolsuzluk figürü hâline getiren ve bir şekilde sonunu da hazırlayan süreç ambargoları delmek için devletle çalışması ve petrol satış işine girmesiyle başlar. İran İslam Şura Meclisi bir karar alır ve petrol satışına özel sektörün de dâhil olmasının yolunu açar. Bu karar 1951 yılında dönemin Başbakanı Musaddık’ın İran petrolünü millileştirdiği ve devlet tekeline aldığı yıldan buyana bir ilk niteliğindeydi.

Ne hikmetse özel sektörden bu işte Babek Zencani dışında kimse para kazanamadı ve İran meclisinin kişiye özel yasa çıkardığı anlaşılmış oldu. Aslında Babek Zencani’den ambargoları delip İran’a para alışverişlerini sağlamasının önünü açan ve bundan büyük paralar kazanan İran devletinin o dönem görevde olduğu kanadıydı. Devrim Muhafızları ve İran İstihbaratı başta olmak üzere, dönemin bakanları ve Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’a kadar uzanan bir organizasyonun olduğu Zencani’nin yargılandığı dava sürecinde ortaya çıktı. Babek Zencani’nin şirketleri üzerinden ambargoların delinebildiğini gören pek çok devlet şirketi Zencani’yi bir köprü olarak kullandı.

Görüldüğü üzere; İran ambargolarının delme süreci İran devletinin bir politikası olarak uluslararası büyük bir suç örgütü tarafından gerçekleştirildi. Türkiye ayağında da sadece Halkbank bulunmuyor, pek çok kurum ve aktörün varlığı söz konusu. Bakalım ABD yargısının kararı ne olacak ve bu durum Türkiye’ye nasıl yansıyacak…