Haftanın Çevirisi | Neoliberalizm Nedir? David Harvey ile söyleşi – Bjarke Skærlund Risager

David Harvey ile neoliberalizmin ne olduğu, nereden geldiği ve kavramın günümüzde neden hala güncel olduğu üzerine konuştuk.

2005 yılında David Harvey, günümüzde konu ile ilgili en fazla atıf yapılan kitaplardan biri olan Neoliberalizmin Kısa Tarihi’ni yayımladı.   O zamandan bu yana yeni ekonomik ve finansal krizler yaşandı, ama aynı zamanda, modern toplum eleştirilerinde genellikle “neoliberalizmi” hedefleyen yeni direniş dalgaları da ortaya çıktı.

Fakat neoliberalizm hakkında konuşurken tam olarak neden bahsediyoruz? Bu, sosyalistler için faydalı bir hedef midir? Ve yirminci yüzyılın sonundaki ortaya çıkışından bu yana ne tür değişimlerden geçti? Bjarke Skærlund Risager David Harvey ile tartışmaya koyuldu.

BSR

Neoliberalizm günümüzde yaygın olarak kullanılan bir kavram. Bununla birlikte insanların [kavramı] kullandığında neyi ifade ettikleri ise genellikle belirsiz. En sistematik kullanımı bir teoriye, düşünceler dizisine, politik bir stratejiye veya tarihsel bir döneme gönderme yapabilir. Neoliberalizmi nasıl anladığınızı açıklayarak başlayabilir misiniz?

DH

Ben neoliberalizmi her zaman, kurumsal kapitalist sınıfın, 1960’ların sonlarından 1970’lere doğru hem siyasal hem de iktisadi olarak yoğun şekilde kendilerini tehdit altında hissettikçe hayata geçirdikleri siyasal bir proje olarak ele aldım. Çaresizce, emeğin gücünü zapt edecek siyasal bir projeyi başlatmak istediler.

Bu, bir çok bakımdan karşı devrimci bir projedir. Bu, o zamanda devrimci hareketlerin olduğu–Mozambik, Angola, Çin vb- gelişmekte olan dünyanın çoğundaki devrimci hareketleri, ama aynı zamanda İtalya ve Fransa gibi ülkelerde yükselen komünist dalgayı , daha az bir derecede İspanya’daki uyanış tehdidini en başından engelleyecekti.

Birleşik Devletler’de bile sendikalar oldukça radikal hedefleri olan bir Demokratik Kongre oluşturmuştu. 1970’lerin başında diğer toplumsal hareketlerle birlikte,  şirket karşıtı (anti-corporate) olan çok sayıda reform ve reformist girişimi zorladılar. Bunlar içerisinde Çevre Koruma Ajansı, İş Sağlığı ve Güvenliği İdaresi, tüketicinin korunmasını ve  emeği, önceden olduğundan daha fazla güçlendirmek ile ilgili bir dizi hareketten bahsedebiliriz. 

Dolayısıyla bu durumda, aslında kurumsal kapitalizmin gücüne yönelik küresel bir tehdit vardı ve bu nedenle soru “Ne yapmalı?” idi. Yöneten sınıf müneccim değildi ama mücadele etmek zorunda kaldıkları bir dizi cephe olduğunun farkındaydılar: ideolojik cephe, siyasal cephe ve en önemlisi  emeğin güçlenmesini mümkün olan her şekilde engellemek için mücadele etmek zorundaydılar. Neoliberalizm diyeceğim siyasal proje buradan ortaya çıktı.

BSR

İdeolojik ve siyasal cephelerden ve emeğe yönelik saldırılardan biraz bahsedebilir misiniz?

DH

İdeolojik cephe, Lewis Powell isimli bir adamın tavsiyelerini izliyordu. İşlerin çok ileri gittiğini, dolayısıyla sermayenin kolektif bir projeye ihtiyacı olduğunu belirten bir bildiri yazdı. Bildiri, Chamber of Commerce and the Business Roundtable’in (ABD İşveren Örgütü, çn) harekete geçmesini sağladı.

İdeolojik cephede düşünceler de önemliydi. O zaman ki değer yargısı, üniversitelerin, öğrenci hareketi çok güçlü olduğu için ve fakültenin fazla özgür düşünceli olduğu için, düzenlenmesi imkansız [yerler] olduğuydu, dolayısıyla Manhattan Institute, the Heritage Foundation, the Ohlin Foundation gibi düşünce kuruluşlarını kurdular. Bu düşünce kuruluşları Friedrich Hayek ve Milton Friedman’ın düşüncelerini ve arz-yanlı iktisadı gündeme getirdi.

Fikir, bu düşünce kuruluşlarının ciddi araştırmalar yapmasını sağlamaktı ve bazıları yaptılar da- örneğin National Bureau of Economic Research son derece iyi ve kapsamlı araştırmalar yapan özel sektör tarafından fonlanan bir kuruluştu. Bu araştırmalar daha sonra bağımsız olarak yayınlanacak ve basını etkileyecek ve yavaş yavaş üniversiteleri çevreleyip içine sızacaktı.

Bu süreç uzun sürdü. Artık The Heritage Foundation gibi birşeye ihtiyaç duymadığımız bir noktaya geldiğimizi düşünüyorum. Üniversiteler, kendilerini çevreleyen neoliberal projeler tarafından  neredeyse ele geçirildi.

Emek ile ilgili olarak, zorluk, yerel işgücünü küresel işgücü ile rekabet edebilir hale getirmekti. Bir yolu göçü arttırmaktı. Örneğin, 1960’larda Almanlar Türk işgücünü, Fransızlar Magrib işgücünü, Britanyalılar sömürgelerdeki işgücünü ithal ediyordu. Ama bu büyük bir memnuniyetsizlik ve huzursuzluk yarattı.

Bunun yerine diğer yolu seçtiler- sermayeyi düşük ücretli işgücünün olduğu yere götürmeyi. Ama küreselleşmenin ilerlemesi için tarifeleri düşürmeniz ve finans kapitali güçlendirmeniz gerekir çünkü finans kapital sermayenin en hareketli biçimidir. Bu nedenle finans kapital ve dalgalı kur gibi şeyler emeği baskı altına almak için kritik hale geldi.

Aynı zamanda ideolojik özelleştirme ve kuralsızlaştırma projeleri işsizlik yarattı. Yani içerdeki işsizlik ve  işleri dışarı taşımak, ve üçüncü bir bileşen: teknolojik değişim, otomasyon ve robotizasyon aracılığıyla sanayisizleşme. Bu emeği ezme stratejisiydi.

Bu ideolojik bir saldırıydı ama aynı zamanda iktisadi bir saldırıydı da. Neoliberalizmin ne ile ilgili olduğu bana göre buydu:  bu siyasal bir projeydi, ve burjuvazi veya kurumsal kapitalist sınıfın bunu aşama aşama harekete geçirdiğini düşünüyorum

Onların Hayek veya başka birşey okuyarak başladığını sanmıyorum, bence sezgisel olarak “Emeği ezmeliyiz, bunu nasıl yaparız?” dediler. Ve bunu destekleyecek, meşrulaştırıcı bir teori olduğunu keşfettiler.

BSR

2005’te Neoliberalizmin Kısa Tarihi’nin yayımlanmasından bu yana kavram üzerine sayısız şey yazıldı. Burada başlıca iki cenah var: çoğunlukla neoliberalizmin entelektüel tarihi ile ilgilenen akademisyenler ve ilgileri “gerçekte varolan neoliberalizm” olan insanlar. Siz hangisine uyuyorsunuz? Nerede duruyorsunuz?

DH

Sosyal bilimlerde benim karşı çıkma eğiliminde olduğum bir eğilim vardır, herhangi birşeyin tek kurşun teorisini araştırmak. Yani neoliberalizmin bir ideoloji olduğunu söyleyen bir cenah var ve bu nedenle [neoliberalizmin] idealist bir tarihini yazıyorlar.

Bunun bir versiyonu Foucault’un halihazırda mevcut olan neoliberalleşme eğilimlerini on sekizinci yüzyılda gören yönetimsellik argümanıdır. Ancak neoliberalizmi bir düşünce ya da yönetimselliğin bir dizi sınırlı uygulaması olarak ele alırsanız çok sayıda öncülünü bulursunuz.

Burada eksik olan şey, 1970’lerde ve 1980’lerin başında kapitalist sınıfın çabalarını düzenleme biçimidir. Bence o dönemde –İngilizce konuşan dünyada kurumsal kapitalist sınıfın oldukça birlik olduğunu söylemek hakkaniyetli olacaktır.

Gerçekten kendilerini temsil edecek siyasi bir güç ihtiyacı gibi birçok şey üzerinde uzlaştılar. Bundan  dolayı Cumhuriyetçi Parti’yi ele geçirdiler ve Demokrat Parti’yi bir dereceye kadar zayıflatmaya çalıştılar.

1970’lerden itibaren ABD Yüksek Mahkemesi kurumsal kapitalist sınıfın seçimleri geçmişte olduğundan daha kolay satın almasına olanak veren bir sürü karar aldı.

Örneğin, seçim kampanyalarına katkıları ifade özgürlüğünün bir biçimi olarak ele alan kampanya finansmanının yeni biçimleri ile karşılaşıyorsunuz. Birleşik Devletler’de kurumsal kapitalistlerin seçim satın aldığı ama bu yöntemlerin günümüzde yolsuzluk olarak masaya yatırılmak yerine yasallaştırıldığı köklü bir gelenek oluştu.

Genel olarak bu dönemin ideolojik ve politik birçok cephede yaygın bir hareketle tanımlandığını düşünüyorum. Ve bu yaygın hareketi açıklayabilmenizin yegane yolu kurumsal kapitalist sınıfın birliğinin görece yüksek derecesini anlamaktır. Sermaye,  kendi iktisadi refahını ve etkisini yeniden kazanmaya yönelik çaresiz girişiminde, 1960’ların sonundan 1970’lere doğru ciddi şekilde alınmış olan iktidarını yeniden örgütledi.

BSR

2007’den bu yana sayısız kriz oldu. Neoliberalizmin tarihi ve neoliberalizm kavramı bu krizleri anlamamızı nasıl sağlıyor? 

DH

1945 ve 1973 arasında çok az kriz oldu; bazı ciddi [kriz] anları vardı ama büyük krizler olmadı. Neoliberal siyasete dönüş 1970’lerdeki krizin ortasında gerçekleşti, ve bütün sistem o zamandan beri bir dizi kriz yaşadı. Ve elbette krizler gelecekteki krizlerin koşullarını üretir.

1982-85’te Meksika, Brezilya, Ekvador ve Polonya dahil gelişmekte olan ülkelerin hepsinde bir borç krizi oldu.  1987-88’de ABD tasarruf ve kredi kuruluşlarında büyük bir kriz oldu. 1990’da İsveç’te yaygın bir kriz oldu ve bütün bankaların kamusallaştırılması gerekti.

Sonrasında elbette 1997-98’de Endonezya ve Güney Doğu Asya var, çok geçmeden kriz Rusya’ya sonra Brezilya’ya hareket ediyor, ve 2001-02’de Arjantin’i vuruyor.

Ve 2001’de Birleşik Devletler’de parayı borsadan çekip konut piyasasına akıtarak atlattıkları sorunlar vardı.  2007-08’de ABD konut piyasası çöktü, bu nedenle burada bir kriz yaşadınız.

Bir dünya haritasına bakabilir ve kriz eğilimlerinin haritadaki hareketini izleyebilirsiniz. Neoliberalizm ile ilgili düşünmek bu eğilimleri anlamaya yardımcı olur.

Neoliberalleşmenin büyük adımlarından birisi 1982’de Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’ndan bütün Keynesyenleri kovmaktı-tasfiye etmekti- Keynesyen görüşü taşıyan bütün ekonomi danışmanlarının tamamen temizlenmesiydi.

Onların yerine neoklasik arz-yanlı iktisat teorisyenleri getirildi ve yaptıkları ilk şey, o zamandan itibaren IMF’nin herhangi bir yerde kriz olduğunda yapısal uyum politikası izlemesi gerektiğine karar vermek oldu. 

1982’de, tabii ki, Meksika’da bir borç krizi yaşandı. IMF, “Sizi kurtaracağız” dedi. Aslında yaptıkları şey New York yatırım bankalarını kurtarmak ve kemer sıkma politikalarını hayata geçirmekti.

Meksika nüfusu, IMF’nin yapısal uyum politikasının bir sonucu olarak 1982’den sonraki dört yıl içinde yaşam standardında yüzde 25 oranında bir kayıp yaşadı. 

O zamandan beri Meksika’da yaklaşık dört yapısal uyum politikası uygulandı. Diğer birçok ülkede birden fazla [defa] uygulandı. Bu standart uygulama haline geldi.

Yunanistan’a ne yaptıklarına bakınız -1982’de Meksika’ya yaptıklarının neredeyse bir kopyası, yalnızca daha deneyimliler. 2007-08’de Birleşik Devletler’de de olan budur. Bankaları kurtardılar ve kemer sıkma politikası ile insanlara [bunu] ödettiler.

BSR

Son zamanlarda yaşanan krizler ve onların yönetici sınıflar tarafından yönetilme biçimleri ile ilgili, sizin neoliberalizm teorinizi yeniden düşünmenizi sağlayan birşey var mı?

DH

Aslında, bugünkü kapitalist sınıf dayanışmasının geçmişteki gibi olduğunu düşünmüyorum. Jeopolitik olarak Birleşik Devletler, 1970’lerde olduğu gibi küresel olarak sözünün geçtiği bir konumda değil. 

Bence küresel güç yapılarının devletler sistemi içerisindeki bir bölgeselleşmesini görüyoruz- Avrupa’da Almanya, Latin Amerika’da Brezilya, Doğu Asya’da Çin gibi bölgesel hegemonlar.

Açıkçası, ABD hala küresel bir konuma sahip, ama zaman değişti G20’ye gidebilir ve “Bunu yapmalıyız” diyebilir, ve Angela Merkel “Biz bunu yapmıyoruz” diyebilir. 1970’lerde bu olamazdı.

Dolayısıyla jeopolitik konum daha bölgesel hale geldi, daha fazla otonomi var. Bence bu kısmen Soğuk Savaş’ın bitmesinin bir sonucu. Almanya gibi ülkeler artık korunma için Birleşik Devletler’e güvenmiyor.

Ayrıca, “yeni kapitalist sınıf” olarak adlandırılan Bill Gates’in, Amazon ve Silikon Vadisinin geleneksel petrol ve enerjiden daha farklı bir siyaseti var.

Sonuç olarak, kendi özel yollarında gitme eğilimindeler, dolayısıyla aralarında çok fazla parçalı rekabet var, mesela enerji ve finans ile enerji ve Silikon Vadisi kitlesi vb. Örneğin iklim değişikliği gibi şeylerde belirgin olan ciddi fikir ayrılıkları var.

Önemli olduğunu düşündüğüm bir diğer şey de 1970’lerin neoliberal saldırısının güçlü bir direniş olmaksızın geçmediğidir. Emek [kesiminden] Avrupa’daki komünist partilerden doğan  kitlesel bir direniş vardı.

Ancak 1980’lerin sonundan itibaren savaşın kaybedildiğini söyleyebilirim. Dolayısıyla direnişin ortadan kalktığı ölçüde, emek bir zamanlar sahip olduğu güce sahip değil, yönetici sınıflar arasındaki dayanışma onların çalışması için gerekli değil artık.

Bir araya gelip tabandan gelen mücadeleye karşı birşey yapmalarına gerek yok, çünkü artık tehdit yok. Yönetici sınıf son derece iyi gidiyor, bu yüzden hiçbir şeyi değiştirmek zorunda değil.

Ancak, kapitalist sınıf çok iyi giderken kapitalizm oldukça kötü gidiyor. Kar oranları iyileşti ama yeniden yatırım oranları korkunç derecede düşük, dolayısıyla çok miktarda para üretime geri dönmüyor ve bunun yerine toprak gasplarına ve varlık  alımına doğru akıyor.

BSR

Direniş hakkında daha fazla konuşalım. Çalışmanızda neoliberal saldırının –en azından Küresel Kuzey’de-  bireysel özgürlükler için “yeni toplumsal hareketler” lehine sınıf mücadelesindeki düşüşe paralel olduğu belirgin bir paradokstan söz ediyorsunuz.

Neoliberalizmin belirli direniş biçimlerine yol açtığını nasıl düşündüğünüzü açıklar mısınız?

DH

İşte üzerinde düşünmek için bir soru. Ya kendi belirli siyasal konfigürasyonu ile her bir egemen üretim tarzı kendisinin birebir aynısı (mirror image) olan bir muhalefet tarzını yaratırsa?

Üretim sürecinin Fordist örgütlenme döneminde, bunun aynadaki görüntüsü büyük merkezileşmiş bir sendika hareketi ve demokratik merkeziyetçi siyasi partilerdi.

Neoliberal zamanlarda üretim sürecinin yeniden örgütlenmesi ve esnek birikime geçiş, birçok yönden kendisinin aynadaki görüntüsü olan bir Sol üretti:  network oluşturan, merkezsizleşmiş, hiyerarşik olmayan [bir Sol]. Bence bu çok ilginçtir.

Ve bir dereceye kadar ayna görüntüsü yok etmeye çalıştığı şeyi doğrular. Ben sendika hareketinin en sonunda  Fordizmi güçlendirdiğini düşünüyorum.

Bence an itibariyle Solun büyük kısmının, çok özerk ve anarşik olması, aslında neoliberalizmin son aşamasını güçlendiriyor. Solda bulunan çok sayıda insan bunu duymaktan hoşlanmıyor.

Ama elbette soru ortaya çıkıyor: Ayna görüntüsü olmayan birşeyi örgütlemenin bir yolu var mı? O aynayı parçalayıp, neoliberalizmin ekmeğine yağ sürmeyen başka birşey bulabilir miyiz?

Neoliberalizme direniş çok sayıda farklı yollarla gerçekleşebilir. Çalışmamda değerin gerçekleştiği noktanın aynı zamanda bir gerilim noktası olduğunu vurguluyorum.

Değer emek sürecinde üretilir, ve bu sınıf mücadelesinin çok önemli bir yönüdür. Ama değer, satış aracılığıyla piyasada gerçekleşir, ve burada çok fazla siyaset bulunur.

Sermaye birikimine karşı direniş, yalnızca üretim noktasında değil, aynı zamanda tüketim ve değerin gerçekleşmesi yoluyla da meydana gelir.

Bir otomobil tesisini ele alalım: büyük tesisler yaklaşık yirmi beş bin insanı istihdam ederdi; artık beş bin kişi istihdam ediyorlar çünkü teknoloji işçi ihtiyacını azalttı. Dolayısıyla daha fazla emek üretim alanının dışına çıkarılıyor ve kent yaşamının içine daha fazla itiliyor.

Kapitalist dinamik içersindeki başlıca hoşnutsuzluk merkezi, giderek değerin gerçekleşmesindeki -kentteki günlük yaşamın siyasetindeki mücadeleye kayıyor.

İşçiler açıkça farkında oldukları ve işçiler arasında çok önemli olan birçok konu var. Eğer Çin Shenzhen’de isek emek sürecindeki mücadeleler baskındır. Ve Birleşik Devletler’de, örneğin Verizon grevini desteklemeliydik.

Ancak dünyanın birçok yerinde günlük yaşamın niteliği üzeirne mücadeleler baskındır. Son on- on beş yıl içindeki büyük mücadelelere bakınız: İstanbul’daki Gezi Parkı bir işçi mücadelesi değildi, günlük yaşamın siyasetindeki ve demokrasi ile karar alma süreçlerindeki eksiklikten hoşnutsuzluktu; Brezilya kentlerinde 2013’teki ayaklanmalar, yine günlük yaşamın siyasetindeki –ulaşım, olanaklar ve okullar, hastaneler ve erişilebilir konut için para harcamazken bütün parayı büyük stadyumlara harcamaktan kaynaklanan- hoşnutsuzluktu.

Bu siyaset, üretim noktasında var olan siyasetten oldukça farklıdır. Üretim noktasında, emeğe karşı sermayedir. Kent yaşamının niteliği üzerine mücadeleler sınıf konfigürasyonu bakımından daha az nettir.

Genellikle üretimin kavranışından türetilen açık sınıf siyaseti daha gerçekçi hale geldikçe kuramsal olarak bulanıklaşır. Bu bir sınıf meselesidir ama klasik anlamda bir sınıf meselesi değildir.

BSR

Neoliberalizm hakkında çok fazla ve kapitalizm hakkında çok az konuştuğumuzu düşünüyor musunuz? Bunu ya da diğer terimi ne zaman kullanmak uygundur ve bunları bir araya getirmenin riskleri nelerdir?

DH

Çoğu liberal neoliberalizmin gelir eşitsizliği açısından ölçüyü kaçırdığını, bütün bu özelleştirmenin çok fazla olduğunu, çevre gibi muhafaza etmemiz gereken çok sayıda müşterek malların olduğunu söyler.

Kapitalizm ile ilgili konuşmanın da ziyadesiyle sermayeleşmiş ve ziyadesiyle sömürücü olduğu ortaya çıkan paylaşım ekonomisi (sharing economy) gibi  çeşitli yolları vardır.

Basitçe, çalmak yerine makul bir şekilde dürüst olmaktan çıkan ahlaki kapitalizm (ethical capitalism) mefhumu vardır. Dolayısıyla bazı insanların zihninde neoliberal düzenin bir tür reform [geçirerek] kapitalizmin diğer başka bir biçmine dönüşmesi olasılığı vardır.

Ben şu anda var olandan daha iyi bir kapitalizm yapabilmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Ama çok da değil.

Temel sorunlar aslında o kadar derin ki, çok güçlü bir anti kapitalist hareket olmaksızın bir yere gitmemizin hiçbir yolu yok. Bu nedenle, şeyleri anti-neoliberal kavramlar yerine antikapitalist kavramlar içine yerleştirmek istiyorum.

Ve bence tehlike, neoliberalizm hakkında konuşan insanları dinlediğimde, kapitalizmin kendisinin, hangi biçimde olursa olsun, bir sorun olmasının bir anlamı olmadığıdır.

Çoğu anti-neoliberal duruş, sonu gelmeyen birleşik büyümenin makro -ekolojik, politik ve iktisadi-  sorunlarını ele almakta başarısızdır. Bu nedenle anti neoliberalizm yerine anti kapitalizm hakkında konuşmayı tercih ediyorum.

[tribunemag.co.uk’taki orijinalinden Türkçe’ye Ekin Değirmenci tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]