Haftanın Çevirisi | Kült miti Trumpizm neden Trump ile birlikte yok olmayacak – Torben Lütjen

EDS NOTE: OBSCENITY - A Trump supporter stands outside the Maricopa County Recorder's Office, where votes in the general election are being counted, Thursday, Nov. 5, 2020, in Phoenix. (AP Photo/Matt York)

Donald Trump’ın Amerikan siyasetinin düşüşündeki rolü sürekli abartılıyor. Gitmesinden çok sonra da ruhu olduğu gibi kalmaya devam edecek – ve Washington’da onunla ne yapacağını tam olarak bilen birisi var.

Tanrı aşkına, neden  kimse ona olan bağlılığından vazgeçmedi?

Bu, özellikle de Avrupa’da, dünyanın son dört yıldır bir beklenti ve korku karışımıyla beklediği seçimin medyada yer almasının altında yatan temel eğilim gibi görünüyor. Diğer bir deyişle, Donald Trump’ın, bütün ihlal ve utançlardan, bazen ince bazen de kaba ırkçılığından ve koronavirüs salgınını korkunç şekilde yönetmesinden hiçbir zaman önemli ölçüde zarar görmemiş olması nasıl mümkün olabilir?

Yaygın ferahlamaya rağmen, seçim, nihayetinde liberal Amerika için bir hayal kırıklığı oldu. pek çok Demokrat, Joe Biden için ezici bir zafer ve Cumhuriyetçiler ve başkanları için yıkıcı bir yenilgi bekliyordu.  Trump’ın 2016 zaferini tarihsel bir sapma olarak açıklayacak ve Amerikan tarih kitaplarından bu utancı arındıracak kadar net bir sonuç umuyorlardı. Bunun yerine, Trump, somut anlamda dört yıl önce aldığından çok daha fazla oy aldı.

Sonuçlar anlamlı olmadığında her zaman olan şey, metafiziğe geçiş kısa olan yoldur. Ve son dört yıl içinde birçok defa olduğu gibi tartışma hızlıca “Trump kültü” üzerine, başkanın, ne kadar yüksek olursa olsun kendisini herhangi bir uçurumun üzerinden tıpkı bir fare topluluğu gibi takip eden cemaate, odaklanarak başladı.

Bu görüşün gerçekle pek ilgisi yok. Her şeyden önce Trump’ın takipçilerinin sadakati Trump’a değildi. Aslında, en önemlisi, seçmenlerinin çoğu Cumhuriyetçiler ve muhafazakarlardı. Onlar dindar evanjelik Hristiyanlar ve libertaryen vergi şüphecileri, İkinci Değişiklik köktencileri ve, evet beyaz milliyetçilerdir. Trump’a oy veren 71.5 milyon insan monolitik bir blok değildir, üniforma olarak kırmızı beyzbol kepleri olan homojen bir komando birliği değildir. Daha ziyade, yalnızca  ülkede kendilerine karşı bir savaş olduğuna, değerlerinin ve toplumdaki statülerinin tehlikede olduğuna güçlü bir şekilde ikna edilmiş heterojen bir toplamdır. Seçmenleri için bu gerçek kimin en tepede olduğundan her zaman daha önemli oldu.

Trump’ı bu kadar uzun süre istikrara kavuşturan şey –Donald Trump’ın sahneye çıkmasından çok daha önce başlayan bir olgu olan- ülkedeki aşırı kutuplaşma, yani hem siyasette hem de toplumda kapalı hizipleşmelerin gelişmesiydi. Beyaz Saray’a yürüyüşü, onu önceleyen otuz yıllık kültür savaşı sırasında hazırlanan yakıp yıkma politikasını izledi.

Amerika’nın Ruhu için Mücadele

Ne de olsa sivil söylem, şiddet yüklü retoriğin kural haline gelmesiyle birlikte uzun bir süredir ileri derecede aşınmış durumda. Cumhuriyetçi taban Trump’ın gelişinden çok önce hem ahlaki hem de entelektüel olarak çılgına dönmüştü ve Fox News ile talk radio (izleyicilerle telefon bağlantısının kurulduğu radyo programı, çn) tarafından kitlesel olarak üretilen kısa konuşmalara ve infiallere neredeyse alışmışlardı. Kutuplaşma da, Trump’a olan desteklerinin hiçbir zaman duraksamamasının nedenidir: Muhafazakar Amerika, Amerika’nın ruhu için çok daha büyük bir savaşta tehlikede olan şeylere nazaran onun sayısız ihlallerini önemsiz şeyler olarak gördü.

Çoğu Cumhuriyetçinin Başkan’la yaygın olarak inanıldığından daha fazla etkileşimsel bir ilişkisi vardır. Ve Trump’ın bir alçak olduğunun farkında olanlar hiç de az değildir, ama en azından onların [kendi] alçağıdır. Amerikan siyasetinin acımasız, sıfır toplamlı oyununda Trump’tan desteklerini çekmenin sadece nefret ettikleri muhaliflerine yarayacağını hissettiler. Yaygın bir şekilde varoluşsal bir çatışma olarak algılanan şey veri iken 70 milyonu aşkın Trump seçmeninin çoğu Cumhuriyetçi listenin en tepesinde görünen kim ise ona oy verirdi –tıpkı Demokratların Demokratların adayı olarak gösterilen kişi her kimse ona oy vereceği gibi.

Cumhuriyetçi evanjelik seçmenlerin eğilimi ve, özellikle beyaz işçi sınıfının GOP’a (Grand Old Party, Cumhuriyetçi Parti, çn) geçmesi Trump’tan onlarca yıl önce başladı. Trump ve onun tatmin edici derecede agresif tehditlerinin aksine, bu alıcı kitlesine zerre kadar uyum sağlamayan bir hedge fon yöneticisi olan Mitt Romney bile 2012’de bu segmentte Barack Obama’dan daha fazla oy aldı.

Kendisini böyle görme ihtiyacına rağmen Trump hiçbir zaman yeni bir seçmen koalisyonunun mimarı ya da yeni bir hareketin arkasındaki beyin olmadı. Yalnızca çok önceden başlamış olan eğilimi sürdürdü, ve bunun iki unsurunu radikalleştirdi: beyaz kimlik siyaseti ve kurumsal olmayan popülizm. Ancak bunların hiçbiri gerçekten de yeni değildi, bu nedenle –zaten seçim sonuçlarıyla desteklenen- parti Trump olmadan bile eskisi gibi devam edebilir.

Elbette, Trump ile son derece kişisel bağı olan bir parti unsuru da var, bu da sadece partinin geleneksel ideolojisi ile açıklanamayacak bir katılıktır. Bu grup, çok büyük bir idol olarak ona saygı gösteren Amerikalılardan oluşuyor. Basında, özellikle, Trump’ın mitinglerine sürekli olarak katılan kitleden en aptal olanlarını ayırmayı başaran ve çamaşır suyu enjekte etmenin faydaları hakkında konuşurken onları neşeyle kameraya çeken Amerikan gece yarısı programlarında, popüler hale getirilen bir prototip olan “Trump seçmeni”nin arketipi olarak sık sık ve yanlış şekilde sunulurlar.

Mesih Değil, Popülist  

Hukuki zorluklarından ötürü oldukça düşük olan başarı şansı göz önüne alındığında Trump’ın çatışmayı sokağa kaydırmaya çalışırken güvendiğinin bu insanlar olduğu çok açıktır. Bu belki de işe yarayabilir, ancak burada bile onları bir cemaat olarak damgalamak tamamen doğru değil.

Medyada  Trump, sık sık, hala, insanlık tarihinin karanlık bölümlerinden totaliter mesihlerden biri olarak yer alıyor. Bu, merhum Alman sosyolog Max Weber tarafından tanımlanan karizmatik lider –kendisini izleyenlerin “istisnai niteliklerine” olan inancına güvenen bir lider, “tarih”, “Tanrı” veya “takdir” ile gönderilen kimse- anlatısıdır.

Ancak Trump’ın tabanı ile olan bağı, popülist sadakat ilkeleriyle daha uyumludur. Bu anlatıda, bu istisnacılık ile değil sıradanlıkla ilgilidir. Trump’ın sınırsız kibrine rağmen, takipçileri onun içinde kendilerini gördüğü için onu seviyor ve ona tapıyor, kendilerinden farklı olduğu için değil. Trump’ın kendileri gibi konuştuğuna, düşündüğüne ve hissettiğine inanıyorlar.

Popülist lider açıkça Tanrı tarafından gönderilmemiştir. Takipçilerinin, kendisi vasıtasıyla konuşan ve eyleyen, cisimleşmiş hali olarak iş görüyor. Bu nedenle, en sıkı destekçilerinin onları aşağılamak ve küçümsemekte en aktif olduğuna inandığı kurumlardan –medya, akademik seçkinler ve Holywood- daha fazla nefret kazandıkça ve onlar tarafından hor görüldükçe  Trump’ın popüleritesi daha fazla arttı. Tüm popülistlerin hayalini kurduğu şeyi başardı: destekçilerinin kendisine yönelik her saldırıyı kendilerine yapılan bir saldırı olarak görmelerini sağladı.

Bu grup için Trump, benlik mücadelelerinin birinci sembolüdür. Ancak semboller değişebilir. Ve bu düşündüğümüzden daha hızlı olabilir. Sonuçta, Trump’ı olduğu hale getiren medyaydı –ilk olarak, başlangıçta Beyaz Saray için beyhude gibi görünen bir koşunun başındaki haberciliği aracılığıyla ve ardından Trump’ın  onlara karşı yürüttüğü günlük savaş yüzünden. Hiçbir şey onun konumunu bu çatışmadan daha fazla sağlamlaştıramadı.

Ancak hayal etmesi zor da olsa ve birkaç ay sürecek bile olsa: bu başkanlığın sona ermesinden sonra belli bir noktada, Trump’ın artık Beyaz Saray’da olmadığını anladığımızda, nihayet tweet’lerinin her birine ve her seferinde Pavlov’un köpekleri gibi salya akıtmayı bırakacağız. Önceki başkan olarak  cazibesini çabucak kaybedecek.

Bataklığın Kralı

Ancak parti eskisi gibi devam edecek. Son birkaç gündür sık sık Trump’ın başkanlığının yalnızca kaybedenler ürettiği söyleniyor, ancak bu doğru değil. Washington’da son performansına büyük bir memnuniyetle bakabilecek birisi var: Arkadaş canlısı bir kaplumbağanın nazik çehresine sahip olmasına rağmen Washington D.C.’deki tartışmasız en zeki ve en acımasız iktidar politikacısı olan Senato Çoğunluk Lideri Mitch McConnell.

2016’da Trump kampanyasının ivme kazandığı ve partideki bazılarının onun yükselişini engellemek için riskli hamleler düşündüğü açığa çıkınca McConnell onlara katılmayı reddetti. Trump’ın [yarışının] Beyaz Saray’da sonuçlanması halinde kontrolünün kolay olacağına inandı ve Trump’ın Cumhuriyetçiler masasına koyduğu herşeyi imzalayacağını düşündü.

O zamanlar çoğu kimse McConnell’in inanılmaz derecede naif olduğunu düşünüyordu. Onu, ancak kendi kitle hareketi tarafından  ezilip geçilebilecek Adolf Hitler’in dizginlerini sıkı tutabileceklerine inanan  Weimar dönemi politikacılarının modern zamandaki versiyonu olarak gördüler.

Ama gerçekte olan bu değil. Trump, vergileri düşürerek, kuralsızlaştırmayı izleyerek ve parti tarafında kendisine verilen listeden bir dizi muhafazakar yargıcı atayarak Cumhuriyetçi gündemi büyük ölçüde uyguladı. Anlatı, Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin kontrolünü alamadığı idi, ancak tersini ileri sürmek de aynı derecede kolaydı.

Ve şu anda McConnell Senatoda GOP çoğunluğunu savunmuş gibi görünüyor. Ocak ayında Georgia’da yapılacak iki ikinci tur seçiminden sonra devam ederse, 2010’dan 2016’ya ustalıkla kanıtladığı şeyi yapacak: Demokrat bir başkan için hayatı son derece zorlaştıracak ve herşeyi engelleyecek, bu defa Yüksek Mahkeme’deki muhafazakar çoğunluğun sigorta poliçesi ile. Eğer ülke şiddete maruz kalmazsa –ki bu McConnell’in, Dow Jones üzerinde etkisi olacağından dolayı istemeyeceği birşeydir- o zaman Trump üzerindeki iddiası başarılı olacak.

Ve 2024’te, desteğini muhtemelen isyan çağrısı yapan ve “Washington”u temizleyip bataklığı kurutma sözü veren sıradaki “popülist”e verecektir. Ancak bu, McConnell’i özel olarak rahatsız etmeyecek. Ne de olsa kimse bataklığı ondan daha iyi bilemez.

[Der Spiegel’deki orijinalinden Ekin Değirmenci tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]