Haftanın Çevirisi | Wolfgang Streeck: Kapitalizmin varlığını sürdürmesine yönelik oyunlar sonsuza dek işe yaramayacak

Wolfgang Streeck Avrupa’daki en itibarlı eleştirel entelektüellerden biridir. Onun eleştirel düşüncesiyle Yunanistan’da, Avro Bölgesi’ndeki krizi Avrupa’nın ulusal ‘bağlantıları’nın eşitsiz kapitalist gelişimine bağlayan kitabı “Satın Alınan Zaman: Demokratik Kapitalizmin Gecikmiş Krizi”(ÇN. Çev. Kerem Kabadayı, Koç Üniversitesi Yayınları 2016) sayesinde tanıştık. Streeck, İktisat Sosyolojisi profesörüdür ve Cologne Üniversitesi Max Planck Enstitüsü Toplum Çalışmaları (MPIfG) bölümünün eski yöneticisidir (2014’e kadar). En son kitabında kapitalizmin nasıl son bulacağı üzerine kafa yormuştur (How will capitalism end, Verso 2016). “Sistemin” sürekli büyüyen sinizmi ile sonuçlanan ve, sosyalizme ya da yeni bir dengeye doğru değil, ama ne zaman biteceği bilinmeyen bir “fetret devri”ne doğru, uzun süreli bir entropi dönemine giden yapısal yolsuzluktan zayıf iktisadi büyümeye kadar çok sayıda çözülmesi zor problem biriktirdiğini ileri sürer. Kitap, Streeck ile görüşlerin paylaşıldığı ve farklılaştığı bir tartışmanın başlangıç noktası oldu.

En son kitabınızda (How will capitalism end?, 2016) en azından 19. yüzyıldan beri kapitalizmin tarihinin bir krizler tarihi olduğunu belirtiyorsunuz. Bununla birlikte, şimdiye kadar [kapitalizmin] sonu ile ilgili çeşitli öngörülerin yanlış olduğu kanıtlandı. Günümüzde devam eden krizin vahameti üzerine yaygın bir fikir birliğinin yanı sıra bunun, eğer bir sonu varsa, nasıl son bulacağı ile ilgili tam bir anlaşmazlık var. Bu “karmaşa”nasıl açıklanabilir?Birçok yanlış öngörüden sonra iktisatçı ve sosyologlardan geleceği öngörmelerini istemenin bir anlamı var mı?

Daha önceki kapitalist gerileme veya kapitalist son teorilerinin bilmediği ve bilemeyeceği şey, toplumsal ve iktisadi bir sistem olarak –liberalden devlet güdümlüye, neoliberale veya ticari kapitalizmden sanayi veya finansal kapitalizme vb- kaç farklı kapitalizm biçimini varsayabileceğidir. Bu dönüşümler çoğu zaman son anda gerçekleşir, krizler, güçlü karşı hareketler veya özellikle yirminci yüzyılda yükselen devlet ve küresel savaş durumu ile çabuklaştırılır. Yine de modern kapitalizmin temel problemi olduğu gibi durmaktadır: [kapitalizm] sonlu bir dünyada sonsuz büyümeye-sonsuz sermaye birikimine- dayalı olan sosyo-ekonomik bir rejimdir. Bu problemi şimdilik ve geçici olarak ertelemek için her türlü numara icat edildi ama bunun her zaman başarılı olacağına inanmak için hiçbir neden yok. Her halükarda soru zor olduğu için düşünmekten vazgeçmek iyi bir fikir değil.

ABD’nin jeostratejik ve iktisadi hegemonyası kapitalizmin ünlü “altın çağı” veya “otuz şanlı yılı”nın başlıca özelliğiydi. Bu hegemonya şiddete yol açtı ama aynı zamanda liderliği deneyimleyen gücün uluslararası prestijini de sağlamlaştırdı. Son NATO zirvesinde Trump’ın Almanya’ya karşı saldırıları bu dönemden ne kadar uzaklaştığımızı gösterdi. Bununla birlikte bugünün Avrupası’nda da liderlik açığı bulunuyor. Bugün Angela Merkel Avrupa için ne yapıyor?

Trump’ın Almanya ve diğer ülkelere olan saldırıları Batılı kapitalist devlet sisteminde uzun zamandır var olan gerilimleri açığa çıkardı. [Bu gerilimler] Birleşik Devletler ekonomisinin finansallaşmasının yanısıra azalan sanayi kapasitesi ile de ilgilidir. Sanayisizleşmenin kaybedenleri arasındaki iç muhalefet, finansallaşmanın risklerine daha az açık olan ülkelere karşı demagojik söyleme yansıtılıyor. Bu sürpriz olmamalı. Ancak bu, altta yatan yapısal gerilimlerden daha az önemlidir.

“Makul liderlik” ile ilgili olarak, büyük bir karmaşa döneminde buna sahip olmak muhakkak zordur. Bana sorarsanız, Angela Merkel iki şey istiyor: partisi ve kendisi için iktidarda kalmak ve Almanya için Avro bölgesinin büyüme kutbu olmayı sürdürmek ki bu, Alman rezervinin, yani avronun ne pahasına olursa olsun korunmasını gerektiriyor.

SYRIZA hükümeti zaman kazanmak içinYunanistan’ın miktarsal kolaylaştırma (Quantitative Easing-QE) mekanizmasına katılmasını kendi tek ve mutlak hedefi haline getirdi. Birkaç yıl önce bu tür bir çözümün uygulandığı her yerde başarısız olacağını öne sürmüştünüz. Bugün Yunanistan veya Avrupa kapitalizmi için bir tür büyümeye dönüş beklenebilir mi?

Bu, büyümeden ne anladığınıza bağlı. Son yıllarda toplum ölçeğinin en altındakilerin servet ve gelirleri yerinde sayarken veya azalırken üsttekilerin [servet ve gelirleri] aşırı derecede artıyor. Artan eşitsizlik efektif talebi sınırlıyor, dolayısıyla normal insanların geçimlerini sağladığı sektörlerdeki büyüme düşük. Bununla birlikte satacak evi veya şatosu veya yatları veya yüksek getirili finansal kâğıtları olanlar çokça fayda elde edebilir. Kamu talebi bu boşluğu doldurabilir ve normal insanlar için büyümeyi yeniden erişilebilir hale getirebilir; ama borç krizinden dolayı finansal piyasalar kamu harcamalarının sağlamlaştırılmasını, dolayısıyla devletlerin borçlarını yeniden ödeyebileceğine dair güven vermeleri konusunda diretiyor. Çok sayıda insan için hiç değilse 2008’den önceki gelir düzeyine kavuşmak uzun zaman alacak.

Neoliberal ideolojinin göçü teşvik ettiğini iddia ettiniz. Bununla birlikte mülteci akımlarının AB kuruluşları tarafından etraflıca yönetilmesi (özellikle Türkiye ile yapılan anlaşma ve AB ile AB-dışı ülkeler arasındaki sınır denetimi üzerine ikili anlaşmalar) sürekli bir gerici, sağ kanat kaymayı göstermektedir: başlangıçta Vişegrad ülkeleri (Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya) iken artık şimdi Avusturya, İtalya ve Almanya var… Avrupa “kozmopolitikliği” eğer var olduysa, sona mı yaklaşıyor?

Sizin de dediğiniz gibi, Avrupa “kozpolitikliği” hiç bir zaman sizin ileri sürdüğünüz biçimde var olmadı. Başlangıçta, bu, Avrupalı güçler arasında paylaşılmış olan sömürgecilik ve dünyanın geri kalanının sömürüsünden farksızdı. Bugün “neoliberal ideoloji” dediğiniz [şey] yerleşik nüfus için [yarattığı] sonuçlardan bağımsız olarak herhangi bir zamanda dünyanın herhangi bir yerine göç etmenin bir insan hakkı olduğunu iddia eden farklı bir kozpolitiklik fikrine taraf olur. Bununla birlikte böyle bir insan hakkı yoktur ve olamaz da. Devletler tarafından yönetilen düzenlenmiş toplumlar sınırları üzerinde denetim sağlamalıdır, aksi halde geliştirdiği toplumsal düzeni devam ettiremezler. Bu, hayatları dini veya ırkçı baskı(zulüm) tarafından tehdit altında olan insanlara yardım edilmesi veya diğer toplumların yoksulluk ve savaşın üstesinden gelebilmeleri için yardım edilmesinde uluslararası yükümlülüklerin olmasını engellemez. Ama bu, “sınırsız” göç ile sağlanmak durumunda değildir ve sağlanamaz. Ben bir sosyalist olarak genelde siyasal olarak örgütlenmiş toplumlar ve esas olarak bu toplumların üyeleri olan bireyler bağlamında düşünürüm.

“Satın Alınan Zaman: Demokratik Kapitalizmin Gecikmiş Krizi” kitabınızda Avro Bölgesi ekonomilerindeki eşitsiz birikim ritmi nedeniyle Avro bölgesindeki krizin kaçınılmaz oldunu belirtiyorsunuz. AB çerçevesi sola sosyo-liberal bir plandan daha fazlası için olanak vermiyor ve Yunanistan’da deneyimlediğimiz buydu. Eğer bu böyleyse, Sol alternatif bir planı ne kadar uygulamaya koyabilir? Ve böyle bir planın öncelikleri ne olur?

Aklınızda ne tür bir “plan” olduğunu anlamadım. Öyle olsa bile, böyle bir planı geliştirecek ve sonrasında uygulayabilecek “Sol”un kim olacağını bilemem. Sosyal demokrat partiler belki Birleşik Krallık hariç, her yerde güç kaybediyor ve Komünist partiler zaten tüm pratik amaçlar için ortadan kayboldu. Kapitalizme devleti ele geçiren ve “alternatif”, büyük ihtimalle sosyalist bir “plan”ı uygumaya koyan bir “sol” tarafından son verileceğine inanmıyorum. Kapitalizmden sonra yeni bir dünya, merkezileşmemiş, yerel deneyimlerle, olanaklarla ve kapasiteyle uyumlu olan yerel deney ve mücadelelerden yükselecektir. Sistemik politikalar, toplumsal yaşamı örgütlemenin alternatif yollarının ortak keşif sürecinden doğarak ortaya çıkacak.

Dünya Karl Marx’ın 200. doğumgününü kutluyor. Bugün bir kişi neden Marxist olmalı?

Kimse olmamalı. Marx’ın kendisi de hayatının son döneminde defalarca ifade ettiği gibi, Marxist değildi. Ondan öğrenmeliyiz – kendi tarihsel koşullarında ve doğrultusundaki gerçek dünyada [var olan] siyasal güç ve iktisadi üretimin gerçekliklerine dikkat etmeliyiz; sadece bir sosyal bilimci olarak değil ama sorumlu bir yurttaş olarak insan özgürlüğü ve kalkınma ile ilgili büyük sorular üzerine düşünmeliyiz. Utangaç olmayın; yapabileceklerinizle ilgili sorumluluk alın ve onları yapın; adalet ile ilgili sorular sorun ama uygulama ile bağlantılı olarak; iktidara karşı çıkın. Dogmalara yer yok, asla! Tarihsel olarak mümkün olanın gerisinde kalmayın! Ve ilerlemenin mücadele ve fedakarlık olmadan gerçekleşemeyeceğini anlayın. Eğer Marxizm buysa hepimiz Marxist olmalıyız.

Kitaplarınızda potansiyel okuyucularınız ile ilgili kapitalizmin çağdaş eleştirilerinin akademi dışındaki insanlara ulaşıp ulaşamayacağına dair bir endişe fark edilebilir. Aşırı sağ solu sürekli elitist olmakla suçluyor. Kapitalizmin sol eleştirisi yalnızlaşmayı ve elitizmi nasıl önleyebilir?

Sol, insanları, gerçekten var olan insanları ciddiye almalı ve onların sağduyusuna ve pratik yargılarına güven duymalı. Bu olmadan sol siyaset hiç olamaz. Diğer bir deyişle sol insanları dinlemelidir. Eğer dikkatle dinlersek, günlük hayatlarına tüketici kapitalizmi ile giren zaman baskısı, iktisadi baskı, entelektüel ve manevi ve toplumsal yoksullaşma ile ilgili sorunlarla bağlantıları her zaman kurarız. İnsanlara neler olduğunu anlamalarını ve bununla ilgili birşeyler yapmak için kolektif olarak nasıl örgütleneceklerini sağlayacak öneriler götürmeye hazır olmalıyız. Parti siyaseti yok, ya da sadece marjinal olarak var; bunun yerine gerçek hayatın siyaseti var.

Dimitra Aliferaki mülakatın İngilizce metnini kontrol edip düzeltti. Öneri ve düzeltmeleri için Karen Emmerich ve Vasiliki Kaisidou’ya çok teşekkür ederiz.

[Bu metin www.marginalia.gr’den Türkçe’ye Ekin Değirmenci tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]