Haftanın Çevirisi | Türkiye ve Suudi Arabistan nasıl dost düşmanlar haline geldi? – Nader Habibi

2 Ekim’de Suudi Arabistan’lı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, ülkesinin İstanbul’daki konsolosluğunda kaybolması Türkiye ve Körfez’deki krallık arasında bozulan ilişkileri odak noktası haline getirdi.

Türk görevlilerden gelen isimsiz değerlendirmelere dayanan makaleler Suud ajanların Washington D.C.’de yaşamış ve kendi yönetimini sert bir şekilde eleştiren Kaşıkçı’yı alıkoyduğu, öldürdüğü ve bedenini parçaladığına dair Türkiye’nin elinde görsel ve işitsel kanıtlar olduğunu belirtiyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Suudi konsolosluğundaki aramanın üzeri boyayla kapanmış  zehirli maddelere dair kanıtlar ortaya çıkardığını söyleyerek bir kez daha el arttırdı.

Olay, geçmişte birbirleriyle ve Birleşik Devletler’le yakın ilişkiler kurmuş olan iki önemli Orta Doğu gücünün arasını açan bir dizi gelişmenin sonuncusu.

Peki bu iki ülkenin dostlukları neden bozuldu?

On yıllardır bölgeyi inceliyor ve bölge hakkında yazıyorum. Orta Doğu’daki başka ilişkiler gibi bu da karmaşık ve tam da bu nedenle mevcut kriz şaşırtıcı bir dönüşe sahne olabilir.

İlk zamanlar

Türkiye Cumhuriyeti ile Suudi Arabistan Krallığı arasındaki diplomatik ilişkiler 1932’de kurulmuş olsa da, iki ülke de diğerine 1960’ların sonlarına kadar pek ilgi göstermedi.

Türkiye’nin seküler elitleri Arap Dünyasındansa Batı ile stratejik ve ekonomik bağlar kurma isteğindeydiler. Türkiye NATO’ya 1951’de katıldı – ittifakın kuruluşundan iki yıl sonra – ve Suudi Arabistan ile diğer Arap ülkelerini oldukça hayal kırıklığına uğratacak şekilde en başından İsrail’le iyi ilişkiler kurdu.

Durum, Suudi Arabistan’la daha güçlü ilişkilere yol açan ve ticaretin artması sonucunu doğuran Türkiye’nin iki hamlesinin gerçekleştiği 60’lar ve 70’lerde değişmeye başladı. 1969’da Türkiye yeni kurulan ve merkezi Suudi Arabistan’da bulunan, “Müslüman Dünyanın kolektif sesi” olmayı amaçlayan İslam İşbirliği Teşkilatı’na katıldı. 1975’te de Türkiye, Filistin topraklarındaki işgali sonlandırmanın peşindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’yle diplomatik ilişkiler kurdu.

İlişkiler 1980’lerde gelişmeye devam etti, ancak krallık, komşusu Türkiye’yle olan çok sayıdaki anlaşmazlıkta Suriye’nin tarafında yer aldığı için 90’larda bozuldu.

Suud-Türk ilişkilerindeki bu ilerleme ve gerilemeler kısmen, 80’ler ve 90’larda askeri darbe ve müdahaleleri de barındıran Türkiye’deki siyasal istikrarsızlığın sonucuydu. İlişkiler Türkiye’nin Müslüman komşularıyla yakın kültürel ve dini bağlantıları olan İslamcı ya da sivil partiler iktidarda olduğunda gelişti, asker bunları yerinden ettiğinde kötüleşti.

Sıcak ilişkiler

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Türkiye’de 2002’de iktidara geldikten sonraki on yıl boyunca iki ülke arasındaki ilişkiler daha sağlam bir zemin buldu ve gelişmeye devam etti.

Türkiye’yi 1923’ten bu yana yönetmiş seküler hükümetlerin tersine AKP ve lideri Erdoğan, Arap ve Müslüman komşularla daha güçlü ilişkiler tesis etmeye büyük öncelik verdi.

2003’te Irak’ı ABD’nin işgal etmesi ve bölgede değişen güç dengesi Türkiye ve Suudi Arabistan’ı daha da yakınlaştırdı. Her iki ülke de Irak’ın ortak rakipleri olan ve askeri ve siyasal etkisi işgal sonucunda artmış İran’ın etkisi altına girmesi hususunda kaygılıydılar. Ayrıca İran’ın Suriye ve Lübnan’daki etkisini sınırlandırmak istiyorlardı.

Bu yakın bağlar sonucunda 2006 Ağustos’unda merhum Kral Abdullah Türkiye’yi 1966’dan bu yana ziyaret eden ilk Suud lider oldu ve ertesi yıl bir ziyaret daha gerçekleştirdi. Karşılığında Başbakan Erdoğan, 2009’dan 2011’e kadar Suudi Arabistan’ı dört kez ziyaret etti.

Üst düzeyde diplomatik temaslar artan iş ve yatırımları destekledi. Türkiye’nin Suudi Arabistan’a tekstil, metal ve başka ürünlerden müteşekkil ihracatı 2000 yılında 397 milyon ABD Dolarından 2012’de 3,6 milyar Dolara yükseldi. 11 Eylül’den sonra ABD ve Avrupa’da hoş karşılanmayan Suud iş adamları Türkiye’yi cazip bir hedef olarak gördüler.

Havada bahar ürpertisi

İlişkiler, Tunus, Mısır ve Libya’da yönetimleri deviren Arap Baharı ayaklanmalarından başlayarak 2011’de keskin bir dönüş gördü.

Siyasal İslam savunucusu olarak Erdoğan, devrimleri ve bunların ortaya çıkardığı yönetimleri hoş karşıladı. Suudi yönetimi ise isyanları istikrarsızlaştırıcı olarak gördü.

Anlaşmazlık Müslüman Kardeşler’le yakından ilişkili Muhammed Mursi, 2012’de Hüsnü Mübarek sonrasındaki Mısır’ın ilk seçimini kazandığında doruk noktasına çıktı. Erdoğan, Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri gibi başka körfez ülkelerinin karşı çıktığı Mursi’yi ve Müslüman Kardeşler’in iktidara gelişini destekledi. Bu ülkeler Arap Dünyası boyunca Müslüman Kardeşler faaliyetlerine karşı uzun bir düşmanlık tarihine sahiplerdi ve Müslüman Kardeşler’in zaferlerinin kendi ülkelerindeki hareketi güçlendireceği konusunda kaygılılardı.

Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki yarık 2013’te Mursi’yi deviren darbe sonrasında genişledi. Suudi Arabistan, Mısır’ın yeni askeri yöneticilerini bir arada tutmak için milyarlarca Dolarlık finansal yardım sunarken, Erdoğan darbeyi kınadı ve Türkiye’de Müslüman Kardeşler’e sığınak sundu.

İlişkiler, 2014’te Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyesi olma uğraşının altını Suudi Arabistan aktif biçimde oyduğunda yeni bir darbe aldı.

Daha yakın zamanda Suudi Arabistan ve Türkiye kendilerini 2017 Haziran’ındaki Katar krizinde karşı taraflarda buldular. Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Mısır Katar’la ilişkileri koparma noktasına geldiler ve Katar’ın Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı gruplara verdiği destekler nedeniyle ekonomik bir abluka dayatmaya kalktılar. Bu ülkeler ayrıca Katar’ın İran’la bağlarını sonlandırmayı reddetmesinden de hazzetmiyorlardı.

Türkiye ekonomik yardım sunarak ve ülkedeki küçük askeri üssüne daha fazla birlik gönderip Katar’la bağlarını güçlendirerek yanıt verdi. Aslında Türkiye’nin Katar’a gıda göndermesi Katar’ın abluka karşısında dayanma kapasitesinde önemli bir rol oynadı.

Türkiye’nin Kaşıkçı tepkisini yorumlamak

Bütün bunlar şu anki kriz açısından ne anlama geliyor?

Batı medyası daha ziyade, Kaşıkçı’nın kaybolmasını içeren son olayı Türkiye’nin ele alma biçimini bozulan Suudi-Türkiye ilişkilerinin bir göstergesi olarak sundu.

Ama durum böyle olmayabilir. Türk hükümeti krizi ele alma biçiminde birden fazla ve birbirleriyle çatışan amacı dengelemeye çalışıyor.

Bir yandan ne olduğunu bulmak için eksiksiz bir çaba göstermeye uğraşıyor ve Suudi yönetiminin olaya dahil olmasıyla ilgili ayrıntıları sızdırarak Suud veliaht prensi Muhammed bin Selman’a muazzam baskı uyguluyor. Ama ayrıca Türkiye’ye büyük yatırımlarda bulunan Suudi Arabistan’la gerilimlerin daha da artmasını engellemeye çalıştığını düşünüyorum.

Türkiye şu sıralar ciddi bir finansal kriz ve dış borç sorunuyla uğraşıyor ve çaresiz bir şekilde yabancı sermaye çekmeye çalışıyor. Suudi yatırımlarının ve turistlerinin çekilmesi krizi kötüleştirebilir.

Erdoğan’ın hedef göstermekteki ilk çekingenliği – bunu isimsiz görevlilere bırakması – ve ortak bir soruşturma çağrısında bulunması, “yoz katiller”i suçlamaya dayanır görünen Suudi liderliğine bir yanıt stratejisiyle çıkagelmek için zaman tanıdı.

Bu şekilde Başkan Donald Trump’ın Suudi Arabistan’a durumu kurtarmak yolu göstermedeki çıkarını paylaşıyor görünüyor. ABD ve Trump yönetimi aynı zamanda Suudi yönetimiyle ilişkilerinde oldukça fazla meseleyle uğraşıyorlar.

İlginç bir şekilde, Suudi Arabistan’ın Batıyla olan ilişkilerini tarumar eden bu zorlu sınavın bir sonucu, ABD ve krallık üzerinde artık daha fazla koza sahip Türkiye arasında daha iyi ilişkiler ve işbirliği olabilir.

Nader Habibi, Brandeis Üniversitesi’nde Orta Doğu’da İktisat Uygulamaları Henry J. Leir Profesörüdür.

[The Conversation’daki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]