Haftanın Çevirisi | Irak’ta seçim müesses nizama duyulan derin öfkeyi açığa çıkarttı – Meisam Sharifi

Iraklılar yeni bir meclis oluşturmak üzere 12 Mayıs’ta sandıklara gittiğinde, müesses nizam durumu kontrol altında tuttuğundan emindi. Bütün hizipler, İslam Devleti’ni (Irak-Şam İslam Devleti, [IŞİD, bu metinde yazarın tercihiyle zaman zaman İD, ç.n.]) yenilgiye uğratmış merkezi hükümetin toplumdan büyük destek aldığı varsayımıyla davranıyorlardı. Nihai sonuç, beklediklerinin tam tersi gerçekleşen bütün burjuva yorumcuları şaşırttı.

Medyada seçimleri kazanması beklenen Başbakan Haydar El-Abadi, Zafer İttifakı’nın bütün kampanyasını İD’yi yenmiş olması “referansı”na dayandırdı. İkinci favori olan İran kuklası Hadi Al-Amiri ve Şii Halk Seferberlik Güçlerinin (HSG) esas kısmını oluşturduğu Fetih İttifakı, benzer biçimde kendilerini HSG’nin İD karşısındaki mücadelede rolü üzerinden konumlandırdı. Üçüncü favori, eski Başbakan Nuri El-Maliki’nin partisi Hukuk Devleti idi. İran’ın desteklediği Maliki, Abadi kanadını zayıflatmak için bir önlem olarak oradan ayrılmıştı.

Net bir şekilde kazanan, Şii din adamı Mukteda El-Sadr’ın önderliğindeki Reformlar İçin İttifak listesi oldu. Aynı zamanda Irak Komünist Partisi’ni de barındıran Sadr’ın listesi 54 sandalye kazandı ve artık 329 sandalyeli Meclis’te en büyük grup. Daha önce görevde olan Abadi az bir farkla Nuri El-Maliki’yi geride bırakıp üçüncü sıraya yerleşirken Hadi Al-Amiri’nin listesi ikinci oldu.

Aynı zamanda seçimlere katılım yüzde 44,52 ile 2003 ABD işgali sonrasındaki en düşük düzeyde kaldı. Bağdat’ta katılım oranı yüzde 33’tü ve Basra’da sadece yüzde 40. Bu siyasal ilgisizliğin bir sonucu değil, ancak Iraklı kitlelerin bütün siyasal sisteme ve onun temsil ettiği her şeye karşı beslediği derin güvensizlik ve nefretin bir göstergesi. Kitleler müesses nizamdan ve Irak’ı mevcut duruma, enkaza dönmüş, yıllar süren yıkıcı savaşlarla bölünmüş, devasa işsizliğin, çöken sanayinin ve altyapının hüküm sürdüğü çökmekte olan bir devlet durumuna sürüklemiş etnik sekter siyasetlerden hayal kırıklığına uğramış durumda. Bütün bunlar, farklı bölgesel ve uluslararası güçlerle bağlantılı farklı çeteler milyonların sefaletinden nemalanırken vuku buluyor.

Irak’ta genel olarak seçimler ve siyasetin, bir sonraki dönemde devletin kasasını kimin yağmalayacağına dair kişisel bir çekişmeden ibaret olduğu iyi bilinen bir olgu. Farklı siyasal güçler arasında kayda değer ilkesel farklılıklar bulunmuyor. Aslında Mukteda El-Sadr haricinde bütün büyük partilerin liderleri; Amiri, Abadi, Maliki ve (listesi 7. olan) Ammar El-Hakim 2005’ten bu yana iktidarda olan aynı partinin yakın döneme kadar mensuplarıydılar.

Hem Amiri hem de Hakim seçimlere farklı listelerle giriyor olsalar da seçim sonrasında bir koalisyonda bir araya gelmeye açık olduklarını seçim öncesinde duyurdular. Bu kitlelere açık bir mesaj gönderiyordu: “kimin için oy verdiğiniz pek önemli değil, seçim sonrasında pastayı kendi aramızda bölüşmek için bir araya geleceğiz!”

Ayrıca bütün partiler benzer sloganlara sahipti: sekterliğe karşı, yabancıların müdahalesine karşı ve yolsuzluğa karşı. Ancak yolsuluk karşıtı bir sloganın, yolsuzluk karşıtı hareketin 2015’te patlak verdiği zaman dahil dört yıl görevde kalmış Abadi’den gelmesine inanmak zordu; o dönem bütün yaptığı hareketin sesini kısmak için görevlilerin yer değişimine dair (hiç gerçekleşmeyen) bazı boş sözler vermekti. İran’la açık askeri ve örgütsel bağları olan Bedir Ordusu lideri Ameri’nin Irak’a yabancıların müdahalesini durdurabileceğine inanmak daha da zor.

Hem Abadi hem de Ameri, İD’nin yenilgisine öncülük etmelerinden faydalanabileceklerini düşündüler. Abadi’nin arkasında destek toplamaya çalıştığı başarı “ulusal birliğin ve güvenliğin korunması” idi. Aynı şekilde Ameri, Halk Seferberlik Güçleri’nin IŞİD’i yenmekte oynadığı role dayanmaya çalışıyordu. Seçim bu hesapların yanlış olduğunu gösterdi. Gerçek bunun tam tersiydi. Binlerce genç öldüğünden ve birçoğu hükümetten herhangi bir destek almadan kalıcı bir şekilde engelli hale gelmeleri nedeniyle savaşa katılanlar kendilerini terk edilmiş hissettiklerinden savaş, aslında kitlelerin öfkesini derinleştirmişti. Zayi olmak üzere kullanılmışlardı. Aslında müesses nizam kitleler tarafından sonunda İD’nin yükselişine yol açan sekterliğin ana itkisi olarak görülüyor. İD tehlikesinin bertaraf edilmesiyle, kitleler daha cesaretli hale geldiler ve kendi haklarını talep etmeye başladılar. Irak’lı yoz seçkinler artık kitleleri susturmak için İD tehlikesini kullanamaz ve “halkın kurtarıcıları” tavrı segileyemezler.

Öte yandan Sadr, ABD işgalinin ilk yıllarında sekter savaşlarda yer almış da olsa, İran’da üç yıllık bir gönüllü sürgün sonrası ülkeye dönüşünde kendisini “sekterlik karşıtı” olarak sundu. Bu sunum kendi kişisel görünümü ve fikirlerinde bir değişimden ziyade nesnel durumda değişimin, milyonlarca Iraklının görünüm ve görüşlerindeki değişimin bir yansıması. Irak’ta izlenen sekter siyasetten bıkkın ve yorgunlar. Yıllardır giderek artan sayıda sıradan insan ABD işgalinin getirdiği ve ulusal ve sekter arka plana göre konumları ve kamusal görevleri dağıtan kota sisteminin kaldırılması çağrısında bulunuyor. El-Sadr demagojik bir şekilde bu talebi seçim vaatleri arasına yerleştirdi.

Bu ruh hali ilkin 2015-16 hareketinde binlerce genç, siyasal seçkinleri yanlış yönetimi ve yolsuzluğu protesto etmek üzere Bağdat ve Irak’taki diğer şehirlerin sokaklarını işgal ettiğinde görünür olmuştu. Başlangıcında bildirdiğimiz üzere o hareketin ana sloganlarından birisi “sekülarizm, sekülarizm, Sünniliğe hayır, Şia’ya hayır”dı. Irak siyasal kastına yönelik nefreti gösteren hareketin başka bir talebi teknokratik hükümetti. Hareketin baskısı altında Abadi bakanlıkların, Sadr’ın de desteklediği üzere, partizan olmayan “teknokratlara” devredilmesi dahil bazı reformlar vaat etti. Aslında önerilen yeni 14 bakanın üçü Sadrcıydı, reform çöktükten sonra bunlar geri çekildi.

Yine de hareket o zamandan bu yana içinde Irak Meclisi’nin yer aldığı ve yoz seçkinlerin halkın gündelik sefaletinden uzakta kendi villalarında yaşadığı Yeşil Bölge etrafında düzenli kitlesel protestolar ve işgallerle zaman zaman görünür olmayı sürdürdü. Bir işçi sınıfı partisinin yokluğunda Sadr’ın hareketi devreye girebildi ve hareketin örgütsel ve liderlik boşluğunu kısmen doldurabildi. Demagojik bir şekilde Sadr hareketi yönlendirmeye ve kendisinin yıllarca marjinalize edildiği müesses nizamın geri kalanına karşı koçbaşı olarak kullanmaya uğraşıyor. Ancak durum Sadr’ın hareketin üzerinde bütünüyle denetim sağladığı anlamına gelmiyor. Örneğin Nisan 2016’da kitleler Irak Meclisi’ni bastı ve bir günlük işgal gerçekleştirdi. Sadr Meclis’in basılması çağrısında bulunmamıştı ancak kendi destekçilerine işgalden bir gün sonra Meclis’i terk etmeleri çağrısında bulundu.

Böylelikle, duygulara hitap edecek şekilde harekete seslenerek El-Sadr, bütün diğer siyasal oluşumlar halk tabanlarının eriyip gittiğini görürken, kendi tabanını koruyabildi. 2014 seçim sonuçları Sadrcıların diğer adaylara nazaran bu seçimlerde en düşük oy kaybını yaşadıklarını gösteriyor. En yoksul katmanlarda El-Sadr bir çift “temiz el” olarak görülüyor. El-Sadr hiç iktidara gelmedi ve devasa aktivist ağı sıradan orta sınıf ve yoksul unsurlardan oluşuyor. En güçlü destek zemini Sadr şehri olarak bilinen Bağdat’ın en yoksul bölgelerinden birisinde. Bu bölge bir zamanlar Komünist Parti direnişinin kalesiydi ve 1963’teki Baasçı önderliğindeki darbe buraya güçlü bir müdahalede bulunmuştu. Irak Komünist Partisi daha önce sahip olduğu desteği bir dizi hata ve son örneği Sadr’la yakın dönemde ittifaka girmeleri olan ihanetler sonrasında Sadr (ve babası) gibi dini reaksiyoner şahıslara kaptırdı.

Sadr’ın Irak halkının herhangi bir sorununu çözemeyeceği bir gerçek. Kendisini anti-sekter olarak gösteriyor ancak ABD işgaline karşı savaşan Şii Mehdi ordusunun başındaydı. Yolsuzluğa bulaşmadığını söylüyor ancak geçen yıla kadar hareketinin diğer partilerle aynı yolsuz uygulamaları sürdürdüğü altı bakanlığı bulunuyordu. Ayrıca, yabancı güçlere karşı olduğunu söylüyor ancak Irak’ta ABD ve İran güçlerinin mevcudiyetine karşı çıkmayacağını beyan etti. Seçimlerin hemen sonrasında Sadr ayrıca, bilinçli bir şekilde İranlı görevlileri dışarıda tutarak Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye ve Kuveyt elçileriyle bir buluşma ayarladı. Elbette, Sadr daha önce yıllarca İran rejimi için çalıştı ve hatta İran’da üç yıl geçirdi.

Son kertede Sadr, kendisi için bir düzeyde bağımsızlık ve tavizler koparmak için bölgedeki güçler arasında bir denge oluşturmak isteyen bir Irak burjuvası. Iraklı kitlelerin çıkarları bu hesapların bir parçası değil ancak Sadr isteğini başarmak için aşağıdan gelen öfkeye dayanıyor ve böylece çarpık bir şekilde toplumun derinlerinde mayalanan devrimci huzursuzluğu yansıtıyor. Bir süreliğine Irak siyasal sisteminin her gözeneğe sinmiş çürüme nedeniyle felç olduğu gerçeği arkasına saklanabilir. Bu, aynen Abadi’nin “yoz unsurlar tarafından çevrelenmiş dürüst adam” olarak kendisini resmetme çabasında olduğu üzere El-Sadr’ın diğer hizipleri bütün siyasal sistemin iflası nedeniyle suçlamasına olanak sunuyor. Ancak sonunda Sadr, kitlelerin vahim durumunda bir iyileşme yaratamayacak olan aynı çürümüş Irak kapitalizmine bağlı.

Komünist Parti’nin Sadr ile olan ittifakı Stalinistlerin iflasının bir başka göstergesi. Kendilerini bağımsız bir sınıf pozisyonuna dayandırmak yerine bir burjuva kamptan diğerine salınıyorlar. ABD işgaliyle işbirliğinden sonra Stalinistler şimdi de diğer aşırı uca, reaksiyoner bir dini demagogla işbirliğine giriyorlar. Uzun vadede bu durum sadece partinin pozisyonunun altını oyacaktır.

Komünist Parti parlamenter oyunu oynuyor, ancak belirleyici olan Meclis’te ya da Yeşil Bölge’de olan biten değil. Siyasetçiler farklı ittifaklar oluşturma ve devlet kasasını en iyi nasıl yağmalayacaklarına dair anlaşmalar yapma peşindeyken, kitlelerin yaşam koşulları durmadan kötüleşiyor. Milyonlarca Iraklı temiz suya ya da güvenilir enerji arzına sahip değil. Ülkenin altyapısı dökülüyor ve yolsuzluk siyasal sistemin iliklerine işlemiş durumda. Mevcut koşullar çok sayıda Iraklı için giderek sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Eninde sonunda durum bölgeye şok dalgaları gönderecek olan bir toplumsal patlamaya uzanacak. Hareketin tepesindekiler, hareketin aktivistleri ve destekçilerinin büyük kısmını oluşturan orta sınıfların ve çalışan yoksulların istekleriyle çatışmaya girdiklerinde, bu El-Sadr için gerçek sınav olacak.

[Marxist.com’daki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]