Haftanın Çevirisi | Yüksek finans: Çekip çıkarmacı bir sektör – Saskia Sassen’le mülakat

Saskia Sassen’le Transnational Institute, State of Power 2019 raporu için yapılan mülakat

Nick Burton, tanınmış sosyolog Saskia Sassen’le 2018 ‘in sonuna doğru mülakat yaptı. State of Power 2019 raporumuz için Sassen’le iki temayı ele alma isteğindeydik. İlki finansın bugün şehirlerin doğasını nasıl değiştirdiği, ikincisi finansın yeni yerinden etme ve mülksüzleştirme biçimlerini nasıl desteklediği. Mülakat “yüksek finans”ın gücündeki çatlaklar ve yurttaş hareketlerinin demokratik denetimi ilerletmek için nelerden faydalanabileceği üzerine bir tartışmayla sona eriyor.

Saskia Sassen

Bugün finans ne kadar güçlü ve gücünü nereden alıyor?

Öncelikle finans geleneksel bankacılık ile karıştırılmamalı. Bankalara ihtiyaç var – para satıyorlar – finans ise bir çekip çıkarma (extraction) tarzı, aynen madencilikte olduğu üzere: bir kez değer çekip çıkartıldı mı bununla ne yapıldığı umurlarında değil. Geleneksel bir banka, müşterilerinin çocuklarının gelecekteki müşterileri olmasını ister, bu nedenle ilişkilere önem verir; ancak finans kişisel düzeyde, bu müşteriler çok çok zengin olmadıkça bununla ilgilenmez.

İkincisi finans tehlikeli bir sektör, çünkü finansçılar neredeyse her şeyi finansallaştırmanın bir yolunu buldular. Ve bunu geleneksel bankacılık uygulamalarıyla değil algoritmalar ve son derece spekülatif manipülasyonlarla yapıyorlar. Tavsiye sundukları her kimse, ondan ziyade kendilerine hizmet edecek araçlar icat ettiler. Bu, müşterileri kaybetse de kendilerinin genelde kaybetmediği anlamına geliyor.

Örneğin ABD’de öğrenci borçlarını alalım. Artık (daha ziyade mütevazı hanelerin aldığı bu borçlar) bir trilyon doları aştı. Bir banka faiz uygulamak dışında bu borçla ne yapacağını bilemez. Ama insan maliyeti genelde yüksek olsa da, finans için işlenecek malzemenin oldukça büyük bir borç olması gerekse de, finans bunu işleyebilir. Çünkü borç sahipleri için (örneğin öğrencinin anne babası için) sadece borç söz konusu iken finans buradan bir şey kazanabilir.

 

Finans borçtan (faiz oranları dışında) değer çıkartabilir, çünkü finansal şirketin yararına ve borçlunun zararına olacak biçimde buna olanak tanıyan karmaşık araçlar geliştirdiler.

Başka bir örnek verecek olursam, ABD Orta-Batısında sac metal yüklerini oradan oraya taşıyıp duran kamyoncularla mülakat yaptığımda ne yaptıkları hakkında bir fikirlerinin olmadığını söylediler. Yüklerini dolaştırmalarının nedeninin Goldman Sachs’ın, bundan faydalanmak üzere, fiyat yükseltmek amacıyla inşaatlarda kullanılacak metal kıtlığı görüntüsü yaratmak üzere teslimatı kasten geciktirmesi olduğu ortaya çıktı.

Bu örnek benim finansın üçüncü boyutu olarak düşündüğüm şeyi, finansın üretim ve tüketimden ayrı biricik bir alan kapladığını gösteriyor. Para ve yatırımdan, metallere ve petrole her türlü malzeme üzerinde spekülasyondan kar elde edilen bir alan.

Bunu yapabilmenin anahtarlarından birisi algoritmik matematik kullanmak. Ortalama insan bu karmaşık tarzda refah çekip çıkarma yollarını pek bilmiyor ya da bunu anlamıyor.

Ama finans alanındakiler bu araçların riski dengeleme ve büyümeyi desteklemeye yardımcı olduğunu ileri sürmüyorlar mı?

Kesinlikle finans çok sayıda aktör için olumlu sonuçlar üretti. Dikkate değer düzeyse servet yarattı. Ancak bu serveti üretmek ve biriktirmek için başka bir sürü şeyi kullandı ve ciddi zararlar verdi: finansın devasa kazançları gökten düşmedi. Bunlar elde edildi ve elde etme süreci haneler, geleneksel bankalar, firmalar, belediyeler, hükûmetler ve daha başka bir sürü aktöre ciddi zararlar verdi.

Örneğin Kaliforniya’nın kamu sektörü emeklilik fonu CALPERS, uzun zamandır emeklilerine kayda değer faydalar sağlayan iyi yönetilen bir fon. Ama CALPERS, emekli işçileri değil kendilerini düşünen güvenilmez finansçıların tuzağına düştü. Sonuç yeni yöneticilerin zenginleşmesi, ama emeklileri etkileyecek şekilde işçilerin fonunun para kaybıydı.

Bu durum çok sayıda Batı ülkesi emeklilik fonunda da oluyor. Örneğin bir grup Hollandalı araştırmacı yakın dönemde Hollanda emeklilik fonlarının yönetilmesini izlemeye başladı. İşçilerin emeklilik fonlarının yatırımlarının bazılarının çok daha iyi yapılabileceği görülüyor. Şimdiden bu fonları yöneten finansal şirketlere giden yüzdeyi azaltmayı becerdiler.

Finansal şirketlerin yönettiği emeklilik fonlarına olanlar gerçek kötüye kullanımın sadece ufak bir kısmını gösteriyor. Bu ciddi bir konu.

İşleri karmaşıklaştıran şeyse sadece yolsuzluk değil ayrıca işçilerin emeklilik fonlarının, fon yöneticilerine aşırı aktarımlar sağlayacak şekilde maniple edilmesi. Finansın karmaşıklığı ve ortalama işçinin ne olduğunu anlamasının zorluğu göz önünde bulundurulduğunda bunun kolayca yapıldığı ortaya çıkıyor. Ama elde veriler var: kanıtlar birçok örnekte emeklilik fonlarını yönetenlerin, yönetim “işi” için gereğinden çok daha fazla para aldığını gösteriyor.

Yine bana göre bu, finansın nasıl bir çekip çıkarma mantığı olduğunu gösteriyor. Geleneksel bankacılık sadece ticaridir: bir bedel karşılığında bir şey satar, finans ise çekip çıkarmacıdır.

Günümüzün küresel şehrinde finans ne kadar önemli? Finansın gücü açısından şehirler ne kadar önemli?

Finansal sektör yüksek biçimde dijitalleşmişken aynı zamanda güçlü bir maddi varlığının olması ve bunun şehirden daha fazla mevcut olduğu herhangi bir yerin bulunmaması, sektörün bir ironisi. Böyle maddi bir varlığa ihtiyaç duymayacağını düşünürsünüz – çoğu işlem elektronik! Ancak aslında iki farklı yoldan önemli kentsel mekânları ele geçirdiler.

Birincisi zengin finansal şirketlerin gösterişli binaları. Ama, pek görünür olmayan ikinci bir mekân da var artık. Bunu ilkin Hong Kong ve New York gibi büyük şehirlerin finansal merkezlerinde fark ettim: finansçıları ve bilgisayarlarını, toplantı odalarını barındıran binaların yanında artık gece gündüz sürekli işleyen, son derece gelişkin bilgisayarların bulunduğu büyük depolar bulunuyor. Bu bilgisayarlar aynı zamanda neyin tercih edilir bir yatırım olduğunu, neyin olmadığını tartan en karmaşık algoritmik matematik hesapları yapıyor.

Elektronik devrim aslında son derece farklı, oldukça maddi unsurlar gereksiniyor ve bu yeterince tartışılmıyor. Finansın ihtiyaç duyduğu önemli bir altyapı unsuru olan fiber optik kablolara bakarsanız, bunların okyanuslara, şehirler ve binalar arasına yerleştirilmesi gerektiğini görürsünüz.

Burada hız esas. Örneğin Şikago ve Manhattan’ın finansal merkezleri arasındaki önemli bir fiber optik kablo, ufak bir sapma, işlemleri saniyenin kesiri kadar geciktirdiğinden tekrar döşendi. Hız her şey haline geldiğinde saniyelerin kesirlerini kurtarmak için fiber optik kabloda ufak bir kıvrımı düzeltmek ek maliyete değiyor.

Bu aşırı bir üretim tarzına dair bir öngörü sunuyor. En azından karada, buna denk düşen az sayıda başka örnek var, ama uydular arası uzay operasyonlarında muhtemelen başka örnekler vardır.

Peki, bu, şehirleri nasıl biçimlendiriyor ya da yeniden biçimlendiriyor?

Londra, New York, Şikago ve Paris gibi büyük Batı şehirlerinin bir ölçüde yoksullaştığı 1980’ler ve 1990’lara dönüp bakmakta fayda var. Orta sınıf giderek banliyölere taşınıyordu.

Medya şehirlerin yoksullaştığına, insanların eşitsizlik, uyuşturucular, suç vb. nedeniyle ayrıldığına dair çok sayıda makale yayımladı. Ancak aynı sıralarda yeni bir ekonomi ortaya çıktı. Finansallaşma, küreselleşmenin yönlendirdiği bir ekonomi ve böylece dünyada çeşitli ekonomilere dair uzman bilgisine duyulan ihtiyaç hızla arttı.

Şirketler küresel piyasaya girmeye hazırlanır ve her biri farklı ekonomi tarzlarına sahip çok sayıda ülkede faaliyet sürdürmeye ihtiyaç duyarken bütün bilgiyi (hukuki tavsiye, yatırım seçenekleri vs.) şirket içinde üretemeyeceklerini fark ettiler. Bu ise küresel bir şirketin ihtiyaç duyacağı şeyleri temin eden son derece uzmanlaşmış şirketlerin sayısının artmasına neden oldu. Buna “aracı ekonomi” ismini veriyorum.

Durum, benim küresel şehirler dediğim büyük şehirlerde yeni bir ekonomi tipinin oluşumuna yol açtı. Bu şehirlerin en önemli göstergesi aracı sektörün, küresel şirketlerin küresel olarak faaliyetlerini sürdürebilmeleri için ihtiyaç duyduğu bütün bilgi ve tavsiyeleri sağlayabilecek son derece uzmanlaşmış yüzlerce şirketi barındırmasıdır. Etkilerinden birisi sadece zarif ofisler için değil, aynı zamanda üst düzey konutlar, restoranlar, mağazalar, oteller ve evet hiç durmadan çalışan o bilgisayarlar için gitgide daha fazla mekânın ele geçirilmesidir!

Büyük şehirlerde gelişen, yüksek gelirli bir emek gücü yaratan ve pahalı konutlar, restoranlar, mağazalar ve otellerin sayısının muazzam artışına yol açan bu aracı sektördür. Söz konusu dönüşüm oldukça fazla paraya sahip, dünyayla bağları kuvvetli ve sık seyahat eden yeni bir orta sınıf türünün genişlemesidir.

Bu tür bir üst düzey dünyayı sadece Batı tarzı şehirlerde değil, aynı zamanda Çin’deki büyük şehirlerde, Tokyo, Mumbai, Bangalor, Nairobi, Buenos Aires vb.de görüyoruz. Söz konusu büyük şehirlerin geri kalan kısımları çoğunlukla yoksul ve düşkün olabilirler. Ama mevcut kentsel durumun merkezi bir özelliği üst düzey işletmeler, rezidanslar, oteller vb.nin oluşturduğu çekirdektir.

1980’lerde dijitalleşmenin yükselişiyle çoğu uzmanın şehirlerin daha az önemli hale geleceğini tahmin ettiğini hatırlamak gerek. Öyle olmadı!

Ayrıca büyük şehirlerin zenginleşmesi aynı zamanda daha geleneksel meslekleri, büyük şehirlerin merkezi bölgelerinde yaşamayı artık karşılayamayan mütevazı orta sınıfı (muhasebeciler, öğretmenler, doktorlar), hemşireleri, itfaiyecileri, emniyet görevlilerini yerinden etti. Bunun anlamı belediyelerin bu tarz vazgeçilmez çalışanlar için fazladan para ödemek zorunda olması.

Ayrıca, sadece malları değil binaları da finansallaştırdığından şehirlerimizi biçimlendiren bir yüksek finans dünyası mevcut. Ortalama kent sakini bunu görmese de, algoritmalarını kullanarak, bir binayı, bir katı hatta bir tuvaleti dahi varlığa dayalı menkul kıymet haline getirebilirler. Varlığa dayalı menkul kıymet olarak işlev görüyorsa, şehirdeki bazı boş binalar dahi kar getirebilir.

Eşik altı ipotek krizinde eğri negatife döndüğünde bu işleyişi gördük. Çoğu aile oyunda kalan bazı şirketlerle birlikte iflas etmiş ve çöküşten zarar görmüş olsa da, bazıları refahı çekip çıkarmayı ertelemediler ve devam ettiler.

Çok sayıda Avrupa ve ABD menşeli finansal şirket bu varlığa dayalı menkul kıymetlerden çokça para kazandılar ve FED’in miktarsal genişlemesi (QE) sırasında devasa miktarlarda para pompalaması sayesinde iflastan kurtuldular, ayakta kaldılar ve geliştiler.

Şehirler de etkilendi. İtalya’da bir grup şehir 2018 ortalarında aynı dönemde iflas etti: bir kredi değil de aynı türevi satın aldıkları ortaya çıktı. Şaşırtıcı olan şehirlerin finansallaşmış hale gelme ve kötü kredilerle uğraşma yollarını görmenin insanlar açısından bu kadar uzun sürmesidir. Bu tür vakaların ilki ünlenmişti: 20 yıl önce Kaliforniya Orange County’de bu yaşanmıştı, ama bir şey öğrenmedik.

Finansal gücün olası çatlakları ya da zayıflıkları nerelerde bulunuyor?

Finans bir maden gibi: çekip çıkartıyor, sonunda çıkartacak bir şey kalmıyor. Bu nedenle bir eğri gibi hareket ettiğini söylüyorum. Finansal sektörün ne kadar çıkartabileceğine dair sınırlar var. Ama kamusal yetkililer maliyetin farkına vardıklarında, sektör yeterince fayda sağlamış ve başka bir yere gidebilecek oluyor.

Şu an sorun bir sonraki büyük çekip çıkartma alanının ne olacağı. Finansallaştıracak ne kaldı? Varlığa dayalı menkul kıymetler halen popüler, konut spekülasyonu da öyle. Çin, finansallaştırılabilecek başka bir büyük alan ancak bunun nasıl gerçekleşeceği net değil. Ayrıca sistemde bir miktar duraksama var ve her şeyin o kadar iyi gitmediği hissiyatı söz konusu. Ne olacağına dair net bir şey söylemeye henüz istekli değilim.

Şehirler anlamında da çatlaklar var. Bir şehir, sıra dışı ekonomik, toplumsal, dini ve kültürel karışımlarla oluşan açık fakat karmaşık bir sistemdir. Farklı dünyalardan aktörlerin sabit ilişki kuralları olmaksızın karşılaştığı bir uç sistem. Çoğu büyük şehirde artan oranda mütevazı orta sınıf mensubu çepere itiliyor. Ancak insanlar şehirlerin harekete geçirmesi ve karşı güçler oluşturmasına alışıklar. Kanımca Fransa’da “sarı yelekliler”in mücadeleleri yukarıda tarif ettiğim aşırı güçler göz önünde bulundurulduğunda bir istikrarsızlık anına tekabül ediyor – ve istikrarsızlığın buyur edileceği bir bağlamdayız.

Yurttaşlar finans üzerinde demokratik bir denetimi nasıl yeniden tesis edebilirler?

Finansal güç karşısında stratejik olarak mücadele vermek için onun maddi bir bileşeninin bulunduğunu hatırlamakta fayda var. Tamamen soyut bir şey değil. Örneğin bankalar ve şirketlerin sahip olduğu boş binalar olduğunu biliyoruz ve aynı zamanda büyük bir konut krizimiz ve fahiş konut fiyatı artışları var. Bu yüzden şehirlerimizdeki yapılı çevre, talepte bulunmak için, şikâyet etmek için bir platform sunuyor; konuşmak için bir fırsat.

Medya ve politikacılar, Birleşik Devletler’de 14,5 milyon insan evini kaybederken miktarsal genişleme yoluyla bankalara muazzam paralar gitmesi skandalı şöyle dursun, finansın köklü dönüşümünü görmezden geldiler. ABD Kongresi bu konuda hiçbir halt etmedi. Ne yaptıklarını açıklamaları için siyasetçilerin anlamadığı şekilde açıklamalarda bulunan fakat siyasetçilerin karşılarında aptal görünmemek için anlıyor gibi davrandığı finansçıları davet ediyorlar, sonra finansçılar onlara ne söylüyorsa kabul ediyorlar.

Ekonomilerimiz o kadar karmaşık hale geldi ki biz yurttaşların siyasetçiler arasında, çevreden finansa kadar ele alınacak farklı konularda, uzmanların yer almasını sağlamamız gerekiyor. Her düzeyde; belediye, bölge, eyalet düzeyleri ve uluslararası düzeyde bugünün demokrasilerinde finans ve çevre dâhil bazı karmaşık meselelere dair bilgili hale gelecek ya da buna adanmış az sayıda insanın bulunmasını sağlamamız gerek. Sıra dışı yeniliklerle – sadece finansta değil, aynı zamanda tıbbi, biyolojik alanlarda da – Birleşik Devletler’de görülenin aksine, görüş bildirebilecek olan ve bundan faydalanan şirketlerden para almayan uzmanlara ihtiyacımız var.

Emeklilik fonlarındaki sorunları gören, bu konu üzerine giden ve kayıplarının yarısını telafi eden Hollandalıların deneyimlerinden öğrenebiliriz.

Bugün Kuzey ve Güney’de işleyen, 1980’lerde başlayan küreselleşme, deregülasyon ve finansallaşma eğilimlerinin, mevcut modelimizin işlemediği açık. Michigan’da Flint nehrinin, bu bilgi kamusal hale geldikten yıllar sonra halen çocuklarımızı zehirliyor olması örneği durumu özetliyor.

Biz yurttaşların yapacağı çok şey var. İşleri başkalarına çok fazla havale ettik, uzmanların bunu yapabileceğini düşündük ve kendimizi kötüye kullanıldığımız bir ilişki içinde bulduk. Kendi uzmanlıklarımızı geliştirmeliyiz.

Saskia Sassen, Columbia Üniversitesi’nde Robert S. Lynd Profesörüdür. Son kitabı Expulsions: Complexity and Brutality in the Global Economy (2014) 15 dile çevrilmiştir.

[TNI sitesinden alınarak PolitikYol için Ali Rıza Güngen tarafından çevrilmiştir.]