Haftanın Çevirisi | İsrail seçimlerinin açık galibi yok – siyasal kördüğüm Orta Doğu için ne anlama geliyor? – Martin Beck

Eylül ayında yapılan İsrail seçimlerinde açık bir galip ortaya çıkmazken, hem görevdeki başbakan Benjamin Netanyahu hem de tek ciddi rakibi Benny Gantz şimdi hükûmeti oluşturacak bir koalisyon sağlamaya çalışacaklar. Her ikisi de sonuçtan zarar görüyor.

Nisan ayında Netanyahu’nun sağcı partisi Likud ile Gantz’ın merkezci ittifakı Kahol Lavan, “Mavi ve Beyaz”’ın berabere kaldığı  seçimlerin tersine, bu sefer oyların yüzde 90’ı açıklandıktan sonraki kesin sonuçlara göre Gantz Netanyahu’dan bir sandalye önde. [Resmi olmayan kesin sonuçlara göre Kahol Lavan’ın bir sandalye daha kazanmasıyla (sonuç değişmezse 33 olacak) fark iki sandalyeye yükseldi, ancak kontroller 22 Eylül’e kadar devam edecek, ç.n.].

Gantz’ın Nisan ayına göre kaybettiği 3 sandalyeye karşın 32 sandalyesi ve iki merkez sol ortağının (Demokratik Birlik ve İşçi-Gesher) toplamı 43 ediyor. Bu, 120 sandalyeli İsrail parlamentosu Knesset’te hükûmet kurmak için gerekli 61 sandalyelik çoğunluktan oldukça uzak bir sayı.

Ancak Netanyahu’nun iki ultra-ortodoks parti olan Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliğini kapsayan bloku ile aşırı sağ Yamina ittifakının toplamı 55 sandalye ediyor. İşleri daha da karıştıracak şekilde bu iki blokla ilişkili olmayan iki grup siyasal müttefik konumunda değiller: Netanyahu’nun eski müttefiki Avigdor Lieberman’ın sağcı İsrail Evimiz partisi dokuz sandalye kazanırken çoğunlukla Arap partilerinden oluşan Birleşik Liste 13 sandalye kazandı.

Netanyahu’yu ulusal birlik hükûmeti oluşturmak üzere alt edecek bir Likud politikacısı görünürde olmadığı için başbakan adayları şimdilik sadece Gantz ve Netanyahu.

Peki, bu pat durumu İsrail işgali altındaki Filistin toprakları ve daha genel olarak Orta Doğu için ne anlama geliyor?

Filistinlilerin payına düşen

Doğu Kudüs’te, Batı Şeria’da ve Gazze Şeridi’nde 1967’den bu yana İsrail işgali altında yaşayan Filistinliler en fazla etkilenecek olanlar. Hangi hükûmet oluşursa oluşsun sadece oy verebilecek İsrail vatandaşlarını değil, ayrıca oy veremeyen ve işgal altında yaşayan Filistinlileri de yönetecek (bu durumun İsrail’in bir demokrasi olmadığını gösterdiğini ileri sürmüştüm).

Diğer bir bağlamda ise seçimler işgal altında yaşayan Filistinliler için pek önem taşımıyor. İsrail ordusunu Filistin topraklarından çekmek ve egemen, kendi ayakları üzerinde duran bir devlet olarak Filistin’i tanımak Netanyahu’ya olduğu kadar Gantz’a da yabancı bir düşünce.

20. yüzyıl sonunda İsrail hükûmetlerinin iki devletli bir çözüm ihtimalini ciddi bir şekilde ele alıp almadığı tartışmalı. Ancak 21. yüzyılda İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün oynadığı oyun İsrail ve Filistin devleti arasında sorunsuz ilişkiler anlamında bir “barış” müzakeresiyle ilişkili değildi. Daha ziyade barış müzakeresinde bulunuyormuş gibi yaparak tahmin edilebileceği üzere sonuçsuz kalan konuşmalar için suçu diğer tarafa atmaktı.

Gantz’dan farklı olarak Netanyahu bütün Yahudi yerleşimleri dahil Barı Şeria’nın büyük bölümünü ve Ürdün Vadisi’nin çoğu kısmını ilhak etme vaadinde bulundu. Ancak yarım yüzyıldır Batı Şeria, İsrail tarafından sömürgeleştirilmiş ve yönetiliyor durumda, ilhak edilmesi sembolik bir uygulamadan daha fazla bir anlam ifade etmeyecek ve gerçek durumu çok fazla değiştirmeyecek.

Ağustos’ta Gantz askeri çatışma durumunda “Gazze’yi vurma” yemini etti. Başbakanlığı altında İsrail’in kıyı şeridi üzerindeki yönetimi bu on yılda olandan daha baskıcı bir şekilde sürdürülebilir.

İran’a karşı birleşmiş

Daha genel bölgesel politikalara bakıldığında Gantz Netanyahu ile aynı çizgide ve ikisi İran’a karşı güçlü bir duruşu paylaşıyor. Şubat ayında İran’a atıfta bulunarak Gantz “Ben görevdeyken hiçbir taviz verilmeyecek” açıklamasında bulundu.

Gantz aynı zamanda İsrail’in İran’ın Lübnanlı müttefiki Hizbullah’ı, Lübnan ve Suriye’de çevreleme poltiikasını benimsedi. 2013’ten bu yana İsrail sıklıkla, Beşşar Esad’ın rejiminin hayatta kalmak için verdiği amansız mücadelede önemli rol oynayan İran destekli milis noktalarına hava saldırıları düzenledi.

Yakın zamana kadar İsrail ve Suriye’deki Hizbullah arasındaki savaş sınırlar dışına taşmamıştı. Ancak 25 Ağustos’ta Beyrut’a dronelarla saldırarak İsrail bu zımni anlaşmayı çiğnedi. Sonrasında bazı çarpışmalara ve saldırgan retoriğe karşın hem Lübnan hem de İsrail kendilerini dizginlediler. Ancak gelecekte benzer olaylar daha fazla gerginliğe neden olabilir – ki bu, başka bir başbakanlıkta erkenden damga vurmak istiyorsa Netanyahu’nun hoşuna gidecek bir gelişme olur.

Arap-İsrail çatışmasına dair, ABD Başkanı Donald Trump’ın yakında açıklanması beklenen “yüzyılın anlaşması” adlı belge yıllar önce toprağa verilmiş olan bir fikrin, iki devletli çözümün, sembolik bir cenazesi olmaktan daha öte bir anlama muhtemelen sahip olmayacak. Çok daha ilginç olan, bu planın Arap dünyasının İsrail’le olan lişkilerinde süregiden normalleşmeyi teşvik edip etmeyeceği ve Suudi Arabistan’la İsrail arasında ortaya çıkan zımni İran karşıtı ittifakı güçlendirip güçlendirmeyeceği.

Netanyahu için risk teşkil eden artık çok fazla şey var. Muhtemelen sadece İsrail başbakanına soruşturmalar karşısında tam dokunulmazlık bahşeden bir kanun yolsuzluk nedeniyle suçlanmasını engelleyebilir ve böyle bir kanun da sadece iktidarda kalmayı becerirse geçebilir.

Sendeleyen Netanyahu’nun muhtemelen son büyük siyasal savaşını kazanıp her şeye rağmen iktidarda kalıp kalamayacağı ve Orta Doğu’ya dönük dış politikanın kendi koalisyon inşa stratejilerinde nasıl bir rol üstleneceği önümüzdeki günler ve haftaların koalisyon görüşmelerinde açığa çıkacak.

Martin Beck, Güney Danimarka Üniversitesi’nde Çağdaş Orta Doğu Çalışmaları Merkezinde Profesördür.

[The Conversation sitesinden alınarak PolitikYol için Ali Rıza Güngen tarafından çevrilmiştir.]