Haftanın Çevirisi | Politik George Orwell

Orwell 115 yıl önce 25 Haziran’da doğdu. Genellikle, berraklık ve hakikat anlatıcılığının en iyi örneği olarak hatırlanır. Ancak sosyalist siyaset alanında da son derece ciddiydi.

George Orwell siyasete dair uğraşında ciddiydi.

“Orwellyen” söylemin her yere yayılan siyasal bağları ve Orwell’in ünlü romanlarının siyasal olarak yüklü mihenk taşlarına (Hayvan Çiftliği’nde Bolşevik Devrimi ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te düşüncenin totaliter denetimi) bakıldığında bu açık görünebilir. Ancak Orwell’in radikal siyasetin karşıt akımlarına dalma derecesi rutin biçimde hafife alınmaktadır. Orwell’in efsanevi sade konuşma tarzı ve özgür düşünceye dayalı dünya görüşü hakkında o kadar şey söylenmiştir ki, artık doktriner olmayan ya da doktrin karşıtı bir düşüncenin ikonu olarak belirmektedir.

En bilinen romanı, Trotskiy benzeri bir ideologun “oligarşik kolektivizmin kuramı ve pratiği” üzerine otuz sayfalık broşürünü barındıran George Orwell, sıklıkla sosyalizm görüşü kuramsaldan ziyade ahlaki, entelektüelden ziyade sezgisel olan Don Kişotvari bir naif olarak ele alınır. Gerçek ise çok daha karmaşıktır.

Orwell bir ikon kırıcıydı, ancak sosyalist geleneğin dışında değil, içinde. İdeolojik aşırılıklara dair hicivi inandırıcıydı çünkü bu aşırılıkları ideolojik, kültürel ve kuramsal olarak yakından biliyordu.

Bugün, 1986 ve 1998 yılları arasında yayımlanan Bütün Eserleri sayesinde bildiğimiz üzere Orwell sol siyasetin muammaları ortasında evinde gibiydi. 1945’te Sovyet yanlısı yazarları, Stalin’in Rus Devrimi’ndeki rolünü abarttıkları için azarlarken kanıtlarını umulmadık bir kaynaktan edinmişti: Stalin’in Dışişleri Bakanı olarak 1930-39 yıllarında görev yamış ve II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Devletler’de büyükelçi olarak hizmet ettikten sonra Dışişleri Bakanlığına dönmüş kişiden.

“Önümde” yazıyordu Orwell, “Maxim Litvinoff’un 1918’de yazdığı oldukça nadir bulunabilecek ve Rus Devrimi’ndeki o döneme yakın tarihli olayların çizelgesini sunan bir broşür bulunuyor. Stalin’den hiç bahsetmiyor ancak Trotskiy ve Zinovyev’e büyük övgüler yağdırıyor.”

Geçerken üstünkörü bir şekilde Leon Trotskiy’den ilham alan karakterlerin hem Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te (Goldstein) hem de Hayvan Çiftliği’nde (Kartopu) merkezi olduğunu gören okuyucular Orwell’in mektup ve yazılarında, filtresiz ve yaygın inanışa ters bir Trotskizm tartışmasıyla karşılaşınca genellikle şaşırırlar. 1945 tarihli denemesi “Milliyetçilik üzerine Notlar”da Orwell, “[No] 3. Trotskizm” başlığında bu terimin sıklıkla “Anarşistler, Demokratik Sosyalistler ve hatta Liberalleri kapsayacak gevşeklikte kullanıldığı”nı belirttiği sıradan bir siyasal akımlar sıralaması sundu. Kendisi “bunu doktriner Marksist anlamında” ve “Stalin rejimine düşmanlık” olarak kullanmaktaydı.

Ayrıca doktrini isim kaynağı ile karıştırmaya karşı uyarıda bulundu: “Trotskizm, hiçbir şekilde tek bir fikre takılı kalmayan Trotskiy’in kendisinin çalışmalarındansa pek bilinmeyen broşürler ve Socialist Appeal gibi gazeteler üzerinden anlaşılabilir.” Aynı derecede irili ufaklı başka akımlara benzer şekilde ilgi duyuyordu.

Bu bir acayiplik değildi. Orwell hiçbir zaman sol grupları romatikleştirmedi, Britanya Bağımsız İşçi Partisi ya da İspanya’da birlikte savaştığı İşçilerin Marksist Birlik Partisi milisleri gibi kendi desteklediklerini dahi. Ancak farklı düşünceleri desteklerdi ve ne kadar ufak da olsa karşıt bir kuvvet oluşturmanın bir başarı olduğunu biliyordu. Arthur Koestler anılarından bahsederken, daha sonra 1946’da bir insan hakları örgütü oluşturmak üzere birlikte çalışmaya karar verdiklerinde “onu hiçbir zaman bu kadar coşkulu görmemiştim” demişti.

Karşı çıktığı ancak saygı duyduğu gruplar hedefe konduğunda hem kişisel olarak hem de kamusal bir şekilde onları savunmaya koştu. Savaş sırasında anarşist direnişçilere karşı sert eleştiriler getirdi ancak Scotland Yard 1944’te basımevlerini bastığında Orwell sosyalist Tribune’da iğneleyici bir eleştiri kaleme aldı.

Vernon Richards ve başkaları savaşa karşı çıktıkları için hapsedildiklerinde Orwell Özgürlükleri Savunma Komitesi başkan yardımcısı olarak görev üstlenme davetlerini kabul etti. Serbest bırakıldıklarında Richards ve Marie Louise Berneri’ye, fotoğrafçı olarak kendilerini tanıtmaları için yardımcı oldu. Hayvan Çiftliği nedeniyle yeni şöhrete kavuşmuştu ve (ketum yazar ve oğlu Richard’ın) fotoğrafları ticari olarak değerliydi. Bunlar aynı zamanda Orwell’in elimizdeki en iyi fotoğrafları.

Örgütlenme çaba ve cesaret ister ve Orwell küçük adımlarla başlamaktan hiç çekinmedi. En küçük gruplardan bile broşürler topladı ve bunları ciddiye aldı. 2700 parçalık koleksiyonunun 214 sayfalık envanterinde Tüm Hindistan Kongre Sosyalist Partisi, Halkın Ulusal Partisi (Jamaika), Polonya Yeraltı İşçi Basımevi, Leninist Birlik, Groupe Syndical Français, İşçilerin Dostu, Özgürlük Basımevi, Günümüz Rusyası, Meerut Sendika Savunma Komitesi, Anglikan Pasifist Birlik ve çok çeşitli başka grupların broşürleri bulunuyor.

Orwell’in yaygın anlaşılma biçimi ise böyle değil. Yayıncıları ve eleştirmenleri, Orwell’in erken ölümünü, distopik fablları ya güçlü sağduyudan ya da acınası kişilik özelliklerinden türeyen değişmez bir anti-entelektüel kahin stereotipini pazarlamak üzere kullandılar.

Bu stereotipler faydalı değil. Orwell anlaşılır şekilde yazdı ve kazuistik kılı kırk yarma uğraşını küçümsedi, ancak naif olmaktan ya entelektüel karşıtı olmaktan çok uzaktı. Veremle mücadele ettiği son yıllarında enerjisi azalırken ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü bitirmeye uğraşırken üretken bir şekilde okuyordu.

Bu uzun yıllar boyunca geçerliydi, ancak Bütün Eserleri’nin son cildinde Orwell’in 1949 baharı ve yazında Ruth Fischer ile yakınlaştığını öğrendiğimde şaşırdım. Rusya ile 1926’da  uzaklaşmadan önce Alman Komünist Partisi’nin kısa süre için genel sekreteri olan Fischer 1948 tarihli Stalin ve Alman Komünizmi başlıklı devasa bir çalışmayı yeni yayımlamıştı.

Nisan 1949’da Orwell Fischer’e şunları yazmıştı: “Tebriklere boğulmuş olduğunuza şüphe yok, ancak Stalin ve Alman Komünizmi kitabınızı okumaktan ne kadar keyif aldığımı söylemek isterim.” Fischer “yüreklendirici sözleri” nedeniyle teşekkür ederek ve yaklaşan İngiltere gezisinde Cotswold Senatoryumu’nda kendisini ziyaret etmek için “yetecek zaman bulmayı” umduğunu söyleyerek kısa sürede yanıt verdi. Orwell’in “oldukça aydınlatıcı” Katalonya’ya Selam kitabını okumuştu ve bizzat kendisiyle kitabı tartışmak istiyordu.

23 Mayıs’ta Fischer resmi basımından iki hafta önce, “tam da bu sabah geldi” şeklinde yazdığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ün basım öncesi kopyasını gönderdiği için Orwell’e teşekkürlerini gönderdi. Bir ay sonra, Fischer kendisini ziyarete geldikten kısa süre sonra Orwell, ilkin Fischer’in kitabını kendisine gönderen Tosco Fyvel’e şunları yazdı: “Radek, Buharin ve diğerlerini yakından tanıyan birisiyle buluşmak eğlenceliydi.”

Temmuz’da Orwell ve Fischer birbirlerine hediyeler gönderdiler (Orwell’den Burma Günleri, Fischer’den çikolatalar) ve Orwell Frankfurt’ta yerinden edilmiş Ruslar tarafından yeni kurulmuş POSSEV dergisinden kendisine gelen istek hakkında Fischer’in tavsiyesini aldı (Fishcer de kısa süre Frankfurt’taydı).

Orwell, Fischer’e soruyordu: “Sanırım, editörler iyi niyetli insanlar ve Beyazlardan değiller?” (devrimci Rusya’da reaksiyoner güçlere atıfta bulunuyor). Temsilcisine gönderdiği başka bir mektupta Orwell, Fischer’den POSSEV’e ulaşmasını istediğini yazdı.

Bütün bunlar dikkatimi çekti. Ruth Fischer artık Orwell uzmanlarının bilmediği, tanımadığı ve bugünün komünizm uzmanlarının dahi görmezden geldiği bir isim. Ancak heybetli birisiydi, romancı Arthur Koestler onun için “muhtemelen Komünizmin tarihinde en parlak kadın” demişti. Fischer, Koestler yanı sıra aralarında Dwight Macdonald ve Franz Borkenau’nun bulunduğu Orwell’in pek çok arkadaşına yakındı.

Borkenau ve Orwell siyasal olarak uzun bir süre yakınlardı. Orwell “oligarşik kolektivizm” terimini Borkenau’nun kitaplarından birisine ilişkin yazdığı kadirşinas bir eleştiride kullandı ve Borkenau’nun 1938’den itibaren Komünist Enternasyonal’in eleştirel tarihinin de dahil olduğu başka birçok kitabını hoşnut bir dille inceledi.  1949 Mart’ında David Astor Orwell’den İspanya İç Savaşı’na dair yetkin bir şekilde yazacak bir isim istediğinde, Orwell Spanish Cockpit kitabını 1938 gibi bir tarihte İspanya savaşına dair en iyi kitap olarak isimlendirdiği Borkenau’yu önerdi. Bir ay sonra Celia Paget, Stalinizme karşı demokrasiyi savunmak için etkili bir şekilde destek alınacak kim olduğunu sorduğunda yine Borkenau’nun ismini verdi.

1949 Ağustos’unda Ruth Fischer ve Franz Borkenau, Amerika destekli Almanca dergisi Der Monat o sıralarda Hayvan Çiftliği’ni dizi olarak basan Melvin Lasky ile buluştular. Almanya’da bir oteldeki buluşma Kültürel Özgürlük Kongresi fikrinin biçimlendiği önemli buluşma olarak görülür. Ay içinde daha sonra Fischer Paris’ten Lasky’ye yazdı: “Berlin Kongresi projesi için koşuşturuyorum ve her yerde yanıt buluyor ve sempatiyle karşılanıyorum. Örneğin dün gördüğüm Koestler.”

İki gün sonra Koestler Fischer’e “birkaç yıl önce Russell ve Orwell’le kurmak istediğim” diye belirttiği bir insan hakları birliği için yazılı öneri götürdü. “Tarihi geçmiş ve başka bir amaçla yazıldı, ancak buradaki şu ya da bu formülasyon işe yarayabilir.”

Bilinmeyen bir arşivde geçen sene bulduğum bu metne “Orwell Manifestosu” adını verdim. 1946’nın başlarında Orwell’in Koestler’le ve filozof Bertrand Russell’la diyalog halinde yazdığı bu manifesto her “yenidoğan vatandaş” için “fırsat eşitliği”ni güçlendirmek, demokrasiyi derinleştirmek ve yaygınlaştırmak ve ekonomik sömürüye karşı durmak üzere mücadele edecek yeni bir insan hakları grubunun kurulmasını önermekteydi. Orwell ayrıca milletler arasında “psikolojik silahsızlanma”yı teşvik etmeyi de umuyordu.

Bunlar, sadece bu manifestoda açıklanan iddialı hedeflerdi. Ancak yönelimi her daim edebi olduğu kadar uygulamaya da ilişkin olan politik Orwell’e haslardı.

Koestler ve Russell militan Rusofobiklere dönüştükleri için, Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği arasında artan gerilimler kısa sürede Orwell ve onun eski ortak yazarlarıyla arasını açtı. Orwell atom bombasının kullanıldığı bir üçüncü dünya savaşı tehlikesini engellemenin en iyi yolunun sınırlar ötesine dizginsiz haber ve görüş akışını sağlamak için uğraşmak olduğuna inanıyordu. Ancak eski ortakları daha farklı, kavgacı bir yöne doğru meylettiler.

Orwell Ocak 1950’de Berlin’de Kültürel Özgürlük Kongresi’nin kuruluş toplantısından kısa süre önce öldü. Koestler, Russell ve Borkenau’nun, Soğuk Savaş’ta utanmaz bir şekilde Batı yanında saf tutan ancak (daha sonra anlaşıldığı üzere) gizlice Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından fonlanan ve sert bir şekilde Sovyet karşıtı olan örgütüne katılıp katılmayacağı konusunda farklı görüşler mevcut.

Yakın dostu George’un sosyalizmini seyreltmeyecek ya da kapitalizm ve Batı eleştirilerini azaltmayacak kadar inatla idealist olduğunu ona dair kaleme aldığı anma yazısında belirten Koestler Orwell’in kendilerine katılacağından şüphe duymuştu. Koestler, Orwell’in kendilerine ABD tarafında katılmasını isteyeceği için, üzgün bir şekilde bu inatçılığın talihsiz olduğunu söylemişti. Ama yaşlı ve bilge bir amca tonuyla bu idealizmin tipik olduğunu eklemişti. George, George’du ve durum buydu.

Koestler bu nedenle, Orwell’in siyasal eleştirmenleri için varsayılmış seçenek haline gelmiş olana geçiş yaptı: naiflik suçlamasına. Orwell’i ciddiye almaktansa onu basitçe, alışılmadık bir masum, hoşa giden bir egzantrik olarak damgaladı.

Neyse ki Orwell’in geniş okuyucu kitlesi onu çok daha ciddiye alıyor. Okuyucularından derine gidenler – kahince romanları kadar daha az bilinen metinleri ve eleştirileri okuyanlar – kısa sürede kurgusunun kökünü mütevazı olunamayacak kadar uzmanlık gereksinen reel dünya siyasetiyle aşinalıktan aldığını öğreniyor. Bu dezenformasyon çağında, siyasal netlik ve tutarlılık nadir bulunan ve kıymetli özellikler.

Orwell berraklık, hakikat anlatıcılığı ve gerçek öngörünün en iyi örneğiydi ve öyle olmaya devam ediyor. Daha geniş bir dinleyici kitlesi bulması umuduyla.

[Jacobinmag’daki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir]